hesabın var mı? giriş yap

  • star wars teklifini reddeden sevgilinin bu hareketinin ilişkiyi bozacağını iddia edenlerin büyük ihtimalle bir ilişkisi yoktur. eğer varsa sevgilileri bu teklifi reddetmemiştir veya reddetme potansiyeline sahip değildir. öyle bir filmle bozulmaz bu işler. bozulur da, üçüncü sınıf ergen sitcomlarında falan olur öyle sahneler. sanırım geyik olsun diye yazılıyor bunların çoğu veya star wars sevdiğini belli etmek için de olabilir bak.

  • "bu siteden hemen cikabilirsiniz tesekkurler" olarak algiliyorum ben bunu ve memnuniyetle cikip gidiyorum.

  • çinlilerin eşşeğin zikini bile afiyetle yiyebilmesini sağlayan 15-16 nedenden biridir ki ötekiler de yine tarih içinde çin'de yaşanan diğer kıtlıklardır . mamafih gerek tarihsel yakınlığı gerek kayıpların büyüklüğüyle bu kıtlığın yeri ayrıdır. resmi rakamlarda ölü sayısı 20 milyon geçse de bazı tarihçilere göre bu sayı 45 milyon civarındadır. kimi uzmanlar işin içine kıtlıktan kaynaklanan doğum kayıplarını filan da katıyorlar ki durumun vehameti daha da artıyor. o zamanki ülke nüfusu ise 650 milyon. kabaca söylemek gerekirse nüfus yüzde 10 civarında eriyor.

    şimdi bu kıtlığın siyasi ve doğal olmak üzere iki nedeni var. doğal neden 58-62 yılları arasında yaşanan şiddetli kuraklık. siyasi nedenlere gelince epey fazla ama en önemlisi büyük sıçrayışın büyük sıçışla sonlanması. aslında bu büyük sıçışı ayrıyeten incelemek gerek. hülasa haşmetmeap mao zedong yoldaşım emperyalist-kapitalist dark side ülkelerini 15 sene içerisinde geçmek gibi toz pembe bir hulyaya kapılıyor. ee tabii elin oğlunun iki asır boyunca yırtınarak geldiği seviyeyi yakalamaya çalışırken ufak tefek kazalar da olabiliyor. zaten sosyalizmi kıçından anlayan bu tarz ülkeler için, bir diğeri için (bkz: stalin sscb'si), böyle 10 milyon 20 milyon insanın hayatı mühim değildir. çünkü onlar daha ulvi ve kutsi amaçlar için insanların telef edilmesinde bir beis görmezler. ha elbette sorsan insan hayatı her şeyden değerlidir kendileri için ama ah şu revizyonist troçkist kırması menşevik alaşımı yeni oportünist cephe yok mu...

    neyse konuya dönecek olursak bu büyük sıçrayış esnasında halk komün hayatına geçiriliyor. komünler de bölge bölge ayrılıyor. akabinde tarımla uğraşan bu komünler arasına rekabet pompalanıyor. mesela a komünü dönüm başına 200 kilo pirinç üreteceğini vadederken* b komünü 220 kilo üreteceğini vadediyor. tabii ki kantarın topuzu kaçıyor ve üretim şişirilmiş vaatlerin çok çok altında kalıyor. ikinci bir hata da ilerleyen zamanda ekolojinin ırzına geçen dört bela kampanyası oluyor.bu resmi kampanya sonucu ürünlere zarar verdiği gerekçesiyle ülkedeki serçe nüfusu hemen hemen yok ediliyor. bu resmi kampanyanın sonucu daha zararlı oluyor çünkü yok edilen serçelerden ötürü ülkede çekirge istilası başlıyor. bunların dışında bir de ulusal çelik üretim kampanyası denen garabet var. insanlar bu sefer köylü, çiftçi, işçi, doktor demeden çelik üretmeye koşuluyor. kapı kolları, kazmalar, düğmeler ve tencereler de dahil olmak üzere ne varsa meydanlarda kurulan fırınlarda eritilip çelik üretiliyor. lakin ve de haliyle üretilen çelikler çok kalitesiz ve maalesef hektarlarca ormanın üretim esnasında yakılması da cabası. çelik üretiminde kullanılan çiftçilerin tarlalarla ilgilenememesi sonucu ne ekim ne de dirim işleri gerçekleşiyor ve bir çok ürün tarlada çürüyor. sonuçta üretim dörtte bir oranında düşüyor.

