hesabın var mı? giriş yap

  • bana yapılanları anlatayım:

    + 3-4 yaşlarındayken, gazoz ile gelen ablanın çiş diyerek zorla içirmesi.
    + yüksek bir duvardan kafa aşağı ablaca düşürülmek.
    + ailenin, japonluk derecesinde çekik gözlü tek ferdi olduğumdan, seni japonya'dan getirttik diyerek ablaca ağlatılmak.
    + yüklüğe çıkarıp üzerime yorganları yığmak.

  • tüm içanadoluda yaygın olan bu çorba bor ilçesinde kış aylarında ziyafet anlamına gelir. büyük aileler için sülalenin bir araya gelmesi anlamını ifade eder. kardeş aileleri, kuzen aileleri belirli bir gece için davet edilir. havanın soğuk ve ayaz olduğu geceler tercih edilir. arabaşı çorbası ile yapılan davete arabaşı çekmek fiili kullanılır. falanca amcalar önümüzdeki cumartesi gecesi arabaşı çekiyorlarmış şeklinde kullanılır. küçük çocuklar için bu bütün sülalenin bir araya geleceği anlamına geldiği için eğlenceli bir haberdir, zira çocuklar çete halinde o gece oynayabilirler.
    böyle büyük bir organizasyon için elbetteki büyük kazan gerekir. arabaşı çorbası sözlükte iddia edildiği gibi bildiğiniz tavuk çorbasi değildir. arabaşıyı diğer benzerlerinden ayıran özelliklerden biri içme ritüeli diğeri de en başta yapılan meyanedir. tereyağında un bakır rengini alıncaya kadar yavaş yavaş kavrulur. bu çorbaya koyuluğunu verir.
    eskiden tavşan etinden ya da av etinden yapılırmış ve daha güzel olurmuş. genellikle farklı kuş etleri ayrı bir yerde önceden kaynatılıp didiklenerek küçük parçalara ayrılır. daha sonra kaynamakta olan çorbanın içine atılır prinçle birlikte.
    kaynamış kazan soğumaması için ev sobalıysa sıcak sobanın üzerine koyulur.
    içme ritüeline gelince, en önemli kural kaynar içilmesidir. yanında önceden sıkılmış limon suyu ve kaynatılmış arabaşı biberi suyu kullanılır. arabaşı biberi (jalapeno) (bkz: http://images.google.ca/…i&ie=utf-8&oe=utf-8&tab=wi) önceden kaynatılır. bu o kadar acıdır ki kaynarken aynı evde bulunmak pek akıl karı değildir. dolayısıyla genellikle balkonda küçük tüpte kaynar. bir çok arabaşı çorbası erbabı bu acı sosun da kaynar olmasını ister ki çorbaya döküldüğünde çorbayı soğutmasın.
    limon acı dan sonraki üçüncü ayak hamurdur. hamur unun suyla karıştırılıp muhallebi kıvamına gelince tabaklara dökülmesinden elde edilir. soğutulup çorbanın yanında ekmek niyetine kullanılır.
    ritüelin son ayağı üzerinde renkli resimler olan tahta kaşıklar ve çukur tabaklar kullanılarak içilmesidir. ben küçükken kaşıklar genellikle konya'dan gelirdi. hakikaten de metal kaşıkla aynı tad alınmaz sanırım ağzı yakmasından dolayı.
    tahta kaşığın ucuna biraz hamur alınır, geri kalanına çorba doldurulup yüksek hüp sesi eşliğinde tüketilir.

  • aynı zamanda camel'in camel olduğu zamanlardı galiba,

    ya ben küçüktüm ve bütçem/iz dar olduğu için bir adet magnum'un nispi fiyatı fazla geliyordu, ya da harbiden magnum eskiden çok pahalıydı ve neredeyse lükstü. zira hiçbir zaman alamazdık.

    tıpkı kinder sürpriz yumurta gibi.

    şimdi bok gibi param var ama o zamanlarki isteğim yok.

    sıçarım böyle düzene...

  • kimsenin hayatında bir seçenek olmayın sevgili yazar arkadaşlarım. bu yüzden onu mu seçti bunu mu seçti, bana şans verecek misin? yok aramızdaki şeye şans vercek misin falan bunlar anlamsız şeyler. birinin hayatında bir seçenek olmaktansa gitmek daha mantıklıdır.

