hesabın var mı? giriş yap

  • new york'ta mescit olmadığını düşünenlerin birazdan yalayacağı abi.

    new yorkt'a tonla mescit var hadi onu da geçtim neden taksinin üstü biraz anlatsana.

  • gelin, birlikte biraz da işin tarihine de inerek einstein'ın kuantum fiziği ile gerçekleştirdiği cebelleşmesine, yani hep tartışılan einstein ve kuantum zıtlaşmasına dair derin ve ayrıntılı bir bakış açısı kazanalım. aynı zamanda atom altı dünyanın karmaşıklığına da inelim. einstein, tamamen yanılmışmıydı ve kuantum fiziğine ölümüne karşı mı çıkmıştı?

    bu konudaki anlayışı genişletmek adına bu hususta bir şeyler yazmayı uygun buldum.

    ilk olarak einstein'ın bilinenin aksine kuantum kavramının icat edilmesine yardımcı olduğunu, ancak olasılıklı bir evren düşüncesiyle ölümüne kadar mücadele ettiğni belirterek başlayalım. yani burada en çok yanlış bilinen nokta bu. kuantum fiziğine tamamiyle karşı çıkmıyor hatta onun gelişmesinin baş aktörlerinden biri. onun esas karşı çıktığı nokta olasılıksal yorum.

    1926'da albert einstein kuantum mekaniğine ait olan 'evrenin olasılıksal yorumu' düşüncesinden tamamen uzaklaşmaya başladı. einstein’ın zihninde, evren eninde sonunda temel olarak deterministik olan fizik kanunlarına uymak zorundadır (bkz: determinizm) ve einstein bundan taviz vermek istememiştir. einstein, max born'ın (1882–1970) ona yazdığı bir mektuba cevaben bunu en açık şekilde dile getirmiştir:

    “kuantum mekaniği çok etkileyicidir. ama bir iç ses bana bunun henüz gerçek bir şey olmadığını söylüyor. teori çok yarar sağladı ancak bizi eskiden beri var olanın gizemine yaklaştıramadı. ben, her zaman tanrının zar atmadığına ikna oldum.”

    aslında einstein-kuantum zıtlaşmasına dair yorumlar, einstein'ın tanrı zar atmaz sözünün yanlış yorumlanmasından da kaynaklanıyor ve direkt bütünüyle onun kuantum teorisine karşı olduğuna dair yanlış bir kanıya sebep oluyor. burada aslında öne çıkan şey, olasılıklı düşünce fikri.

    gerçekten de, einstein'ın yaşamının son 30 yılı boyunca (18 nisan 1955'teki ölümünün hemen öncesine kadar) yaptığı bilimsel çalışmaları, birleşik bir alan teorisi bulmaya odaklanırken, bu vizyona bağlıydı. böyle bir teorinin amacı, yerçekimini (einstein'ın kendi genel göreliliği ile tanımlandığı gibi) ve elektromanyetizmi (maxwell denklemleri tarafından tanımlandığı gibi) birleştirmek ve en önemlisi, “kuantum belirsizliğini” fizikten kurtarmaktı.

    bununla birlikte, einstein'ın kuantumla olan ilişkisi her zaman bu kadar gergin değildi ve aslında, kuantum teorisinden kuantum mekaniğine geçildiği gibi, 20 yıl boyunca herkesin düşündüğünün aksine, kuantumun gelişiminde başı çekiyordu. peki neler olmuştu?

    1900 yılına gelindiğinde, 42 yaşındaki max planck (1858-1947), belirli bir sıcaklığa kadar ısıtıldığında bir nesnenin ürettiği radyasyonun spektrumunun temellerini atmak için için yaklaşık altı yılını harcadı (örneğin en basit haliyle elektrikli soba ısıtıldığında kırmızı bir renge döner) ve onun teorisinde ortaya çıkarılan bir hata, yeni deneysel verilerle birleşince sanki planck'in çabaları boşa çıkmış gibi görünmeye başlamıştı. bununla birlikte, planck ivedilikle gerekli düzeltmeleri yaptı ve deneyle mükemmel bir uyum içinde olan yeni bir teori ortaya koydu.