    büyük sıçıştan sonra mao inzivaya çekilip komünler dağıtılıyor ve görece daha liberal bir ekonomik sistem benimseniyor ama kıtlık o kadar şiddetli ki bilimum hayvanat, börtü böcek ve dahi nebat, ağaç kabuğu ve çamur yeniyor ve kıtlıkların kaçınılmaz sonucu olarak yamyamlık da baş gösteriyor. demem o ki çinlilerin pislikte çığır açması gibi başlıklarda çinlilerin neden bu kadar pis olduğu incelenirken bunları da hesaba katmak gerek. sonuçta tarihi boyunca kıtlıklarla boğuşmuş bir medeniyetten bahsediyoruz. henüz yaklaşık yarım asır önce birbirini yemek zorunda kalan bir toplumun çocukları belki çok da rafine damak tatlarına sahip olamayabilir.

    meraklıları için konuyla alakadar güzel bir makale de burada

  • uzun aradan sonra istanbul'a geldim. bugün kadıköy'den eminönü vapuruna bindim. hava güzel, deniz sakindi. martılar vapura eşlik ediyordu. birden salona bir kişi girdi. hızlı adımlarla yürüdü. salona hakim yerde durdu. tüm salonu dikkatle süzdü ve konuşmaya başladı. koltuğunun altında bir kaç paket gözüküyordu. elinde bir tanesini havaya kaldırdı. sözünün iyi anlaşılması için tekrar tekrar söyledi. salonun dikkatini topladığını anlayınca elindeki paketin özelliklerini saydı döktü...

    burhan pazarlama; yıllar öncesinde hafızama kazınmış bir kişilikti. o zamanlar kaytan bıyıkları vardı. zayıf, siyah saçlı biriydi. konuşmalarını vurgulu ve esprili yapardı. özellikle de; "dağların ardındaki çekik gözlülerin diyarından" söylemini hep hatırladım. fikrimin ince gülü (sarı mercedes) filmini çektiğimizde, vapurdaki bir pazarlamacıyı oynatmıştık. tabi o kendisini oynamıştı. hiç bir tekrar yapmadan tek çekimde almıştık yaptıklarını.

    gençliğimde ilgiyle gördüğüm, hafızamda yaşayandan farklı bir burhan pazarlama izledim bugün. yine esprileri vardı. sesi titrese de yine vurgulu konuşuyordu. ancak yıllara karşı duramayan bedeni oldukça kilo almıştı. göbeği sarkmış, saçları bembeyaz olmuştu. sanki o kadar emin değildi satacağından. gözleri yine de çakmak çakmaktı. umudu azalmış, bakışları süzgündü. belki ilgi bekliyordu eskisi gibi. müşteri ilgisizdi. bir zamanlar salona girdiğinde koşar adımlarla salonu arşınlar, yerinde duramazdı. hafızası zehir zemberekti. şimdi öyle değildi. ürününü çıkardığı boş kutuyu bıraktığı yeri bulabilmek için yolculardan yardım istemek durumunda kaldı. sonunda kutu bulundu. ancak hafızamdaki burhan pazarlama bir başka şeydi. bir yandan satış yapan, diğer yandan espri patlatan, diğer yandan da müşterilerin nabzını tutmaya çalışan...

    geçen zaman hakkında da bir çok şeyin farkında olan bu kişi bir ara, "66 yaşında olduğunu ve 57 yıldır bu işi yaptığını" söyledi. eskiden böyle bir söyleminin olmadığını hatırlıyorum. hep günü ve geleceği konuşan burhan pazarlama, şimdi "eskilerdenim ben" demek ihtiyacını hissediyor ve şimdi bunları söylüyor diye düşünüyorum. bu da başkaca bir şeydi. kendisini aşmak için bulabildiği yeni bir şey...

