hesabın var mı? giriş yap

  • direkt süper deneylerle çatır çatır kavramlar oluşturmuş ve halen geçerliliğini koruyan bir dolu kuram yaratmış aşmış bir psikolog abimiz.
    3 dağ deneyi -3 mountain experiment- diye bir deneyi vardır ki abimizin mesela, algı -perception-, benmerkezcilik -egosentrizm-, çoğul bakış açısı -multiple perspectives- ve empatiye kadar gider. çocukta kaç yaşında bunların oluştuğunu bulmaya çalışır.

    teori şudur:
    çocuk küçüklükten itibaren egosentrik -ben-merkezcidir- ve diğerlerinin varlığından kendisinden ayrı birer şey olarak haberdar diildir. -tanrı her yerdedir, çocuk kendi kendisinin tanrısıdır, panteizme falan bile vardırılır kasarsak, çocuk bilinci gelişim aşamalarını toplumsal sosyal gelişime çekmek yoluna da başvuranlar olmuştur çünkü, stage teorisyenleri şahane insanlardır zaten hep-
    dolayısıyla "diğeri" fikri çocukta belli bir yaşa kadar mevcut diildir. evren, herkes ve her şey çocuğun kendi varlığının bir parçasıdır.
    dolayısıyla da çocuk herkesin her şeyi kendi gibi gördüğünü varsayar.
    -bunu 50 yaşında da düşünen insanlar var enteresan olan da odur. zaten bu stage teorisyenleri genel ortalamayı verirler aşamalara dair ama siz daha ikinci aşamayı 70 yaşında aşamamışsanız size piaget, kohlberg, vygotsky naapsın-

    örnek deneye geri gelelim:
    çocuk bir sandalyeye oturtulur. oyuncak ayı -teddy bear or doll- tam karşısına başka bir sandalyeye oturtulur. çocuğun önünde bir masa vadır. masada da 3 boyutlu bir maket vardır. 3 dağ vardır ismi de buradan gelir hatırladığım kadarıyla -pardon yanlışsam birileri düzeltsin okuyalı 10 yıl oluyor da bu teorileri-. çocuktan bir kendi gördüğünü bir de ayının gözünden maketin resmini çizmesi istenir. çocuk belli bir yaşa kadar ayının gözünden çizilmesi istenen resimle kendi gördüğü resmi birebir aynı çizer. ortalama 5 yaşından sonra ise çocuk ayının bakış açısı -perspektif- olduğunu ve karşıdan bakıldığından maketin tersten görüneceğini akıl edebilir hale gelir.. bir de bir şey saklanıyordu dağın arkasına, sanırım tavşan ama tavşan dağ atasözünden uyduruyor da olabilirim, saklanan şeyi oyuncak ayı göremeyecek yerde otururken çocuk görebilecek konumda kalıyor ve "oyuncak ayı tavşanı görüyor mu?" diye soruluyordu sanırım. (alternatif bakış açısıyla spatial perpektif denen mekan algısı açısından belirleyici bir deney olarak da görülür bu deney) ancak bence asıl önemli etkisi bu deneyin, belli bir döneme kadar çocuğun "diğeri" ve "diğerinin bakışı" konseptlerinden, kavramlarından -perspektiften yani- bihaberken, bir yaştan sonra karşıda oturduğu için ayının aynı şeyi tersten gördüğünü ya da en azından ayının kendisinden farklı olduğunu algılamasıdır. -perspektifin bulunuşu da rönesansladır, sanatsal, mimari gelişim için perspektifin icat edilmesi gerekmiştir. icat edilmesi diil bulunması diyelim, yani rönesans 5 yaşına denk geliyor olabilir mi acep uygarlığımızın?-

    egosentrizm yani ben merkezcilik bu noktada 5-6 yaş arası azalmaya başlar -kardeş isteme yaşını buna bağlayanlar da vardır gözlemle, ama bildiğim araştırma yok-.(hatta yine geçmiş zaman ve haliyle kaynak veremeyeceğim ama elektra ve odipal komplekslerin azalma ya da artma yaşı da yine 6 civarıdır ve egosentrizmin azalması ya da diğeri algısının gelişmesi ile alakası kurulabilir)