    bununla birlikte, bu başarının bir bedeli olabilirdi. onun yeni teorisi de bize, enerji paketleri (kuanta) ile ilgili ilginç bir kavramı ortaya çıkaracaktı: atomik düzeyde madde klasik fiziğin varsaydığı gibi sürekli düzeyde değil, kesik kesik “ayrı” parçalar halinde enerji emer ve yayar. planck ve diğerleri yeni kuramının bu yönünü tam olarak benimsemekten çekiniyorlardı. ancak, einstein bunu hemen yapar ve yaklaşık 20 yıl boyunca onun üzerinde çalışır. ( aslında burada einstein'ın kuantum fiziğine direkt olarak karşı olmadığının en büyük örneklerinden birini görmekteyiz)

    1905'te, einstein 26 yaşındayken, ışığın üretimi ve dönüşümü ile ilgili keşifsel bir bakış açısı yayınladı (fiziği sonsuza dek değiştirecek üç diğer çığır açan makaleyle birlikte, doktorasını tamamladı, bu onun mucizevi yılıydı). ışığın da yığınlardan (yani, ışığın kuanta olarak adlandırılan enerji paketlerinden) meydana geldiğini veya foton olarak adlandırdığımız parçacıklar olarak davrandığını öne sürmekteydi.

    ışığın doğası, antik yunanlılara değin birçok kez tartışılmıştır. 1864'te james clerk maxwell (1831–1879) tarafından yayımlanan elektrik ve manyetizma ile ilgili bir dizi makalede son olarak, 1873'te yayınlanan elektrik ve manyetizma üzerine bir incelemesi ile birlikte , ışığı bir parçaçık (foton) değil, elektromanyetik dalga olarak adlandırılır. ışığın temel özelliklerinin çoğu için dalga ile uyumlu olduğunu iyi bir şekilde tanımlanmıştır. ancak hepsi için ışığın dalga şeklinde davranması geçerli değildi; ancak einstein’ın kuantası sayesinde bu tutarsızlık, yani ışığın farklı davranışları, başarılı bir şekilde ele alınabilindi.

    bununla birlikte, einstein’ın fikri, planck’ın kuantum teorisinden çok daha fazla bir tepkiyle karşılandı. fizik topluluğunun genel düşüncesi belliydi: "ışığın dalga teorisine burnunuzu sokmayın!"

    ancak einstein bu konuda kararlıydı ve bir parçacık olarak ışığın meydana getireceği sonuçları keşfetmeye devam etti ve kuantum teorisi üzerine çalışmalarını ısrarla ilerletti.

    1909'da, ışığın momentumu üzerinde düşünürken, ışığın hem bir parçacık hem de bir dalga gibi davrandığını buldu ki bu daha önce hiç açıklanmayan bir ikilikti (dalga-parçacık ikililiğinin, de broglie versiyonu, 1923 yılında ortaya konacaktı). sonuçlarına atıfta bulunurken şunları söyledi:

    "işte tam bu nedenle, teorik fiziğin gelişimindeki bir sonraki aşama, ışığın dalga ve parçacık düşüncelerinin bir tür füzyonu olarak anlaşılabilen bir ışık teorisi olacaktır."

    genel göreliliğe odaklanmak için zaman ayırdıktan sonra, einstein temmuz 1916'da kuantum teorisine geri döndü. onun çabaları, 1916'da iki, 1917'de de üç bildiri ile sonuçlandı.

    einstein, planck’ın çalışmalarının bir nevi kuantum türevini elde etmeyi başarırken, diğer teorilerden gelen varsayımlara dayanmak zorunda kaldığı için yetersiz kalmıştır; ancak bu çalışma ile einstein, daha derin ve reflektif bir ışık anlayışı elde etmede başarılı olacaktı.

    teorinin önemli bir başarısı, bir fotonun bir atomdaki elektrona “çarpması” ile daha düşük bir enerji durumuna düşerek yayılmasına yol açan "uyarılmış emisyon" kestirimiydi. bu yeni mekanizma, günümüz lazerlerinin temelini oluşturur.