    başlangıçta satış çok iyi geçmedi. ilgisiz bir müşteri grubu vardı bugün. manikür takımı satıyordu. dayanamadım ve bir tane aldım. ne işime yarayacağını da bilmiyordum. burhan pazarlama ürün hakkında bir çok şey anlattı. hiç birisi umurumda değildi. ancak onun bir satış yapması gerekiyordu ve bunu başlatmak için yaptım. zaten bu usta satıcı bunu yıllar önce "sürü psikolojisi" diye açıklamıştı. arkası geldi satışların ve elindekilerin hepsini sattı. gözlerine baktım; daha bir keyifliydi...

    hiç bir eğitim ve öğretim almadan, sadece kendisine güven temelinde 57 yıldır pazarlamayı geliştirip, benim gibi bir çok kişinin hafızasında yer eden burhan pazarlama istanbul vapurlarının çok nadide bir çiçeğidir. rengi ve kokusu kendisine özgü...

  • zamanında benim aldığım patito'nun içinden elinde patates altında şalvarla mevsimlik ırgat çıkmıştı. bim olm orası şaşırmayın bu olaylara...

  • evli gamer çiftimizin erkeğinden, ilk çocuklarının doğumundan sonra paylaşılan çekirdek aile fotoğrafıyla birlikte geliyor:

    - player 3 has entered the game. hoşgeldin oğlum.

  • aman sömürmediğiniz duygu kalmasın, dibini sıyırın iyice her duygunun.

    barış akarsu türk rock müzik tarihinde en büyük izi ölümüyle bırakmıştır. kimsenin anısını, hatırasını incitmek istemem, hatta kendisinin sahnede canlı izlemiş biri olarak iyi bir sahne performansı olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim ama barış akarsu bu kadardır. filmi yapılacak biri değildir. adı her aklımıza geldiğinde genç yaştaki trajik kaybını hüzünle hatırlar, bir iki güzel yorumunu özlemle anımsarız, hepsi o kadar. asıl saygısızlık bu yazdığım değil, insanların duygularını sömürmek için bu ölümden bir hikaye yaratmaya kalkmaktır.

  • akla şu hikayeyi getiren teyze...

    “emlak bürosunun önünde kırmızı, spor bir araba durdu. arabadan inen şişman adam,büroya doğru yürüdü.sıcaktan ter, ince elbisesinin üstüne kadar çıkmıştı.50 yaşında görünüyordu.yüzü heyecandan kızarmış,fakat kısık gözlerindeki kararlı,donuk bakış değişmemişti. içeriye girince başıyla selam verdi.

    "bay hacker?"

    aaron gülümseyerek,"evet benim,sizin için ne yapabilirim.bay..?"

    şişman adam,"dill" diyerek kendisini tanıttı."zamanım çok az,hemen konuya girsek iyi olacak." dedi.
    "benim için de iyi olur bay dill.ilgilendiğiniz belli bir yer var mı?"
    "doğrusunu isterseniz,evet. kasabanın kenarındaki eski bina."
    "sütunlu ev mi?"
    "ta kendisi.yanılmıyorsam üzerinde satılık tabelası var."

    aaron kuru bir sesle,"evet." dedi. bizim satış listemizdedir. "kalınca bir defterin yapraklarını karıştırdı.sonra daktilo ile yazılmış bir sayfayı işaret etti:
    "160 yıllık bina. 8 odası, 2 banyosu, otomatik gaz fırını, geniş terasları, çevresinde ağaçları var. çarşıya, okula yakın. 750.000 dolar." diye okudu ve ekledi:
    "hala ilgileniyor musunuz?"

    adam oturduğu yerde rahatsız olmuş gibi kıpırdandı. "neden olmasın. olumsuz bir yanı mı var?"
    aaron, "aslına bakarsanız," dedi. "bu evi defterime yalnızca yaşlı sade grim'in hatırı için kaydettim. ev asla onun istediği kadar etmez. uzun zamandır onarım görmemiş çok eski bir binadır. kirişlerden kimi bir kaç yıl içinde çökecek durumda. bodrumu ise yılın yarısında su ile doludur."
    "öyleyse sahibesi neden bu kadar çok istiyor."

