hesabın var mı? giriş yap

  • ingiltere nin fransa topraklarını ele geçirme arzusu yüzyıl savaşları nın başlamasına neden olmuştu. 1337 ile 1453 yılları arasında yaklaşık 116 yıl süren savaşların başlangıcında ingiltere, fransa nın bir bölümünü işgal etmişti. 1346 yılında crecy savaşı nda ingilizler, tarihte ilk defa top kullandı. yüzyıl savaşları surların savaş sırasında etkili olduğu son savaş oldu. bu savaşlar sonucunda fransa da feodal sistem zayıfadı ve derebeylerine karşı yapılan mücadele neticesinde mutlak krallıklar kuruldu. siyasi birlik sağlandı. ingiltere de yüzyıl savaşları sonucunda iç savaş çıktı. iki gül adı verilen iç savaş 30 yıl boyunca devam etti. ingiltere deki feodal sistem de zayıfladı. batı dünyasındaki en önemli iki gücün böyle bir sorun ile uğraşmaları osmanlı devleti nin işlerini kolaylaştırdı. balkanlardaki ilerleyişte kolay bir sürece geçildi.

  • "dünyaya zulmeden bir milletin dilini öğrenmişsiniz" deyip "7 cihana korku salan" osmanlı'yı öven bir kişinin videosu.

    doğru ya batı yapınca zulüm, osmanlı yapınca fetih, ecdad, din iman.
    tarihi iki yüzümüzle okumayı bıraktığımızda insan olacağız, gerçekten.

  • tamam la inandık. numaraları yazmanıza gerek yok. girmiş başlığa sadece 212 yazmış adam. aferin, otur, 5

    unutmuşsun abi 202 olacaktı o mu dememizi bekliyor acaba

    ya da numaranızın kaç olduğunu bütün türkiye'nin merak mı ettiğini düşünüyorsunuz nedir

    (bkz: birinci tekil şahsın sözlükteki yeri)

    tanım: yalnızca aynştaynların yapabileceği eylem

  • yönetmenliğini lewis milestone'un yaptığı, lew ayres, louis wolheim, slim summerville, john wray ve raymond griffith'in başrollerini paylaştığı, 1930 yapımı, erich maria remarque'nın romanından uyarlanmış, 140 dakikalık, iki oscar ödüllü (en iyi film, en iyi yönetmen), siyah beyaz film.
    bu film sesli sinema döneminin gerçek anlamıyla ilk klasik filmidir ve ilk savaş karşıtı filmdir.
    erich maria remarque'ın romanından uyarlanan bu film büyük savaş sırasında bir grup genç alman gönüllüyü anlatmaktadır.

    --- spoiler ---
    iyimser, vatansever gençlerin, siperlerde hayatın grotesk iğrençlikleriyle yüz yüze gelip savaşın yol açtığı anlamsız tahribatın boyutunu kavramaya başladıkça romantik hayalleri yerle bir olur, idealistlikleri kaybolur.
    bir düşman mermisiyle öldürülmeden bir saniye önce bir kelebeğe dokunmak için elini uzatan askeri gösteren son sahne hala sinemanın en canlı ve unutulmaz görüntülerinden biridir.

    --- spoiler ---

    savaş sırasında bir çok ülkede yasaklanmış lan bu filmin en güçlü yanlarından biri de mutlu son bekleyen seyirciyi ters köşeye yatırmasıdır. çünkü savaşta mutlu son olmaz.
    o yıllardaki sinema seyircisinin unutmayı, kaçmayı arzuladığı bir dönemde böyle bir konuyu ele almak hollywood için gerçekten cesaret işi. film zamanına göre teknik açıdan çok etkileyici. sesli filmin yeni başladığı dönemde, cihazlar çok ilkelken yönetmen lewis milestone ilk olarak büyük bir vinç kamera kullanarak insanların savaştığı ve öldüğü çamura ve kana bulanmış siperlerin panoramik görüntülerini çekmiş. sonuçta ortaya çıkan, siper savaşının son derece gerçekçi bir görünümüdür ve ancak stanley kubrick'in 1957'de çektiği paths of glory filminde aynı gerçekçi etki sağlanabilmiştir. filmin görünürdeki yıldızı, filmden bir yıl önce the kiss'de oynamış olan lew ayres'dir. o sırada henüz 21 yaşındaydı ve ikinci dünya savaşı sırasında vicdanen savaşa karşı olduğunu açıklamasıyla başarılı kariyeri sona erdi.
    (bkz: idealizm bitti, artık yalnızca çaresizlik, yenilgi ve ölüm var)

  • şüphesiz iman dolu gözlerin göreceği ibret verici satırlardan oluşur. bu türküyü 2000li yıllara kadar oynaya hoplaya söyleyenler için sonuç acı verici olmuştur. bakınız para bakınız gemi hem de recep var, karakol var.işte tüyleri diken diken eden o satırlar:

    gemilerde talim var
    bahriyeli yarim var
    o da gitti sefere
    ne talihsiz başım var
    hani benim recebim
    sarı lira vereceğim almazsan karakola gideceğim.

  • bir 3-5 yıl olmuştur sanırım. gerçi gönül üzerinden yüzyıllar geçsin istiyor ya, neyse. böyle aile meclisi toplanmışız, masalar uç uca eklenmiş, uzun bir masada yemek yenilmekte. amcalar, halalar, teyzeler ve bu saydıklarımın alt soyları ile üst soyları, epey kalabalığız anlayacağınız. tam bir hiyerarşi olmasa da ailede kendinden en çok korkulanlar başta olmak üzere büyükten küçüğe doğru da bir dizilim söz konusu. biz kuzenlerse masanın sonlarında gırgır şamata konuşlanmışız. hangi sivri akıl bilmiyorum ama içlerinden biri böyle bir kalabalığı en son aztec stadında görmüş olacak ki "hadi meksika dalgası yapalım lan." diyor. olur mu? olur. o coşkuyla dünyanın en sıradan gösterisi gibi geliyor bünyeye, gençlik işte. neyse efenim, en uçta oturmam hasebiyle 3! deyince verilen "başlat!" komutuyla 'oleeyy' nidalarıyla ayağa kalkıyorum geri oturuyorum. masada ölüm sessizliği. herkes manasızca bana bakıyor. kuzenler dahil. çok pis tufaya geliyorum. dayımın "hayırdır inşallah" bakışları eşliğinde tek derdim buymuş gibi tabakların desenlerini incelemeye başlıyorum. o günden sonradır ki, aile ortamlarında "alemin kralı geliyooorr" tezahüratıyla karşılanır; "eski açık sarı desene" diyeni vururum.

  • beyler bu bir futbol maçı değil bu bir gövde gösterisi.

    bu normal bir maç değil “ben senden büyüğüm” mesajı.

    şampiyon olmuşsun bir haftadır alkol alıp parti düzenliyorsun, takım antrenman yapmıyor, şampiyon olmuşsun odaklanacağın bir şey kalmamış çıkıp 3 atıyorsun.

    devre arasında getirdiğin dünya yıldızı çıkıp 2 tane gol atıyor. galatasaray bu italyan aygırını getirirken sen bek oyuncusu alıyordun. fark var.

    çakma yıldızlarla kendinizi avutun, maç sahada oynandı.