    einstein, çok şaşırtıcı bulduğu bir başka ilginç fenomeni de ortaya çıkardı. uyarılmış emisyonun aksine, bir atom da kendiliğinden bir emisyon yayar. adından da anlaşılacağı gibi, bu doğal olarak meydana gelir içinden bir fotonun geçmesi gerekmez; ama bu uyarılmış emisyona çok benzer bir süreçtir. (en çok radyoaktif bozunma süreçlerinde, x-ışınları veya gama ışınları gibi radyasyonun doğal olarak yayıldığı yerlerde meydana gelir.) kendiliğinden gerçekleştiği için, yayılan foton herhangi bir yöne fırlayabilir, ki bu da henüz bilinmemektedir. başka bir deyişle, fotonun fırladığı yön, doğal olarak rastlantısaldır ve bu rastlantısallık einstein'ın kuantum teorisi ile olan huzursuzluğunun başlangıcı olacaktı.

    einstein 1925'te kuantum teorisine (ve belki de fiziğe) son büyük katkısını yapacaktı. 1924'te satyendra nath bose (1894–1974) sonunda planck'ın teorisinin tam kuantum versiyonunu elde etmeyi başardı ve bunu einstein'ın ışık kuanta adı verilen enerji paketleri konseptini benimseyerek gerçekleştirdi; ve bu olay devrim yaratan bir şeydi ve kuantum istatistiği denen bir alanı oluşturacaktı. einstein, hemen hemen 20 yıl ışığın temel doğasıyla cebelleşmişti ve bose'un başardığı şeyi hemen anlaması gerekiyordu.

    bose'un ışığa göre geliştirdiği yöntemin, atomlara da uygulandığına inanan einstein, monoatomik ideal gaz kuantum teorisini geliştirmeye devam etti:

    "bose'un planck'ın radyasyon formülünü türetmesi ciddiye alınırsa, o zaman ideal gaz teorisini görmezden gelemeyiz"

    einstein, yöntemini detaylandıran üç makale yazdı. ilk makalede (bose'un makalesinin yayınlanmasından sadece sekiz gün sonra prusya akademisinde sunuldu), einstein, bose'nin yeni yöntemini monoatomik ideal gaza başarıyla uyguladı.

    1925'te basılan ikinci yazı, üçünün içinde en önemlisidir. burada einstein, şu anda bose-einstein yoğunlaşması (bec) adını verdiğimiz çok sıra dışı bir faz geçişinin oluşumunu öngörmektedir. bec'de, gazdaki atomlar, sıcaklık düştükçe, en düşük enerji durumuna yoğunlaşmaya başlar. bu etki, sıcaklık mutlak sıfıra indirildiğinde en belirgin hale gelir, bu noktada tüm gaz atomları bu en düşük enerji durumuna yoğunlaşır.

    bec'in şaşırtıcı kısmı, atomların yoğunlaşmasının, onları bir arada tutan çekici etkileşimlerle bir ilgisi olmamasıdır. bu, atomların kendilerinin kuantum doğasıyla ilgilidir.

    erwin schrödinger (1887-1961), 1926'da dalga mekaniği olarak bilinen yeni bir kuantum teorisi üzerine altı ana makale üretecek ve bize onun ünlü dalga denklemini verecekti. einstein, başlangıçta schrödinger'in başarısını çok olumlu bir şekilde karşılayacaktı. “işinizin arkasındaki fikir gerçek bir deha içeriyor!” on gün sonra einstein şunları ekledi: “kuantumun formülasyonu ile kesin bir ilerleme kaydettiğinize inanıyorum…ancak, onun hisleri yakında değişecekti.

    schrödinger'in dalga denkleminin fiziksel etkileri, schrödinger'in kendisi de dahil olmak üzere herkes için hala büyük bir gizemdi. nihayetinde haklı olan max born olacaktı: “parçacıkların hareketi olasılık yasalarını izler….” başka bir deyişle, klasik bir parçacıktan farklı olarak, bir kuantum parçacığı (elektron, foton, vb.) zaman, herhangi bir andaki konum, momentum, enerji bakımından iyi tanımlanmış değerler ve iyi tanımlanmış kesin bir yol izlemez. bu gibi fiziksel nicelikler, tamamen doğal bir kuantum olasılığı ile belirlenir.