  • zamanında, "kullanıcı dostu* tasarım" nedir, verimlilik nedir bilmeyen bir adam tarafından tasarlanmış, daha sonra da değiştirmek kimsenin aklına gelmemiş ya da gelmiş de kimsenin işine gelmemiş tasarımlara verilen -en azından benim az önce verdiğim- addır bu. örnek vermek gerekirse:

    makarna poşeti: yahu kardeşim yırtarak açmaya çalışırsın açılmaz. sinir olursun, zorlarsın. birden yarıya kadar yırtılır poşet; her yer makarna olur. bir kısmını zorla tencereye dökersin, kalanıyla ve yırtık bir torbayla baş başa kalırsın. atsan atılmaz satsan satılmaz.

    selobant: bir gün biri çıkar da çocukluğunun "en zor dönemi neydi" diye sorarsa, selobandın ucunu bulmaya çalıştığım o elim anlar gelir ilk olarak aklıma. bazı tasarımcı denyolar işi o kadar abartmıştır ki ucunu bulsan bile bandı ordan sökemezsin. bazen de tam ucunu buldum derken tutup çektiğinde bant tam ortadan enlemesine yaryılır ve yarı kalınlıkta bir bant çıkar. şimdi bir değil birçok kayıp uç vardır elinde. her şey daha karmaşıktır.

    mayonez kavanozu: dünyanın stresli işi, dibinde azıcık kalmış bir mayonez kavanozundan çay kaşığıyla, eline mayonez bulaştırmadan kalan mayonezi sıyırmaya çalışmak değil de nedir?

    ortalı defter: ilk sayfalara yazmaya başlamakla eş zamanlı başlar kabus. eğer defter tek ortalı ve kalınca bir defterse satırın sonuna gelince elinizdeki kalem pıt diye giriverir altı boş kağıda. girmese de yazı bozulur eğri büğrü olur. ortalara ulaştıkça her iki taraftaki sayfalar bombelenir. gün ortasındaki kabustur. off.

    meyve suyu kutusu: yeni çıkan ve güya modern tasarımlı olan bu kutuların kapakları çevirerek açılır ve hatta açılırken içindeki koruma bandını da açar. buraya kadar her şey güzeldir. ama eğer bardağa koymaya kalkarsanız güzel başlayan maceranız hiç de hoş olmayan bir şekilde devam eder. bu kutulardan ilk bardağı yere dökmeden doldurabilene tetrapak tarafından fenerbahçeli rambo'nun çaldığı avrasya maratonu kupasının verileceği efsanesi dolaşır market rafları arasında. kutuların üzerinde "açmadan önce çalkalayınız" yazması ama içinde hava olmayan kutuyu çalkalamaya kalkınca oluşan sessizlik dünyanın en hüzünlü sessizliğidir. kutunun dibinde kalan ve asla sahip olamayacağınız o bir yudum meyve suyu da ayrılıkların en acısını yaşatır insana*.

  • mübarek biri. çünkü patatesi ilk gören kişi ben olsam muhtemelen bir ısırık alıp tükürür, "arkadaşlar yemeyin bunu rezil bir tadı var, şu karşı ağaçtaki kırmızı şeyleri bir deneyelim." filan derdim ve böylelikle patates denilen mucizevi besin keşfedilemezdi. ama işte biri bunu almış, ateşte yakmış ve tuzlamış, sonra biri yağda kızartmış, öteki haşlamış... neler neler ya. çok güzel tadı var.

  • yatarsın yatakta ya
    sıcacık nefesin,
    gözlerin gökyüzündeki bulunmaz iki mücevher
    endamını bırak kenara, saçların bile yumuşacık
    ama nerede muhabbetin?
    nerede aşk, nerede minnet?
    senin sadakatin bana değilmiş ki
    gökyüzündeki yıldızlaraymış.

    aşağıdaki vadiye gitmeden
    ah bir fincan kahve daha...
    yolluk niyetine ah bir fincan kahve daha...

