hesabın var mı? giriş yap

  • başrolünde léa seydoux'nun olduğu mia hansen-løve tarafından yazılan ve yönetilen cannes film festivali ödüllü fransız filmi.

    un beau matin (one fine morning); bir yandan babasının hastalığı nedeniyle onun bakımıyla ilgilenen diğer yandan da hiç beklemediği bir zamanda ilişkiyi bulan eşini kaybetmiş, 8 yaşındaki kızıyla beraber yaşayan çevirmen sandra'nın (lea seydoux) hayatından kesitler sunuyor.

    film; günlük hayatın koşuşturmacasında hayatın ona bıraktığı yalnızlığı sindirmeye çalışan güçlü duygularla boğuşan bir kadına odaklanıyor.

    --- spoiler ---

    gücünü doğallığından ve hayatı tam da olduğu gibi yansıtmasından alan film, mevsimleri hatırlattı bana; kışın hüznü ve baharın yeniden doğuşuyla ilgili bir hikaye. mia hansen-løve bu şekilde iki karşıt hareketi birleştiriyor: babasının ölüme, unutulmaya yani karanlığa doğru giderken diğer tarafta aşkı bulmuş olmanın umudu tüneli ucundaki ışığı gösteriyor bize.

    yetişkinlerin hayatı, sevdiklerini ve alışkanlıklarını zamanla kaybederken yenilerini ve bir şekilde mutlu olmayı bulmakla geçiyor. işte film de günlük yaşamın bu hayal kırıklıklarına değiniyor. hikaye ilerledikçe sandra'nın hayatındaki üzüntüler ve küçük sevinçler büyük olaylara dönüşüyor.

    insan; bir yandan acı çekerken diğer yandan hayata devam etmeyi ve mutlu olmayı öğreniyor. film de bu duyguyu ekrana yansıtıyor. o aşkı, sevgiyi, tutkuyu, aile ilişkilerini, hastalıklar ve ölüm karşılığında çaresiz kalışı, yine de hayatın her şeye rağmen devam edişini öyle samimi anlatmış ki filmin ruhu, izlerken ve izledikten sonra bende kalan o sıcacık duygu çok hoşuma gitti. ayrıca sandra, çiftleri ayıran bir karakter olarak insanda kötü duygular uyandırabilirken yönetmen empati yapmamızı bekliyor ve nereden gelirse gelsin sevginin değerini vurguluyor. mesela sandra'nın otobüste ve üzgün olduğu bir sahne var. erkek arkadaşından “senin için çıldırıyorum” diye mesaj gelince bir yandan çok mutlu oluyor çünkü sevgi görmeye ihtiyacı var diğer taraftan babasının hastalığına üzülüyor. aslında filmi özetleyen bir sahne. görsel, görsel

    hollywood ve başta türk dizi/film sektörü olmak üzere ekranlarda sıradan insanların günlük hayatları çok nadiren işleniyor. son 10-15 yılda sürekli ya mafya ya ceo ya yalıda geçen ultra zengin aileler ya da güneydoğuda konakta… hikayeleri çıkıyor karşımıza. şehirde yaşayan orta sınıf bir insanın hikayesinin ilgi çekici olmayacağı gibi bir algı var ancak bu algıdan öte kolaycılık. çünkü hayatın içinden bir hikaye anlatmak zor iştir öyle tvdeki çöpler gibi gerçek hayat hikayesinden uyarlanmıştır yazmak yetmez.

    neyse efendim gelelim filmin hem senaristi hem de yönetmeni olan mia hansen-løve hanımefendiye. pandeminin başında - daha babası vefat etmeden önce - kendi ailesinden yola çıkarak yazmaya başladığı bu hikaye hayatın kendisine çok benziyor. hem hikayede hem oyunculuklarda bu doğallığı yakalamış olmasını çok sevdim. mia hansen-løve; çok incelikli bir şekilde, bir iç gözlem ile aileye ve sevgi ihtiyacına dair düşüncelerini sahnelemiş. yönetmenin izlediğim ilk filmiydi ama son olmayacak diğer filmlerini de sırayla izleyeceğim.