    kuantumdaki olasılığın altında yatan fikir, einstein için kanıtlanması çok zor olan bir şeydi. birleşik alan teorisi hayalini sürdürmek için sonsuza kadar yeni kuantum mekaniğine sırtını dönecekti. sonunda, einstein bu nihai hayali asla gerçekleştiremeyecekti. bütün bunlarla birlikte, kuantum mekaniğinin “tuhaflığı” ve gizemi bugün hala devam ediyor.

    kaynak: https://blogs.scientificamerican.com/…-the-quantum/ den derlenmiştir. (27 mart 2018 tarihli makaleden)

    edit: önceki bir entrylerimde (bkz: #75252991) einstein'ın mikro ölçekteki evrene çok fazla yoğunlaşmadığını belirtsem de bu yazı bunu birazcık düzelterek, (görelilik ile fiziğe makro ölçekte yaptığı muazzam katkıya rağmen). bu konudaki anlayışı genişletiyor.

  • kaç gündür ortada yoktur, çıktı ve başladı gene. bıktık senin bu nefret kusan, bölen, yalan söyleyen ağzından.

  • --- spoiler ---

    sırlar odası bence serinin en kötü kitabı.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    kitapları bilemeyeceğim, okumadım.
    --- spoiler ---

    entry: #73556558

    bu iki cümle arasında sadece 4 cümle kurmuş.

    kusura bakma da, bu şekilde entry girersen başına bir şeyler gelir.

    tanım: harry potter serisinin yazarı.

  • tc cumhurbaşkanının terörist olmadığını söylediği bir çöl faresinin vurduğu çocuktur.

    edit: özelden "reis haklı" yazan sığırlar var aranızda. olm siz değil misiniz 2 aydır çocuklar ölüyor diye kafa ütüleyen? ee burdaki de çocuk değil mi? önemli olan sayı mı sadece? çocukların çektikleri acı açısından biz de israil'in yaptığını onaylıyor değiliz ama çocuk çocuktur. çocuğa silah doğrultan her kim olursa olsun o.pu çocuğunun bayrak taşıyanıdır. az biraz karakteriniz olsun lan, bir taraftaki çocuklar için ağıt yakarken diğer yandaki çocuklara oh canıma değsin diyen cibilliyetinizi s.yim ben sizin onursuzlar.

  • fenerliler diyorsa doğrudur beyler. adamlar şikenin nasıl olduğunu bir bakışta anlıyorlar. tecrübe var sonuçta.

  • baget tarihçesi yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. günümüzdeki modern görünümüne ulaşmadan önce genellikle ritüeller sırasında vurmalı çalgılar üzerinde kullanılmak için tokmak benzeri hali kullanılmıştır. orta çağ'da da insanlar canlı performanslara ritim ve müzik eklemek için kullanmışlardır. ilk bagetin ise yedinci yüzyılda asya'da ortaya çıktı bilinmektedir.

    günümüzde ise modern bagetler bir hayli çeşide sahiptir. öncelikle sayılardan başlayalım. en sık kullanılanlar; 2, 5 ve 7. kullanılan sayı ne kadar büyük ise hassaslık o denli fazladır.
    düşük sayı: daha ağır, daha kalın baget
    yüksek sayı: daha hafif, daha ince baget

    harfler ise çubuğun çapını ifade eder. a veya b harfleri kullanılmaktadır. b harfi daha kalın olduğunu göstermektedir. bu harflerin yanı sıra bazı zamanlarda n harfi de kullanılmaktadır. bu da baget ucunun tahta yerine naylondan yapıldığını ifade etmektedir.