    özetle piaget bir çocuğun karşısına bir oyuncak ayı oturtur. ve çocuğa ayının ne gördüğünü ne düşündüğünü sorar. bir yaşa kadar çocuk oyuncak ayının onunla aynı şeyleri hissedip gördüğünü sanır, söyler. çocuk açsa ayı da açtır, çocuk toksa ayı da toktur. ama bir yaştan sonra ayıyı kendisinden ayrı bir varlık olarak kabul eder. bu da aslında kendisini ayrı bir varlık olarak ayrıştırmasına tekabul eder. "ben tokum ama ayıcık aç" demesi için bir yaşı/aşamayı geçmesi gerekmektedir.

    (kimlik ve ayna ile ilgili de şahane deneyleri vardır piaget'min. daha profesyonel olanlar anlatsalar ne şahane olur, ben hatırlamıyorum.
    hatta birileri masonluktaki ayna ve göz kavramlarını buna bağlayan bir yazıyla anlatsa daha da şahane olur, toplumsal gelişim aşamalarına çekip yine. ayna deneylerini kimlik kavramlarına çekse, hatta üzerine de önce edebiyata onu da toplumsal stage olarak matbaanın bulunuşuna bağlasa, onu da oradan psikoterapiyle içsel aydınlanmaya ve iletişim kanallarıyla çocuk/toplum gelişimi aşamalarına çekse, internete yardırsa hatta oradan çocuktaki/toplumdaki "kimlik" tartışmasını stage based olarak.. oyy oyy oyy)
    .
    piaget'min -oy piaget gül piaget- bir diğer deneyi de yine gerçek ve algı ayrışmasını yaptığı ve "bu gerçekte ne?" ve "bu neye benziyor?" sorularını sorduğu deneydir. çok etkileyicidir. (deneyimiz şu: çocuğa bir başka şeye benzeyen bir nesne gösteriliyor ve "bu ne?" ve "bu neye benziyor?" soruluyor.) çocuk 4 yaşına kadar hep gerçekte olanla benzeyen şeyleri aynı söyleme eğilimindeyken sonradan bir şeyin olduğundan farklı görünebileceği bilgisine/algısına ulaşır. yani çocuğa kaya görünümlü bir sünger gösterildiğinde 4 yaşına kadar her iki soruya da ya sünger ya kaya derken -either/or- 4ünden sonra "bu sünger ama kayaya benziyor" demeye başlayabilir. görünenden farklı bir gerçeklik algısı yani. -bu aşama benzetme, şiir, sanat yetkinliği başlangıcı olarak yorumlanabilir, toplumsalda tekabul eden aşamada edebi rönesansı kimden nereden başlatacağımız muamma elbette-

    alınız ve tüm bu deneyleri günlük hayatınızdaki yaşıtlarınıza uygulayınız. ne de olsa hepimiz içimizdeki çocuğu koruyoruz deli gibi.
    kohlberg'in ahlaki aşamalarında 3.,4.,5. aşamada kaldığımız gibi piaget'nin algı aşamalarında da neyin ne görünüp aslında ne olduğuna dair temel deneylerinde de 4-6 yaş altı çıkma olasılığımız yüksek her birimizin.

    bu yüzden, unutmayın büyüdüyseniz ,6 yaşı geçtiyseniz mesela, bazı aşamaları da geçmişsinizdir ve:
    1- oyuncak ayının masanın öteki tarafında oturduğundan dolayı sizden başka bir görüntü gördüğünü
    2- bu görüntünün sizinkinden çok farklı olmasına rağmen aslında baktığınız maketin aynı olduğunu
    3- oyuncak ayının bakış açısının da sizin bakış açınızın da maketin gerçekte ne olduğunu değiştiremediğini
    4- bir şeyin göründüğü ile olduğunun farklı olduğunu
    bilirsiniz piaget'ye göre... (bkz: bilgi)

    hem piaget'yi sevelim hem de işte içimizdeki çocuğu sevelim. agucuk bugucuk falan...

