hesabın var mı? giriş yap

  • ülkenin en şımarık kenti ve nüfusu trabzon. sloganları "bize her yer trabzon". onların bayrakları her yerde dalgalanacak, her gittikleri yerde trabzon'daymış gibi davranacaklar ama karşı taraftan aynı talep gelse neredeyse silah çekip vuracaklar. trabzon'a istanbul takımlarından birinin bayrağı asılsa şehir olarak cinnet geçirecekler ama istanbul'un köprülerine bayrakları asılacak. hayat onlara güzel. işine gelince bizans, bayrağın asılacak olunca "istanbul'un köprüleri". biri de demiş ki lige renk menk katan, şanlı trabzon. şanlı manlı değil, rezilsiniz.

    edit: mesaj atıp küfreden, hakaret eden, "zaa kudur" diye yazan trabzonlu arkadaşlara teşekkürler. tespitlerimi haklı çıkarmış oldular. istanbul'da elbette diledikleri gibi davranabilirler. trabzon'da aynı özgürlüğü bulamayacak olmak problem.

  • bulunduğum şehirde şu an başlamış olandır.
    15 temmuzu lanetliyorum ama mevzu o değil.

    gecenin köründe sela vermek nedir allah aşkına.
    savaş mı ilan ediyorsun ne yapıyorsun ?
    anma töreni yapacaksın madem akşam ile yatsı arasında oku selayı.
    oğlanı zaten zar zor uyutmuşum.

    bebekleri, hastaları düşünmeden yapılan eylemdir.

  • bu psikolojik meseleler konusunda en etkileyici isim olan freud şöyle söylüyordu: para bir çocukluk arzusu değildir ve bu yüzdendir ki para mutluluk getirmez. aşağı yukarı böyle bir cümle kurmuştu. freud'u takip eden çağdaş isimlerden birisi olan adam phillips şunu söylüyordu: psikanalitik bir seansın iki temel kuralı vardır: aklına geleni söyle ve çıkarken parayı ver. para ve psikanaliz arasındaki ilişkiler o denli yoğundur ki mesela, john forrester adında bir tarihçi "hakikat oyun ları" başlıklı kitabının altbaşlığı olarak "yalanlar, para ve psikanaliz" üçlüsünü seçmiştir. para ve psikanaliz ayrılmaz birşeydir ve bunu psikoloji düzeyinde de genelleyebiliriz. tarzını hayranlık uyandırıcı bulduğum bir başka psikanalist olan jacques lacan, bir sürü sıradışılığının yanında servetiyle de meşhurdur. psikanalizin kendisine kazandırdığı serveti açıkça ifade etmiştir.

    para vermezseniz seans olmaz. para verirseniz iyileşeceğinizi garanti etmez kimse ama psikoloji temelli bir seansın, bir iyileşme talebi olan terapi sözcüğünün içinde barınan kural budur: dertlerinin karşılığında para vereceksin. genelde parayı daha mutlu olmak için harcarız, dertlerimizi bir anlığına unutabilmek, mutlu görünmek için falan filan..para karşılığında bir parça mutluluk satın almaya çalışırız ancak para bir çocukluk arzusu olmadığı için hüsrana uğrarız. oysa terapiye dayalı bir seansta hem para verirsiniz hem de kendiniz için can sıkıcı olan, mahrem olan, sizi boğan, yaşamınızı daraltan, hayatınızı zindana çeviren sıkıntılardan bahsedersiniz. burada söz konusu olan paranın ve mutsuzluğun değiş tokuşudur, mutlu olmak değil, daha az mutsuz olmaktır amaç. adam phillips'in dediği gibi, anlatırsınız ve bunun karşılığında para ödersiniz. anlatabileceğiniz yakınlarınız olduğunda bu denli çetrefilliğe gerek kalmadan kendi kendinize sorunlarınızla başedebilirsiniz belki ama, yalnız hisseden, hayalkırıklığına fazlaca uğramış diğerleri için terapi bir iyileşme vaadidir.

    psikoloğa verilen para nereye gider? görünürde sadece oturur ya da uzanır ve konuşursunuz, içinizdeki sıkıntıyı anlatırsınız. seansın çıkışında maddi bir şey elde edemezsiniz tabi ki, ceketinizi alır ve çıkarsınız. bu anlamda çoğumuz için boşa verilen paradır bu. oysa işleyen bir terapide seansın girişi ve çıkışı arasında birşey olur: paranız azaldığı gibi sizi boğan, sıkıştıran dertleriniz de bir miktar azalır. dediğim gibi, işleyen bir süreç olursa mümkündür bu. yani nefes almaya başlarsınız, aslında yaşamlarımızı sürdürmek için en gerekli şeylerden birini, ruhsal bir rahatlama halini satın almışsınız demektir. para karşılığında nefes almak.. fena bir sözleşme değil bu bence.