    haydut senin baban kızım.
    boş gezenin boş kalfası işte.
    ama sana nasıl bulup seçeçeğini
    ve bıçak kullanmayı öğretecek elbet
    o yabancı eller sana bulaşamayacak.
    haydut senin baban kızım.
    ama yine de bir tabak yemek daha isterken
    titrer sesi

    aşağıdaki vadiye gitmeden
    ah bir fincan kahve daha...
    yolluk niyetine, ah bir fincan kahve daha...

    annen ve sen gibi
    geleceği görür kızkardeşin, kızım
    ama sen öğrenemedin okumayı, yazmayı.
    bir kitap bile yok raflarında
    yine de keyfin sınır tanımaz.
    sesin çayır kuşu kadar munis, tatlı
    ama kalbin var ya kalbin!
    okyanusların dibi kadar kara ve gizemli.

    aşağıdaki vadiye gitmeden
    ah bir fincan kahve daha...
    yolluk niyetine, ah bir fincan kahve daha...

    diye çevirdim.

  • hayatlarında ilk defa anneleri dışında kadın görmüş yabanileri ülkeye aldılar, ya alacağınız olsun .

    bu arada, fon alıp bunların burada kalmasını savunan gazetecilerin de mk.

  • bunu söyleyen kabe meydanı genişletme güzelleştirme projesini üstlenen bin ladin grup adlı inşaat firması. kaza göz göre göre geliyorum demiş 500 tonluk dengeleme ağırlıklarını koymayı ihmal etmiş bu gerizekalılar. tabi takdir-i ilahı koyduklarım, zaten bu işlerin fıtratında da bu var. sizin bu fıtratlarınız olduğu sürece 10 sene sonra aklı başında olan hiç kimse islamda kalmayacak.

    edit: imla

  • amerika'da nesli tükenmek üzere olan yeni bir maymun türü keşfedilir ve hemen koruma çalışmaları başlatılır... ancak maymunların yaşadığı orman ağaçları hem çok yüksektir hem de maymunlar çok çeviktir...
    araştırma yapılır ve yakalama işini türkiye' den temel'den başkasının yapamayacağı anlaşılır....
    hemen bir heyet oluşturulur ve temel'e giderler,durumu anlatırlar... temel işi yapacağını ancak bazı şartları olduğunu söyler ve sıralar:

    1-çok para isterum,
    2-köpeğim çomar da gelecek,
    3-bir ağ isterum,
    4-içinde domdom kurşunu olan dolu bir tüfek isterum."

    heyet temel'în son isteğine bir anlam veremese de kabul eder tüm şartlarını... maymunların bulunduğu yere gidilir... temel inanılmaz bir
    hız ve çeviklikle ağaca tırmanır,ağacın tepesinden bağırır "ağı geruun!!!"... dalı sallar maymun ağa düşer, ağdan seker yavaşça yere düşer... bu esnada çomar büyük bir hızla gelir ve yere düşen maymunu becerir, maymun bayılır...
    rahatlıkla yakalanan maymun hemen kafese konur...

    temel 2.ağaca tırmanır ve aynı şekilde 2.maymunda yakalanır...

    temel 3.ye tırmanır ve tepeden yine bağırır "ağı geruun!!!"ancak bu kez temel'in üstünde bulunduğu dal zayıftır ve kırılmak üzeredir.. temel bağırır:
    - "köpeği furin laan, köpeği furiiiin!!!!"

  • an itibariyle tüm duraklarda görebileceğiniz saçma ve sinir bozucu yazı. şaka gibi cidden.

    hayır gelecek durak için de ekber was here yazıyor. sanki yolculuk zincirlikuyu değil de tahtalı köy.

  • deniz sedyede karnında demirle hastaneye girerken "içimde bir şey var bu akşam" diye giriveren müzik olamamıştır.

  • gidebilir, boşandıktan sonra.

    istanbul sözleşmesine laf atmaya çalışmış başlığı açan kıt akıllı yazar, olmayan aklı sıra. sözleşme olmasa ne yapacaksın, kafasına mı sıkacaksın yoksa zincirle mi bağlayacaksın? çıkar içindeki teröristi de hepimiz görelim. kıvırma dansöz gibi.

    edit : başlık başa kalmış, konuyu açan [(bkz: gulerken dusunen adam)gulerken dusunen adam] tüm sözlük ahalisinden lafı yedikten sonra mesajını silmiş, korkup kaçmış.