    aaron omuz silkti. "herhalde kendisi için manevi değeri olacak. çok eskiden beri ailesine aitmiş."
    şişman adam gözlerini yerde gezdirdi. "bu çok kötü." dedi. başını kaldırıp aaron'a baktı ve çekingen bir biçimde gülümsedi.
    "hoşuma gitmişti. o,nasıl söylesem bilemiyorum , tam aradığım evdi."

    aaron güldü."100.000 dolara belki iyi bir alışveriş olurdu ama,750.000 dolara...sanırım sade'in düşüncesini de anlıyorum. hiç bir zaman fazla parası olmadı. kendisine kentte çalışan oğlu bakıyordu. sonra adam 5 yıl önce öldü. onun için ev satmanın akıllıca bir iş olacağını biliyor. fakat gönlü bir türlü evden ayrılmaya razı olamıyor. bu yüzden eve kimsenin almaya yanaşamayacağı bir fiyat koyuyor. böylece kendini avutuyor." üzgün bir ifade ile başını salladı. "dünya ne kadar garip değil mi?"

    dill soğuk bir sesle "evet." dedi. sonra ayağa kalktı. "kendisini bulup fiyatı biraz düşürmesini isteyeceğim."
    otomobilini bn.grim'in evinin önündeki yıkık dökük çürümüş tahta parmaklıkların önüne park etti. evin çevresini tümüyle yabani otlar kaplamıştı.

    kapıya çıkan kadın kısa boylu, beyaz saçlı idi.yüzündeki hatlar, küçük inatçı görünüşlü çenesine kadar iniyordu. havanın sıcak olmasına karşın sırtında kalın, yün bir örme hırka vardı.

    "bay dill olmalısınız."dedi, "aaron hacker buraya gelmekte olduğunuzu telefonda söyledi. içeri girmez misiniz?"
    dill, "içerisi korkunç derecede sıcak." diye söylendi. "öyleyse içeri girin. buzluğa biraz limonata koymuştum.içeriz."
    içerisi loş ve serindi. pancurlar kapatılmıştı. eski tarz geniş koltuklarla döşenmiş büyük bir salona girdiler. yaşlı kadın ellerini sıkı kenetleyerek sallanan bir sandalyeye oturdu.

    şişman adam öksürdü. "bn. grim,az önce emlakcınız ile konuştum."
    kadın, "tümünden haberim var." diye sözünü kesti. "aaron fikrimi değiştirebileceğiniz düşüncesi ile sizi buraya yollamakla akılsızlık etmiş. doğrusunu isterseniz amacımın bu olduğuna da pek emin değilim."
    "bayan grim,sizinle biraz konuşabileceğimi sanmıştım."
    bayan grim sallanan sandalyesini gıcırdatarak arkasına yaslandı.
    "konuşmak için para alınmaz, ne istiyorsanız söyleyin."
    "evet,haklısınız. " adam beyaz bir mendille yüzünün terini sildi.

    "izin verirseniz anlatayım. bir iş adamıyım. bekarım. uzun yıllar çalıştım ve iyi bir servet yaptım. artık dinlenmeyi hak ettim. yaşamımın sonlarını geçirebileceğim sakin bir yer arıyorum. burayı sevdim. bir kaç yıl önce albany'ye giderken buradan geçmiştim. o zaman bir gün buraya yerleşebileceğimi düşünmüştüm. bugün kasabadan tekrar geçerken, burayı gördüm. tam istediğim yerdi."
    "burayı ben de severim, bay dill. böyle oldukça yüksek bir fiyat isteyişimin nedeni de bu zaten."
    dill gözlerini kaldırıp yaşlı kadına baktı. "oldukça yüksek bir fiyat değil mi? kabul etmelisiniz ki bn.grim, bu günlerde böyle bir ev en fazla..."
    "yeter." diye bağırdı kadın. "bay dill bu konuda sizinle kesinlikle tartışmak istemiyorum. eğer istediğim parayı vermeyecekseniz, üzerinden durmayalım."
    "fakat,bn. grim."
    "iyi günler bay dill."