    yönetmen demişken “filmi başından beri onu düşünerek yazdım, aklıma başka kimse gelmedi” dediği başrol lea seydoux; lea seydoux bence kariyer performanslarından birini sergilemiş. son derece güzel ama bir o kadar da sade. bekar bir anne, giderek hastalanan bir baba ve karmaşık yeni bir aşk ilişkisi arasında kalan bir kadını canlandırıyor. zarif karakterinin derin üzüntü anlarını ve yeniden keşfedilen mutluluğunu çok güzel gösteriyor. mesela bir detay var sevgilisinin olduğu sahnelerde elbise ya da etek gibi daha kadınsı kıyafetler giyerken onunla olmadığı sahnelerde kot pantolon/gömlek/kazak giyiniyor.

    zaten aşırı güzel ve çok beğendiğim bir kadın. güzel olmak için hiç çaba sarf etmese bile çok güzel biri, o sadeliğin güzelliği her zerresine işlemiş. üstüne bu kadar da yetenekli olunca hayran kalmamak elde değil. görsel

    babası rolündeki pascal greggory ile beraber beni darmadağın ettiler. görsel

    toparlayacak olursam; film, insanın acıyla ve mutlulukla iç içe geçen hikayesini muhteşem diyaloglarla, baba-kız ve insan ilişkileriyle anlatarak yaklaşık 2 saat boyunca izleyenlere çok güzel zaman yaşatıyor.

    mubi'den izleyebilirsiniz.

    8/10
    --- spoiler ---

  • biz ise ingiltere vizesi için 7 sülalemizin hüviyetini paylaşmak, bordro ve mali bilgilerimizi göstermek, yüzlerce soruya cevap vermek, üstüne yalnızca 6 aylık vize için bile 100 sterlin ödemek zorundayız.

    işte dünya lideri böyle olunur arkadaşlar. kimsenin de buna bir itirazı olduğunu sanmıyorum artık.

  • her türlü hak arayışına destek vermek gerekir, birileri de beğenmiyorsan çık demiş. o çıksın da kalanlar eşek gibi çalıştırılmaya devam etsin yani dert değil.

  • ikinci videoda sanırım ihmalden dolayı arrest olan hasta var. bu gerçekse cinayettir. ilk videoda ise şerefsizliktir. yaşlılar boşuna demiyormuş bizi yoğun bakıma bırakmayın diye. haklılar yine emin olduk.

    edit: özel bayındır hastanesinde görüntülerin çekildiği iddia ediliyor.

    edit 2: hastanede skandallar tek değil. videoların tamamı burada. skandal

    edit 3. gerçekten hasta ruhlu insanlarla beraber yaşıyoruz. video süleyman özışıkın olduğu için bana kızıyorlar. deli misiniz lan olayı görün diye attık . size ne desem bilemedim.

  • başardınız tebrik ediyorum!
    hile hurdayla nerdeyse bütün büyükşehirleri kaybetmenize rağmen zorla ülkeye diktatörlüğü getirdiniz.

    ve şimdi işinize gelince aklınıza kardeşlik geldi öyle mi?

    kardeş mardeş değiliz, hiçbir zamanda olmadık.

    haydi şimdi başka kapıya!

  • 6 lahmacundan sonra artık o bir kız değil, bir mahmuttur bir süleymandır. en acıklısı da kız bedenine hapsedilmiş olmasıdır.

  • başlık: ulan bu hikayeye ne güldüm ya

    1. afrikada bir kabile reisinin 36 çocuğu varmış.. 37. çocuk doğduğunda gözlerine inanamamış, çocuk beyaz doğmuş. reis kara kara düşünmeye başlamış ve 'ulan bu karı beni

    boynuzladı ama bu çevredeki tek beyaz adam komşu köyün papazı' diye.. kalkmış kiliseye gitmiş, papazın başına silahı dayamış :

    kabile reisi : benim karıyı sen mi düzdün ?
    papaz : bunu nerden çıkardın evladım ?
    kabile reisi : benim son çocuk beyaz doğdu
    papaz : bunlar doğal şeyler evlat. bak şu keçilere anneleri beyaz, 3 yavrusu da beyaz ama 4. yavru siyah doğmuş
    kabile reisi : papaz efendi ben çocuktan kimseye bahsetmeyeceğim, sen de kimseye keçiden bahsetme