hesabın var mı? giriş yap

  • az sonra yapacağım insani eylem.

    üç adet kamyonet tuttum.

    gördüğüm her dana,boğa,buffalo vs. büyükbaş hayvanı kamyonetlere dolduruyorum.

    ve hindistan konsolosluğu'nun bahçesine bırakıyorum.

    konsolosluklar başka ülke toprağı sayıldığından, birçok müminho da avcunu yalamış oluyor.

    bana şans dileyin erenler...

  • erkekler ve kadınlar için güzellik olgusu dönem dönem değişen bir olgudur. insanoğlu bu durum için türlü türlü şeyler yapmıştır. bu yapılan şeylerden biri de diyettir. günümüze kadara şöyle bir baktığımızda insanların uyguladığı bir çok diyet şekli bulunmaktadır.

    fakat en garipleri 1830'lardan 1900'e kadar olan viktorya dönemine hastır. çünkü dönemin güzellik olgusuna baktığımızda özelliklerde kadınlarda ince beller, dar korseler ve konumuzun da içeriği olan ilginç diyetler dönemi popüler kültürü haline gelmiştir.

    bu popüler kültür diyetlerinden bir tanesi de tenya diyetidir. evet yanlış duymadınız tenya diyeti. bilmeyenler için bir veteriner olarak kısacak açıklayacak olursak; tenyalar bir çok canlının ince bağırsaklarında yaşayan 3ila 20 metre arasında uzayabilen ve yassı solucanlar takımının sestod dediğimiz bir ailesine ait, omurgasız bir hayvan cinsidir. kabaca bir solucan türüdür diyebiliriz.

    temelde fikir basitti nasıl şimdi zayıflama çayları vs. gibi ürünler varsa dönemin doktorları ve doktor görünümlü şahıslar veya pazarlamacılar içlerinde tenya larvası bulunan hapları satar ve reçete ederdi, dönemin bu klinik uygulaması düşündüğümüzden de fazlaydı. zamanın kadınları larva içeren küçük hapları yutardı. parazit larvaları içeri girdikten sonra konakçı gövdesiyle büyür ve konakçıdan beslenen bir solucana haline dönüşecektir. bu sayede solucanlar kadınların yediklerine ortak olacak ve midelerine giren yiyeceklerin çoğunu yiyeceklerdi, bu sayede kalori alımları ve şişmanla ihtimalleri düşecekti. sonuç olarak canlarının istediği kadar yemeye devam edeceklerdi. bu sayede 16 inçlik mükemmel bir bel için vücutlarının şeklini değiştirecek boğucu korselere rahatlıkla girebilirlerdi. bu diyet için slogan bile bulmuşlardı tehlike yok, diyet yok, egzersiz yok.

    ancak bu aynı zamanda bir acı ve rahatsızlık dünyasını da beraberinde getiren bir durumdu. çünkü o tenyaları vücuttan uzaklaştırırken, dönemin doktorları yiyecekle doldurulacak ve hastanın sindirim sistemine yerleştirilecek silindirik bir tüp yarattılar. bağırsaklardaki solucan acıkana ve tüpe doğru hareket edene kadar kişi birkaç gün yemek yemekten kaçınmaları gerekecekti. fakat birçok kadın tüpü yutarken boğularak öldü için bu yoldan vazgeçildi. diğer bir yol ise solucanı dışarı atmak için anüs içine bir bardak taze süt sokmaktı.

    nitekim tıp ilerledi ve sonuç olarak bu gibi uygulamalardan* vazgeçildi. çünkü bu tarz iç parazitler sizi oldukça fazla etkiyebilir. şimdi de kısaca bu canlıların konakçıya verdiği zararlara şöyle bir bakalım.
    *ishan/karın ağrısı
    *mide bulantısı
    *vücudun verdiği reaksiyondan dolayı ateş
    *bağırsak çeperine tutulduklarından dolayı kan kaybı/anemi
    *alerji
    *başka bakteriyel enfeksiyonlar
    *bazı besin maddelerinin emilmesini engelledikleri için oluşan metabolik sorunlar
    *aşı çoğalmadan dolayı bağırlarda ruptur/yırtılma veya tıkanıklık
    *safra kanalları, apendiks veya pankreas kanalının tıkanması
    *bazı yaşamsal organlarda işlevsel bozulmalar ve nörolojik sorunlar
    gibi gibi... bir çok sorunlarla karşılaşabilirsiniz.

    kaynak:1234

  • bu görüntüler olaydan öncedir sonradır bilemem. ama bu kadın nedense bana hiçbir zaman samimi gelmedi. he ahmet kural da en az onun kadar samimiyetsiz, o ayrı.
    bu sebeple ilişkilerinden haberdar olunca tencere kapak diye düşünmüştüm. sonra böyle bir olayla günlerce gündemi meşgul ettiler.
    şimdi sıla’nın darp raporu almak için kendi kendine zarar vermesi ile alakalı görüntüler görsem hiç şaşırmam. aynı şekilde ahmet kural’ın sıla’yı darp ettiği görüntüleri görsem “vay anasını, bak yapmış demek ki adam” da demem.
    kocaman bir ülkenin gündemini böyle insanların şekillendirdiğini görmek üzüyor sadece. ne diyeyim, yazık vallahi hepimize.