    paranın şöyle de bir niteliği vardır ki, paradan konuştuğumuzda aslında hep başka şeylerden konuşuruz. psikologa verilen ücretten bahsettiğimizde, bir kişinin kazandığı parayı hesaplamaya başladığımızda, böyle bir süreçte cebimizdeki para eksilmeden bir kazanç elde etmeyi umduğumuzda, boşa verilen para gibi nitelediğimizde.. hep başka şeylerden konuşuruz. bir psikologun ücretini dillendirip durmak terapiye karşı gösterilen bir dirençtir. şunu söyler gibiyizdir psikolog ücretlerinin fahişliğinden bahsettiğimizde: yaşamımda sorunlar var ama bunları sadece ben biliyorum, içimde tutabilirim ve böylece param da cebimde kalır. sorunlarla yaşayıp gitmekten tutun da kendi kendine iyileşmeyi denemeye varana kadar pek çok bencillik vardır burada. belki de kendi kendimize bir yolunu bulmayı denediğimiz için bile hastalanmış olabilir ruhumuz ve şimdi bu sorunu da kendi kendimize çözmeyi denemek tam bir kısırdöngü gibi geliyor bana.

    şu ana kadar ödenen paranın miktarından hiç bahsetmedim. çünkü terapilerde elbette minimum bir ücret vardır ve bu ücret terapistin kendine göre belirlediği bir miktardır. fakat ne kadar para ödeyebileceğiniz de son derece konuşulabilir bir şeydir terapilerde. dışarıdan bakıp da bir psikologun 300 ,400,500 liralar almasına kafa yormak ve baştan vazgeçmek yerine bir konuşmak, durumu değerlendirmek daha sağlıklı olabilir. hiç para vermemek gibi birşey sözkonusu değildir çünkü öyle olsaydı terapi olmazdı ismi.

    son olarak şunu söyleyeceğim: bir psikoloğun seans ücreti kendi iç hesaplaşmanızın da yansımalarından biridir. buna değer mi diye sorup duruyoruzdur ücreti sorguladığımızda. o kadar para vereceğim ama elime ne geçecek diye düşünüyor gibiyizdir, bunun şüphesi vardır. oysa tüm bu hallerimizde söz konusu olan ruhumuzdan birşeylerin çıkıp gitmesinden, dile dökülmesinden, hiç tanımadığımız yönlerimizi keşfetmekten duyduğumuz korkudur. kendimize takıntılı derecede bağlıyızdır ve kendi kendimize çözebileceğimize inanmışızdır. oysa kendi kendine çözme halleri genelde yalnız kalmış olmanın yansımalarıdır. ve hissettiğimiz pek çok sıkıntının kaynağında da yalnız kalmış olmanın dehşeti ve sonrasında bir çözüm olarak kendi kendimize geliştirdiğimiz takıntılı savunmalar vardır.

  • toplamı 1 saati belki bulacak zorunlu aralıkları bir kenara koyarsak, 16:30 - 06:30 arasında hiç durmaksızın 14 saat boyunca dinlediğim insanüstü varlık. ertesi gün arkadaşıma sordum; "bir insan neden gün boyunca leonard cohen dinler?". "leonard cohen'in sesine ihtiyacı vardır o gün." şeklinde cevap verdi. peki bir insanın neden cohen'in sesine ihtiyacı olur ki? nasrettin hoca'nın şu hikayesi açıklayabilir belki bunu: hoca bir gün damdan düşer. doktor çağıralım diye etrafına üşüşen kalabalığa; "bana doktor değil, damdan düşmüş bir adam bulun" der... işte böyle biridir leonard cohen. dinlemeye başladığınızın 14. saatinde dahi aynı şeyleri hissettirir. ne midir o şey? karanlık...

  • tüm türk sporcularının kendine örnek alması gereken adam. adam gibi adam. bazı yanaşmalar gibi para için her şeyi yapmamıştır. her zaman çalışma ahlakı üst düzey olmuştur. atatürk'ün bahsettiği zeki, çevik, ahlaklı sporcudur. nba finali oynayan ilk, nba'de şampiyonluğu bulunan, nba'de all star olan tek türk'tür. kariyeri bir sakatlık sonrası bitince de abd'de kalmış, öyle herkesi kabul etmeyen utah şehrine düzgün kişiliğiyle kendini kabul ettirmiş, utah jazz'in elçisi olmuştur. iyi bir aile babasıdır, bunu instagram hesabından görebilirsiniz. iyi ki varsın be abi,düzgün karakterinin değerini bilmeyenler utansın.

  • evladının ölümüne sebep olduğunuz bir kadınla ilgili kitlelerin karşısında olumsuz ifadeler kullanıp, sonra es verirseniz yuhalarlar, bu yuhalamaya da müdahale etmezseniz, yuhalatmış olursunuz.

    oldu yandaş arkadaş. git kumda oyna şimdi.