    çalacağınız müzik türüne göre de kullanılan baget türü farklılaşmaktadır.
    rock ve metal türlerinde ağır ve kalın bagetler,
    pop – funk – r&b türlerinde orta ağırlıkta ve orta kalınlıkta bagetler,
    jazz – blues türlerinde ise daha hafif ve ince bagetler tercih edilmelidir.

    bagetlerin malzemeleri de çeşitlilik gösteren başka bir özelliktir. en çok kullanılan baget malzemesi hickorydir.
    akçaağaç: hafif
    hickory: orta ağırlıkta, yoğun ve dayanıklı
    meşe: ağır
    poliüretan: ekstra dayanıklı

    başlangıç için ise kullanılması önerilen bagetler 5a ve 5b'dir. en uygun bageti seçtikten sonra sıra ise uygun baget tutuş tekniklerine gelmektedir. bu tamamen kendimizi rahat hissettiğimiz teknikle ilişkilidir.
    uygun tutuşu öğrenmek çalma performansımızı arttıracak, kontrolümüzü arttıracak ve bagetin geri gelmesi en uygun hale bürünecektir.

    iki farklı tutuş stili vardır : traditional grip, ve matched grip.

    mathed grip: bagetleri tutmanın basit yoludur. davulcular tarafından kullanılan en yaygın tutuştur.

    1- alman tutuş tekniği: güç ön plandadır. bu tutuş sert bir tuşe elde etmemizi sağlamaktadır. bagetler yukarı aşağı hareket ederken 90 derecelik açıya ulaşılmalıdır.

    2- fransız tutuş tekniği : özellikle caz ve funk müzik türlerinde yoğunlukla kullanılan baget tutuş tekniğidir. bu teknik diğer tekniklere göre daha gevşet tutulur ve büyük ölçüde parmak kontrolü ve gücü gerektirmektedir.

    3- amerikan tutuş tekniği : orta seviyede bir tekniktir. iki tekniğe göre daha kolay ve orta seviyede tutuş gerektiren bir tekniktir. alman tekniği ile benzerliği epey fazladır. ancak alman tekniğindeki sert bulunabilecek 90 derecelik açı bu teknikte esnetilip 45 dereceye indirilmiştir.

    traditional grip : genellikle bandolarda kullanılan bir tekniktir.

    tutuşların daha detaylı hali için burayı inceleyebilirsiniz.

  • şampiyonlar ligi'nde güçlü ekiplerin türk takımları karşısına yedek ağırlıklı kadroyla çıktığında akla gelmeyen kural. iki yüzlülük bunu gerektirir çünkü.

  • durup durup zaytung'un esprilerine hislenen, ağlak duygusalları ortaya çıkaran espridir.

    sloganı dürüst, tarafsız, ahlahsız haber olan bir yerden ne okumayı bekliyordunuz? okuma kardeşim adamların tarzlarını beğenmiyorsan. oturup sözlükte başlık açıp duyarlı vatandaş numarası yapmak niye?

    çatır çatır gülümsediğimiz espridir. anlayamazsınız.

    not: bir kanser hastası yakınıyım. dergiyi beraber okuduk ve güldük. zira, adamların mizah tarzlarını biliyoruz. biz alınmıyoruz, size ne oluyor?

  • biz fakirlerin olayı anlaması için araba kiralama şirketinden örnek vermesiyle gösterdiği alçak gönüllülüğünün yanında sönük kalır.

  • swatch tarafından resmi olarak açıklanmış olan blancpain işbirliği ile üretilmiş saatlerdir. avrupa fiyatı 390 euro, türkiye fiyatı 13bin lira, dünya fiyatı 400 dolar olarak açıklandı. renkler 5 okyanustaki 5 deniz tavşanından geliyor. renkler genel olarak çok güzel ancak bir siyah opsiyonun olmaması hayal kırıklığı oldu zira saatin orijinali siyah.

    saatin teknik özelliklerine gelirsek öncelikle kasa yine bioceramic denen plastik malzeme. mekanizma swatch'un son derece iyi zaman tutan, 90 saat güç rezervi olan ve tamamen makine üretimi olan dünyanın tek saat mekanizması yani sistem 51 ile geliyor. bu sayede blancpain de hala hiç quartz mekanizmalı bir saate bulaşmamış oluyor. mekanizma okyanuslara ithafen dekore de edilmiş ki bu segment için çok fazla bir şey dekoreli mekanizma. ve ayrıca mekanizma şeffaf bir cam sayesinde görülebiliyor ki saate yeni ilgi duyanlar açısından muazzam bir şey bu. kayış bu kez nato kayış. bu çok mantıklı zira hem dayanıklı hem ucuz hem de diver saate yakışan bir kayış türü nato. cam da yine moonswatch'a göre daha iyi bir cam. bezel tek yönlü olarak 120 açıda dönüyor ve saatin fosforu da en iyisi olan superluminova. su geçirmezlik ise 50 fathoms yani 50 kulaça denk gelen 91m.

