hesabın var mı? giriş yap

  • kült nedir? hemen pulp fiction'ı falan yapıştırdı tabii beyin. bu ülkenin de "kült"ü var ve bu tam olarak bedük'ün bu şarkıya çektiği kliptir. türk müzik piyasasının en underrated işlerinden biri olan bu klibin yönetmeni murad küçük'tür.

    özellikle birçok trendin başlayıp bitişine şahit olmuş olan biz 80'ler ve 90'lar çocukları için özel bir kliptir bu. bayrampaşa'daki gönül düğün salonunda çekilmiştir. bedük, bir sohbette ciddi ciddi panasonic vhs kasete çekildiğini de bizzat söylemiştir.* hatta girişte görülen 1989'daki sünnet düğünü gerçektir, klip bu kasetin üzerine çekilmiştir. aynı röportajda, düğün salonunu dolduranların çoğunluğunun myspace'ten fanları olduğunu söyler. kolbastı yapan ekip ise baya katü'den otobüse binip gelmiş. bütün bunları bilerek yeniden izlemek, alınan hazzı artıracaktır. ne zaman izlesem "keşke klipte ben de bulunsaydım" diye iç geçiririm. tek kötü yanı ise ülkedeki malum kolbastı furyasını başlatan klip oluşudur. neyse ki o da azalarak bitti ve geriye bu salt eğlence ve samimi kahkahalar kaldı.

    ver gelsin

  • yıllardır rezalet olan formaların 2017-2018 versiyonu. amatör bir tasarımcıya yaptırsanız şundan bin kat iyi bir tasarım sunar bize. bu ne lan? dalga mı geçiyorsunuz? her sene aynı terane. adam gibi bir parçalı forma yapın da alalım artık. bir de her yeni çıkan formadan sonra tanıtımına bir ton gereksiz bilgi yazılmıyor mu çıldırıyorum. yok neymiş efendim nike dri-fıt teknolojisi varmış. bana ne ya? ben stadyuma giderken giyiyorum arkadaşım, teknolojisine başlatma. 150-200 liraya forma satıyorsun, altı üstü naylon. bari düzgün bir tasarım sunun da giyerken zevk alalım. dursun gidene kadar 5 liralık ürün almam resmen keriz yerine konuyoruz.

  • belli ki marifettir. burada gururla anlatıldığına göre hırsızlar tarafından yönetiliyor olmamız şaşırtıcı değil. hırsızlar yönetici olarak kimi seçecek ya? tabii ki içlerinde en becerikli olanları. yazık benim annem çağ dışı kalmış, bize hırsızlık yapmamayı öğretti, sonra biz kopya bile çekmedik hırsızlıktır diye. meğer ahlak algısı değişeli çok olmuş, hırsızlık marifet olmuş. zavallı annem, zavallı ben. siz burada yediğiniz küçük (!) boku böyle keyifle anlatırsanız başka hırsızlar tabii övünür gemicikleriyle. aranızda hiçbir fark yok, biliyor musunuz? sizin çaldığınız küçük bir şey değil, onların imkanları sizde olsa aynı boku yiyeceksiniz. midem bulandı...

    edit: hiç gençlik aklı demeyin, ben de genç oldum. koca üniversiteyi bir tane kot pantolon, iki çift ayakkabı ile bitirdim. ama böyle şeyler yapmadım. ahlaksızsınız sadece.

  • 'ben hep 50 liralık dolduruyorum' diyen insanlara yönelik çok başarılı bir görsel bilgilendirme şöleni:

    ''ekonomi anlatıyorlar. ben size ekonomi anlatayım. 2002'de iktidara geldiğinde 50 lirayla bunu (30 litrelik yeşil bidon) dolduruyordun. 16 senenin sonunda bunu (8 litrelik kırmızı bidon) dolduruyorsun. al sana ekonomi.''

  • müş. adınız neydi sizin
    ben: ozan efendim
    müş. okan
    ben. hayır ozan
    müş. ohan?
    ben.( oha) ozan
    müş. ogan
    ben . bakın efendim zonguldakın z si ozzan
    müş. peki zogan bey
    ben. ordu zonguldak adana niğdeee
    müş. benim problemim sizin adınızdan daha önemli zogan bey
    ben. peki efendim neydi problem?