  • --- spoiler ---

    snape suçluluk duygusu ile hareket eden bir aciz iken sirius sevgi dolu bir kahramandır.

    tek bir always saçmalığı yüzünden yaptığı her şey unutulan sümsukus ile gönüllerin kahramanı patiayakın karşılaştırılmasıdır.
    sorarım size, voldemort kehanetin bahsettiği kişinin harry potter olduğuna karar verip lily'i öldürmeseydi snape dönecek miydi davasından.
    zekasına mümkün değil tek bir laf edemeyeceğim snape'in karakterini bir tek aşık diye bu kadar övmek nedendir? ki o aşık adam zamanında sevdiği kadına, arkadaş olmalarına rağmen herkesin içinde bulanık diye kendince hakaret eden, suç ortakları, fikirdaşları tarafından ebeveynleri delirtilen bir çocuğa sırf voldemort onun anne-babasını seçmediği için türlü işkenceler yapıp aşağılayan, sevdiği kadının oğluna, sırf babasından nefret ettiği için, suçluluk duygusunun da etkisiyle hayatı zehir eden bir adam değil mi aynı zamanda.

    romantik saçmalıklarla snape istendiği kadar pohpohlansın tek bir yağlı saç teli bile 'arkadaşlarına ihanet edeceğine ölseydin,biz senin için bunu yapardık' diyen sirius ile kıyaslanamaz.

    --- spoiler ---

  • anladım şimdi, bunlar sanghay işbirliği örgütü zirvesini sırayla dünya lideriyim pozu verip foto çekinmek için yapmışlar.

  • sürekli kitap aldığım sahafta şöyle bir diyaloğu duymama neden olmuştur;

    çocuk: neden pahalı o kitap o kadar?
    sahaf abi: pek bulunmayan bir baskısı
    çocuk: olsun. marquez o kadar iyi bir yazar değil ki.
    sahaf abi: kalk git lan bu dükkandan!!

    edit: hazır başklıktaki en beğenilen entry bu olmuşken bir de bruada belirteyim. ekşi şeylere de giren o satırların marquez ile pek alakası olduğunu düşünmüyorum. veda mektubu diye paylaşılan şeyin ise kesinlikle ama kesinlikle marquez ile alakası yok.

  • böyle saf, sürekli gülen çocuklar olur ya, münevver öyleydi işte. suratından gülücük eksik olmazdı.

    tanıyan tanımayan herkes melek diyor ya hani, gerçekten melek gibiydi. bir tövbe tövbeee demesi vardı, sırf onu söyletmek için sınıfta saçma saçma şeyler söylerdim. he bir de sürekli saçlarıyla oynardı, bir parmağı sürekli saçlarının uçlarındaydı. elleri de minicikti. sonra hadi fal bakalım diye tuttururdu, meraklı melahat derler ya münü'ye uygun bir lakaptı bence. konuşmaya başlayınca yanaklarını sıkası gelirdi insanın. böyle bıcır bıcır... bir gün sınıfa elimde browni falan girdim sırada oturuyordu, pislik yapayım dedim. gittim yanına bak münü şimdi ne yapcam dedim, baktı, browniden koca bir parça ısırdım çiğnedim, o da meraklı gözlerle bakıyor, sonra açtım ağzımı ööö diye, bir ıyy diyerek kaçışı vardı kopmuştuk sınıftakilerle.
    o kadar iyi niyetliydi ki, herkesi kendi gibi sanardı. kuşummm kuşumm diye ortalıklarda gezinirdi. parça parça bunları hatırlayıp, onu düşününce bir gülümseme yerleşiyor suratıma. unutmuyor insan sesini, gülüşünü. keşke diyoruz ama...

    okuldaki son günü de dün gibi düşününce.

    doğum günü için yer ayarlamaya gideceklerdi onunla birlikte. yine o parlak sarı ugg'larını giymişti. çok dalga geçerdim o ayakkabısıyla da. o gün geldi kuşum dedi sence pantolonumu ugg'ların içine sokayım mı yoksa üstünde mi kalsın. bende dalga geçtim yine kızım o ne ayakkabı ya çıkar bence komple diye. ya söyle hadi dedi. söyledim. meğer son kez dalga geçmişim münü'yle. hayatında ilk kez, sevgilisi dediği adamla doğum günü için yer ayarlamaya gidecekti. içi içine sığmıyordu, mutluydu, nişantaşında olacak, bir yer var diyip duruyordu. sürekli sırıtıyordu. sonra ders bitti. okuldan çıktık. o çıkışta bekliyordu, taksi geldi, binip gitti...

    insanın aklının alamayacağı şeyler vardır ya hani, bu da onlar biri. böyle bir insana, böyle bir kader mi diyim ne diyeyim bilemiyorum... ama bildiğim tek bir şey var, onu tanıyan biri kesinlikle onu unutmayacak. hep gülücükleriyle hatırlayacak.