    aslında bence şekli ve kağıt üstündeki özellikleri oldukça keyifli. tasarım oldukça güzel. detaylar muazzam. şeffaf caseback, dekore edilmiş otomatik mekanizma, nato kayış, daha iyi cam, döner bezel ve superluminova fosfor çok güzel.

    gel gelelim saatin 3 adet çok büyük eksisi var. ilk olarak sistem 51'in en büyük handikapı tamir edilemiyor olması. yani bir süre sonra ister istemez saat daha kötü çalışacak ve/veya tamamen çalışmayı bırakacak. bu durumda saat olacak çöp. zaten swatch da maksimum mekanizma ömrüne 10 sene diyor. kullananlardan bilindiği üzere de 4-5 sene gibi bir süre sonunda saat artık eskisi gibi çalışmamaya başlıyor. ya çok geri kalıyor ya zembereği 90 saatin yanına bile yaklaşmıyor vs.

    swatch'un bir diğer ıskası da plastik olması. plastik bir dalış saati zaten başlı başına komik bir de kullan-at mekanizma ile birleşince okyanuslara adanmış saatlerin sürdürülebilirlik açısından durumu facia. özür diler gibi kayışı geri dönüşümlü balıkçı ağlarından yapmışlar bir de. satışa çıktığında aktivistler saldırmazsa mağazalara iyidir, o derece :)

    üçüncü handikap ise elbette fiyat. kullan at bir saat olmasa ve mekanizma tamir edilebilir ya da en azından değişebilir olsa bence blancpain etiketinden ötürü 400 dolar verilirdi ancak bu durumda çok fazla bir fiyat bu. öyle ki 50 dolar daha koyunca seiko'dan gmt mekanizmalı bir saat ya da 3 adet çelik kasalı, otomatik mekanizmalı seiko 5 alınabiliyor. yine tissot, citizen, casio gibi seçenekler bu fiyat segmentinde geliyor. hatta orient kamasu gibi çelik kasalı, 200m su geçirmezliği olan gerçek bir diver'dan 2 adet dahi alınabiliyor. artık çokça bulunan ve kişiselleştirme dahi sunabilen muazzam microbrand markaları saymıyorum bile. diyeceksiniz ki iyi ama bunların hiçbirinde saatte bir blancpain yazmayacak. doğru fakat en azından ömürlük olacaklar bu saydığım saatler. bu saatte ise saati aslında yıllık 40 ila 80 dolar gibi bir fiyata 5 ya da 10 seneliğine kiralamış gibi oluyorsunuz. ben kendi adıma güzel bir microbrand saat almayı bu durumda tercih ederim. mekanizma tamir edilebilir ya da en azından değiştirilebilir olsaydı yüksek fiyatına rağmen hiç düşünmeden bir tane almak isterdim. bu durumda ise benim için no-go.

    son olarak ekonomik durumda bence swatch bu kez omega işbirliğinin yanından geçemeyecek bir iş yaptı. mühendislikte ürün tasarlanırken 3 sac ayağı dikkate alınır: 1- ürünün dizaynı 2-fiyatı 3-teknik özellikleri ve kullanım koşulları. bu 3 özellik ne kadar dengeli olursa ürün o kadar genele hitap edip ticari başarı sağlar. burada ise dizayn başka yöne fiyat ve teknik diğer yöne bakıyor. buradaki ayrışma çok büyük. bu nedenle swatch'un marketing gücüne rağmen istenen ölçüde bir başarı beklemiyorum. zaten moonwatch başlığı ile bu başlık arasındaki ilgiden de bu anlaşılabilir diye düşünüyorum.