    özetle piaget candır.
    otursak bir çocuk, bir piaget ve bir oyuncak ayı masaya, 3 dağı da piaget'ye helal ederim.

  • kafalar 300 yıl geriden geliyor dedirten harita. millet mars'ta koloni hazırlığı yapıyor, biz halen daha orta çağ kafasıyla, amerikan ve israil silahlarıyla ıslak fetih rüyaları görüyoruz. devir teknoloji devri. sınırlar kalkıyor dünyada. adam gibi üretip, paranla ve teknolojinle dünyada söz sahibi olmadığın sürece üç karış fazla toprağının olması veya olmaması kimsenin sikinde değil.

  • atatürk havalimanının yıkılması üzerine siz kime sordunuz temalı tweet’lerdir. kaynak

    --- spoiler ---

    1912’de kurulan, osmanlı’dan miras alınan, dünyanın ilk 10 havaalanından birini yıkıyorsunuz. insan babasının malını bile yıkacak olsa kardeşine, akrabasına, eşine, dostuna danışır. siz bu milletin servetini yıkarken kime danıştınız? seçilmiş belediye başkanına sormadınız+++

    siyasetçilerine sormadınız, akademisyenine sormadınız, sivil toplumuna sormadınız. 16 milyona sormadınız. kime sordunuz? ortak akla başvurmadan, millete sormadan bunca büyük bir milli serveti tahrip eden akıl istanbul’un kutsallarını da yıkar. +++

    mehmet akif’in dediği gibi “hadi gel yıkalım şu süleymaniye’yi desen, iki kazma iki kürek, iki de ırgat gerek. ancak hadi gel yapalım şunu geri desen, bir sinan, bir de süleyman gerek”. covid’i bahane edip pistin üstüne hastane yaptınız, içi bomboş.+++

    atatürk havalimanı’na özel yapılmış metro yatırımını, marmaray’ı boşa çıkardınız. şimdi havalimanını park yapacağım diyorsunuz ama şehrin kuzeyinde tam 136 katı büyüklüğünde bir alanda doğayı, tarımı, ormanı katledip, imara açıyorsunuz. +++

    niyetinizi iyi biliyoruz. iki dozer bir ekskavatörle hayat pahalılığını, işsizliği, geçim derdini unutturmak, milleti tahrik etmek ve kaos yaratmak istiyorsunuz. ama nafile! ne kadar çabalarsanız çabalayın millet bu tahriklere gelmeyecek, hiçbirimiz bu tuzağa düşmeyeceğiz! +++

    hala bir parça vatan, bir parça millet sevginiz, bir parça istanbul aşkınız kaldıysa, durun! kararı aziz millete bırakın.

    --- spoiler ---

    edit: spoiler

  • fermuarlı kot giymiş erkek nesil; anlamıştır gerekli acı eşigini. tarifi mümkün olmayan kısa ama şiddetli bir deneyimdir.

  • allah, kimseyi bu duruma düşürmesin. keşke yaşayıp da savaşsaydın. şimdi oğluna birileri o pantolonu hediye eder. şov yapar. okulunda ilk hafta sürekli başı okşanır.
    ve sen, bir çocuğu babasız savaşmak zorunda bıraktığınla kalırsın.
    yine de kardeşimiz buraları okursa bilsin ki şimdi okuyup yükselmenin tam zamanıdır.
    pes etme sen sakın.

  • içen kişiyi ölümsüz kıldığına inanılan efsanevî su. nâm-ı diğer " hayat suyu. "

    insanoğlu her daim ölümsüz olmayı istemiş hatta tarih boyunca bazı hükümdârlar akla hayale sığmayacak işlere girişmiştir bu uğurda.

    gerçek ile mitolojinin yoğun şekilde iç içe geçtiği unsurlardan biridir âb-ı hayat.
    tüm dünya mitolojilerinde olmakla birlikte gılgamış destanı ve iskender efsanesi, âb-ı hayat özelinde mükemmel eserlerdir.

    tarihin ilk yazılı destanı olan gılgamış destanı'nda, hükümdâr gılgamış'ın ölümsüzlüğü arayışı hikâye edilir.