  • iki yüzlü sözlük yazarlarının alt tarafı oyuncunun birisinin sözleri diyecekleri açıklama.

    bu adam islama laf etse işte medeniyet bir başka diyerek alkışlayacaklarken islamı savununca kötü olacak.

  • günümüz gerçeği olan durum.

    eskiden ulan şu kadar param olsa ne güzel olurdu dediğim hiç bir şey güzel değil lan sanki, hepsi anlamını yitirdi gitti sanki...

    220 lira krediyi her ayın 7'sinde çekerken ulan az daha olaydı neler yapmazdım diyordum, çünkü 220 anca yetiyordu biraz özel tüketime girsen diğer ayın 7'si gelmek bilmiyordu. her seferinde ulan az daha olsaydı fikri... şimdi oldu bilmem kaç katı para geçiyor elime, ulan sanki içime öküz oturdu, o zaman heyecanlı gelen yaparım dediğim hiç bir şeyi yapmaz oldum.

    laptop vardı bir tane emektar, üniversiteyi bitirdim onunla. üniversite zamanı param olsa da çılgın bir laptop alsam diye bir hayal vardı. param oldu, şirket ondan daha takoz bir laptop verdi, o laptop'u da babama verdim haber falan okuyor. şuan yeni bir laptop alma isteğim sıfır. ne yapıcam ki lan. oyun oynardım eskiden şimdi oyun hevesi de kalmadı ve bu heves öyle hızlı yok oldu ki, farkettiğimde oturup ağlayasım geldi. bir iki kez call of duty falan açtım, yok olmadı.

    telefon, ulan para olsa en iyi işlemcisi, kamerası olanı alacaktım, param oldu aldım bir iphone, iphone'un iphone olduğu zamanlar ama hani 3gs'e ooooouuuv dediğimiz, hiç mutlu etmedi lan, hayal ederken daha mutluydum. baktım hiç bir fonksiyonunu kullanmıyorum verdim anneme. kendime bir samsung aldım, çift hatlı, akıllı olmayan bir model.

    ilk yatırım için ev hayalleri kuruyordum, artık kurmuyorum. alsam da mutlu olmayacağım biliyorum. bankalar falan mutlu olurdu ama onları mutlu edecem diye kendimi borca sokasım da yok. mutluluğu aramaya devam edeceğim bir süre daha. bakalım bulunur herhalde bir şeyler.

    neyse diyeceğim, öğrenciyken olan hevesi kaybetmeden yapabildiğinizi yapın lan, sonra öküz oturuyor cidden içinize.

  • bu çocukları alıp suriye-ırak sınırlarımızda canlı kalkan yapacaksın 2 sene. ölen ölür kalanlar akıllanır.

  • sadece kendisi değil introsu* da çok güzel ve çok anlam yüklü olan dizi. dikkatle izlenmediği zaman çok şey kaçırılabiliyor. buna intro da dahil çünkü müzik aynı kalsa da anlattıklarının değiştiği bir intro var. tekrar tekrar izledim, biraz araştırdım ve bu diziye neden böyle aşık olduğumu bir kere daha anladım. gerçekten her şeyiyle kusursuza çok yakın bir dizi. ramin djawadi müzikleri enfes zaten

    yine de true detective, the crown gibi pek çok şahane introyu hazırlayan patrick clair bu dizininkileri de hazırlayan ekibin başında bulunan isim. tasarım süreci şöyle ilerliyormuş; tüm senaryo yazılıp ilk bölüm çekildikten sonra dizinin yaratıcıları jonathan nolan ve lisa joy ile bir araya gelip dizinin ana temasının ne olduğunu ve ana karakterlerin yolcuklarının neler olduğu hakkında konuşuyorlarmış. buna göre introyu tasarlıyormuş.

    mesela ilk sezonda ana tema, ev sahiplerinin* sevgiyi, özgürlüğü ya da arkadaşlık özlemini hissetmeyi öğrenme şekliyken ikinci sezonda maeve ve kızı arasındaki ilişkiyi vurgulamak için bir çocuğu tutan kadın eklenmiş.

    ardından üçüncü sezon için ve nolan ile yaptığı bu konuşmaları şöyle özetlemiş; “bu, insanların greve çıkıp özgürlüklerini bulmaya çalışmaları hakkındaydı. kendi seslerini bulmaya ve kendilerini anlamaya çalışmaya ve ayrıca arkadaşlık ile rekabet arasındaki bu itme ve çekme ile başa çıkmaya çalışıyorlar.”