    adamın da aynı şeyleri yapmasını belirten bir tavırla ayağa kalktı.
    fakat adam kalkmadı.
    "bir dakika bayan,delilik olduğunu biliyorum ama,istediğiniz parayı ödeyeceğim."
    yaşlı kadın uzun süre adama baktı. "emin misiniz, bay dill?"
    "kesinlikle, yeterince param var. eğer evi satmanızın tek yolu buysa, parayı alacaksınız."
    grim hafifçe gülümsedi.
    "sanırım limonata iyice soğumuştur. size getireyim.siz içerken ben de evi anlatırım."

    kadın elinde tepsi ile geriye döndüğünde dill yine mendille alnındaki terleri siliyordu. limonatayı zevkle yudumlamaya başladı.
    yaşlı kadın sallanan sandalyesine yaslanırken "bu ev." diye söze başladı. "1902'den beri aileme aittir.kasabadaki en sağlam ev olmadığını da biliyorum.oğlum michael doğduktan sonra bodrumum su bastı. o günden bu yana da bir türlü kurutamadık. aaron bazı yerlerin çürüdüğünü de söylüyor.yine de bu eski evi severim. bilmem anlatabiliyor muyum?"
    dill,"evet." dedi.

    "michael 9 yaşında iken babası öldü. ondan sonra sıkıntılar başladı. michael belki de benden çok babasını özlüyordu. çok vahşi ve haşin bir çocuk olmuştu. liseyi bitirince kasabayı terk edip kente gitti. çok hırslı bir insandı.kentte ne yaptığını bilmiyorum. fakat başarıya ulaşmış olmalıydı. bana düzenli para gönderirdi."
    gözleri nemlenmişti.

    "kendisini 9 yıl görmedim. dokuz yıl sonra geldiğinde başı dertte idi. zayıf ve yaşlanmış bir durumda bir gece yarısı çıka geldi.yanında ufak, siyah bir valizden başka bir şey yoktu. valizi elinden almak istediğim zaman bana vurdu. bana, annesine vurdu. ertesi gün bir kaç saat için evi terk etmemi söyledi. ne yapmak istediğini açıklamadı. döndüğümde valiz ortadan yok olmuştu."

    şişman adam gözlerini limonata bardağına dikmiş öylece dinliyordu. "o gece evimize bir adam geldi. içeriye nasıl girdiğini bilmiyorum. michael'ın odasından sesler duydum. oğlumun içinde bulunduğu tehlikenin ne olduğunu öğrenmek istiyordum. kapının arkasından dinlemeye çalıştım. fakat yalnızca bağrışmalar tehditler ve..."
    bir an durakladı. omuzları sarsılıyordu.

    "...ve bir silah sesi duydum. " diye devam etti."içeriye girdiğim zaman yatak odasının penceresi açıktı ve yabancı gitmişti. michael'ım da yerde yatıyordu. ölmüştü. tüm bunlar bundan 5 yıl önce oldu.ondan sonra polis bana olanları anlattı. michael ve tanımadığım o adam birçok suç işlemişler. bir sürü yerlerden bir kaç milyon dolar çalmışlar. michael parayı alıp kaçmış. parayı bu evde, hala bilemediğim bir yerde saklamıştı. sonra diğer adam hissesini almak için oğlumu arayıp bulmuştu. paranın yok olduğunu görünce de oğlumu öldürmüştü."

    başını kaldırıp adama baktı.

    "işte o zaman evimi 750.000 dolara satışa çıkardım. bir gün oğlumun katilinin döneceğini biliyordum. o bir gün gelip fiyat ne olursa olsun evi almak isteyecekti. bütün yapacağım, yaşlı bir kadının köhne evine bu kadar çok para vermeye razı olacak adamı buluncaya kadar beklemekti."
    sandalyesini ağır ağır sallıyordu.

    dill bardağı yere bıraktı, diliyle dudaklarını yaladı. "uf!" dedi. bu limonata çok acı..."

    bakışları canlılığını kaybetti, hafif titreme ile başı, omzunun üzerine cansız bir biçimde düştü...