    iskender efsanesinde, iskender, âb-ı hayat çeşmesinin varlığını öğrenir âlimlerden. tüm ordusunu toplar ve bu suyu aramak için yola koyulur. lâkin olmadık işler gelir ordunun başına ve iskender'in yanında sadede aşçı kalır. aşçı yemek hazırlamak için bir çeşmeye gider, yanındaki tuzlanmış balığı yıkamak ister fakat balık suya değer değmez canlanır ve çeşmenin gerisindeki derin suya atlayıp kaybolur. aşçı, bu suyun âb-ı hayat olduğunu anlar ve ve sudan içer. olayları iskender'e anlatır. iskender bunun üzerine hemen oraya koşar fakat çeşme falan göremez. o kadar çok sinirlenir ki aşçıyı öldürmeye karar verir ancak bir türlü öldüremez. nihayet aşçının boynuna bir taş bağlayıp onu denize atar. aşçı yine de ölmez ve artık bir deniz cini olarak sonsuza dek yaşamaya devam eder.

    evet, mitolojik bir sudur bu lâkin tarih boyunca gerçekten var olmuş bazı simyacılar, hükümdârlar bu suyun var olduğuna gerçekten inanmışlar ve onu aramışlardır.

    meselâ günümüzde dünya üzerindeki en inanılmaz kalıntılardan olan toprak askerleri mezarının çevresine yaptıran çin'in ilk imparatoru qin shi, âb-ı hayatın bulunması için ülkesinde bir ferman yayımlamış, bu ferman 2002 yılında arkeolojik kazılarda bulunmuştu.
    dünya üzerinde ölümden bu kadar korkan başka bir insan olduğunu sanmıyorum.
    öyle ki bu fermanlar çin'in en ücra köşelerine dahi ulaştırılmış, dağlar kazılmış, dereler kurutulmuş lâkin yine de âb-ı hayat bulunamamıştır. bunu da hükümdâra gelen cevaplardan anlıyoruz.

    islâmî bir figür olan hızır da bu sudan içmiştir. biliyorsunuz ki kendisinin günümüzde hâlâ yaşadığına ve zor durumdaki insanlara yardım ettiğine inanılır.

    hz. süleyman ise bu suyu içmeyi reddetmiştir. kendisinin hüdhüd kuşlarından oluşan bir meclisi vardır. kuşlar; vakti geldiğinde ölümün daha hayırlı olduğunu, bütün çocuklarının, torunlarının ölümünü görerek yaşamasının çok büyük acılar çekmesine sebep olacağını söylerler ve hz. süleyman da bu suyu içmekten vazgeçer.

    aslında tarihi boyunca filozofların da sordukları bir sorudur bu:

    " ölümsüzlük iyi midir? kötü müdür? "

    sanırım hiçbir zaman ortak noktada buluşulan bir cevabı olmayacak.

    türk mitolojisinde ise âb-ı hayat'a bengi su denilmektedir. yaşam ağacının dibinden köpük köpük çıkar. mesela köroğlu destanlarında köroğlu'nun atı bu suyu içerek ölümsüz olur.

    nihayetinde efsanevî olsa da özellikle bu hayatta kaybedecek çok şeyi olanların " keşke gerçek olsa da içsem " diye düşünüp durduğu bir sudur âb-ı hayat.

  • digitürk'te denk geldim. çok sevdiğim ve cidden hiç boşu yok denen oyunculardan (bkz: patricia arquette)'yi de görünce direk izlemeye başladım. henüz 3 bölüm oldu ama çok etkilendim. gerçek hikaye olması inanılmaz bir şey. bölüm sonlarında "gerçek olaylara dayansa da abartılı sahneler mevcuttur" diye uyarı geçmesine rağmen, o abartılar olmasa da olayın gerçekliği sizi ürpertiyor.

    bu kadar az entry girilmesine şaşırdım açıkçası. 2019 un son güzel dizisi olabilir. o ne muhteşem oyunculuklar. gipsy'yi oynayan (bkz: joey king) de döktürmüş cidden. bizde otizmli doktoru, gözlerini boş boş bir yere dikerek iyi oynadığını zannedenlerin izlemesi gerekir.