    — bu da üçüncü sezonun ana başlıkları için birkaç önemli yeni görüntüye yol açmış. birincisi, ikinci bir şekle doğru uzanan insansı figür.

    görsel

    bu görselde arkadaş olduğunu düşündükleri kişiye ulaşan bir figür var ancak bu sadece bir yansıma. tasarlayan bu sahneyi şöyle açıklıyor;
    --- spoiler ---
    [onlar] bir arkadaş bulmak için uzandıklarını düşünüyorlar. ve oraya vardıklarında, yüzeyi delip geçiyorlar böylece illüzyon yok oluyor. sadece yalnız olmadıklarını, bu yeni boyuta yükselirken kendilerinden bir parçayı geride bıraktıklarını da fark ediyorlar.
    --- spoiler ---

    figür yüzeye çıktıktan sonra, yüzü açılırken bir ev sahibinin suya geri battığını görüyoruz.

    — clair ayrıca, "icarus mitinin bir yorumu" olarak adlandırdığı şeyle özgürlüğe ulaşma temasını da bu tema üzerine inşa etti.

    ikarus, yunan mitolojisinden bir figürdür. efsaneye göre, icarus'un babası daedalus ona balmumu ve tüy kullanarak bir dizi kanat yaptı ve hapishaneden kaçmasına izin verdi. daedalus, icarus'u çok yükseğe uçmaması konusunda uyardı çünkü güneşten gelen ısı balmumunu eritirdi. ancak ikarus, babasının uyarılarına kulak asmadı ve kanatları kavrulana kadar daha da yükseğe uçtu. denize düştü ve boğuldu.

    işte 3. sezonun introsunda da clair, bu tuhaf, jetle motoru rüzgar tünelinde uçan bir kartal tasarladı.

    clair, "sonuçta güneşe çok yakın uçuyor, tabiri caizse," dedi. "yükseldikçe parçalanıyor."

    kartal görseli

    — ve bir karahindiba ile rehoboam'ın yapısı arasındaki bağ, determinizm ve kader temasıyla bir bağlantıydı.

    karahindiba parçalanıyor

    üçüncü sezon boyunca, dolores ve yeni insan yoldaşı caleb, dünya'daki yaşamın her yönünü kontrol etmek için rehoboam adlı bir yapay zeka sistemi kullanan bir şirkete karşı savaş halindedir. clair, kader teması ve dünyanın özgür irade yerine determinist olduğu sorusu üzerinde oynamak istedi. tasarımcı, "bu harika, çok yabancı şeyi - tamamen insanlık dışı olan küresel ai*- almalı ve sonra bunu karahindibanın çok insani bir sembolü ile örmeliyiz" dedi. "ve kaderimizin rüzgarda uçuşan ve rüzgarda saçılan karahindiba yaprakları kadar rastgele olduğu fikri. karahindibaların bu yaprakları rehoboam'ın yanıp sönen ışıklarında birleşiyor."

    ayrıca üçüncü sezonda, yapay ete bir gönderme olan bir hücre bölünmesinin harika olacağını düşünmüşler ve 'gerçekten neyiz? günün sonunda sadece et miyiz, yoksa biz daha ciddi bir şey mi?" diye kendilerine sormuşlar.

    aşağıda görebileceğiniz gibi, ai*tarafından oluşturulan görüntü, bölünen hücrenin yansımasında görünür:
    rehoboam tarafından hayal edilen görüntü

    — ve bitişi. hatırlayanlar vardır diğer sezonların aksine dikkat çekici bir renk olan kırmızı ile bitiyordu intro. bu da 3. sezonun bol kanlı ve kavgalı geçeceğinin işareti.

    ev sahibi kırmızıya batıyor

    ilk sezonda ev sahibi, ev sahibi yapma sıvısına geri dönüyordu.

    görsel

    ikinci sezon yükselişlerini anlattığı için batmak yerine çıkıyorlardı. görsel

    ikinci sezonda ev sahipleri*sudan yükseliyor.

    ilk iki sezonun introları ile ilgili birkaç bilgi:

    — birinci sezonda, ata binen bir ev sahibine yönelik açılış jeneriği sahnesi, dizinin batı ve bilim kurgu türlerini tek bir hikayede nasıl harmanladığının simgesiydi . ikinci sezonda, atın yerini farklı bir hayvan aldı: boğa*, inşa edilmiş ve ileriye doğru hücum etmektedir. boğada temsil edilen birçok fikir arasında, zincirlerinden serbest bırakılmış vahşi bir hayvanın görüntüsü özellikle dokunaklı geliyor. yani 1. sezon girişinde ata binen ve kontrolü tamamen elinde tutan biri var. ikinci sezonda ise çılgınca öfkelenen bir bufalo var.

    — ikinci sezonun introsunda maeve ve dolores, temsil ediliyor: anne ve bebeği, maeve'i ve kızını aramayı çağrıştırırken, mekanik bir tarak saçları tarar ve bunun dolores'e ait olduğu hemen anlaşılır. zaten belli değilmiş gibi, intro bu iki güçlü kadını sezonun en önemli oyuncuları olarak vurguluyor.

    - müzik kalır: ilk sezonun açılış jeneriği ve ikinci sezonda görülenle aynı kalan birkaç görüntüden biri: mekanik parmakların piyano tuşlarına basması, tuşlar kendi kendilerini bastıklarında uzaklaşıyor. robert ford'un son sözleri şöyleydi: “mozart, beethoven ve chopin asla ölmedi. onlar sadece müzik oldular.” parkın kurucusu, müziği hala parkta dolaşan bu büyük sanatçılara katıldı. bu, dizi bağlamında önemli bir gerçeği görsel olarak ifade etmenin hızlı bir yolu: ford öldü, evet, ancak çalışmaları sonsuz kalıyor… bu, ford'un sadece bir anlamda, hala hayatta olduğu anlamına geliyor.

    özetlemek gerekirse:

    sezon 1: bir at, köleleştirilmiş, evcilleştirilmiş bir hayvan, tıpkı ev sahipleri gibi.
    sezon 2: bir boğa, ev sahiplerinin isyanını temsil eden evcilleştirilmemiş bir hayvan.
    sezon 3: bir kartal, özgürlüğün sembolü, ev sahiplerinin özgürlüğü.

    introları izlemeden olmaz:
    sezon 1

    sezon 2

    sezon 3

    röportaj kaynağı: insider

  • evladım, etkisiz hale getir, getirme demiyoruz.

    tabi polis de canını düşünecek, üzerine bıçakla gelen adamı elindeki teçhizat ile etkisiz hale getirecek.

    evet o polisin de canı var, ailesi çoluğu çocuğu var.

    iyi de, adamin elinde görüyorsun ki bıçak var, rambo mu lan bu attı mı alnının ortasına saplasın, o kadar kolay mı o iş?

    çek vur bacaklarından, adam yerde zaten. herifin üstüne 12 kurşun sıkmak da ne?

    ha elinde silah vardır, polise doğrultur falan o zaman iş değişir, orada bile 12 kurşun sıkılmaz, alien mi lan bu adam? ne 12 kurşunu, bu davranışın makul bir açıklaması yok.

    polis ırkçı mıdır, adamla geçmişten gelen bir husumeti mi vardır? orasını bilmem, ayrı ülke, ayrı kültür.

    şu bir gerçek ki; elinde sadece yakın dövüş silahı olan adamı bacağından vurup işi halletmek varken, 12 kurşunla kevgire çevirmek nefsi müdafaa değil keyfi müdafaadır.