hesabın var mı? giriş yap

  • müslümanların şu ayete göre hadi kardeşim selametle deyip uzaklaşmaları gereken başka bir ortam, öyle cevap falan vermeye veya sinirlenmeye gerek yok.

    "allah, kitap'ta size şunu da indirmiştir: allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini, bu ayetlerle alay edildiğini işittiğinizde, bir başka lakırdıya dalıp gittikleri zamana kadar, o münafıkların yanında oturmayın. aksi halde siz de onlar gibi sayılırsınız" - nisa suresi 140

    kuran her türlü trole ne şekilde cevap verilleceğini söylemiş. özetle trolle trol olmayacaksın.

    debe edit - daha detaylı okumak isteyen arkadaşlar varsa (meraklısına özel); (bkz: http://www.kurandakidin.net/)

  • plastik, aklınızın alabildiği her şey artık plastik içermektedir ya da plastikten üretilmektedir. peki bu ürünler neler mi? ataç, mobilya, giysi, ....... uzay aracına varıncaya dek her şeyin içerisinde plastik mevcut.

    peki nedir bu plastik?
    karbon, hidrojen, oksijen, azot ve diğer organik ya da inorganik elementlerin oluşturduğu monomer adı verilen; basit yapıdaki molekül gruplarındaki bağın koparılarak polimer adı verilen uzun ve zincirli bir yapıya dönüştürülmesi ile elde edilen malzemelere verilen isimdir.belki bu video anlamanıza yardımcı olabilir.

    plastik zamanında 100 yılın buluşu olarak nitelendirilmişti, bunun nedeni düşük maliyetleri, imalat kolaylıkları, çok yönlülükleri ve suya karşı geçirimsizlikleri gibi özelliklerinin diğer maddelere göre öne çıkmasıydı.

    bu ürünlerin şimdide geçmişine bir bakalım . ilk plastiklerin mö 1600'lerde yumurta, süt ve kan gibi doğal malzemelerden yapıldıklarını görüyoruz. tabi bunların ismi o zamanlar plastikmiydi tartışılır. neyse, bizim bildiğimiz anlamda ilk plastik 1907 yılında new york'ta 'plastik' terimini kullanan leo baekeland tarafından icat edildi. ilk üretilen ürünse bakalit adlı bir kimyasal üründü. bundan önceleri endüstri devriminin ilk yıllarında pirinç kilit üreticisinin oğlu olan alexander parkes, parkesine ( nitroselüloz ) isimli ilk insan yapımı plastik ürünün patenini aldı, tabi bu üretilen plastik tamamıyla sentetik değildi ve dünya plastiğe böyle adımını attı.

    zaman ilerledi ve pek üretim alanları bulamayan bu ürünler. tabi ki her zaman olduğu gibi savaşların gelmesini bekledi. bu ürünlerin üretilmesi ve geliştirilmesi bir anda hızlanmaya başladı. 1. dünya savaşından sonra ham madde problemleri ve kimyasal teknolojilerdeki gelişmeler birde 2. dünya savaşının patlamasından sonra, 1940'larda ve 1950'lerde plastik ürünlerde bir seri üretim aşaması başlandı ve bu gün gördüğümüz plastik endüstrisinin temelleri atıldı.

    her şeyde olduğu gibi iyi, güzel ve hoş gelişmeler yaşandı. herkes artık her şeye daha ucuz bir şekilde ulaşmaya başladı. artık eskinden olduğu gibi herkesin gardırobunda iki çeşit elbise yok , evlerinizdeki mobilyalarınız tam, yani hayatımız olduğunca zenginleşti. fakat insanoğlu olarak her zaman olduğu gibi ileriyi görmekten biraz yoksunuz. çünkü çoğu plastik ürün dayanıklıdır ve çok yavaş bozulur, kimyasal yapıları nedeniyle birçok doğal bozulma sürecine karşı dirençli haldedirler. bundan dolayı bunların kafamızı ağrıtacak birer çöp yığını olduğunu göremedik
    veye görmezlikten geldik. artık okyanuslarımızda devasa çöp adaları oluşmaya başladı.kaynakvideo

    insanlığın gelişmesinde hep mi böyle acı ama gerçeklerin kafamıza dank etmesi lazım. siz siz olun etrafa çöp atmayın çevrenizdekileri uyarın.

  • valla çocukluğumdan beri gördüğüm limondur. fotoğraf yok şimdi çekip atamayacağım ama çok enteresandır.

    kurudur, soğuktur, taş gibidir. genelde de çay tabağındadır. yoğurt kutusunun falan üstüne koyulur.

  • filmin sonunda, august wilson'ın bir oyunundan uyarlandığı yazısını okuyunca ''haa...'' diyorsunuz ve bazı taşlar yerine oturuyor. ufak araştırma ile ma rainey's black bottom'ın da 10 bölümlük bir tiyatro eserinin yalnızca bir bölümü olduğunu görüyorsunuz. 1900'lerden başlayarak 1990'lara gelene kadar her 10 yıllık bölüm için yazılan toplam 10 bölümden oluşan bir eser. eserin bütünü the pittsburgh cycle, ''yüzyıl döngüsü'' olarak da biliniyor. temelinde de siyahilerin 20. yüzyıl boyunca yaşadıkları var. tahmin edileceği üzere ma rainey's black bottom 1920'leri anlatıyor.

    yerine oturan taşlardan biri, bazı anlarda yoğun şekilde gelen ''parodi mi izliyorum acaba, ne izliyorum böyle?'' hissi. tiyatro uyarlaması olması buna biraz anlam kazandırıyor. bir diğeri de ''aslında derdimiz ırkçılık değil ama yine de dayanamayıp araya sıkıştırdık'' havası alınan kısımlar. filmde bu kısımların olup olmaması tartışma konusu değil. sadece filme yedirsek mi yedirmesek mi diye kararsız kaldıklarını hissediyor oluşunuz. bu kendi başına rahatsız edici. ancak uyarlama uyarısı ile birlikte biraz daha az rahatsız edici hale geliyor.

    biraz oyunculukların sırtına binen filmlerden olmuş. viola davis ve chadwick boseman çok iyi. davis öyle bir oynamış ki ma rainey karakterine yer yer gerçekten sinir oluyorsunuz, ama biraz empati yapınca o sinir hemen kayboluyor ve ''ne yapsan hakkındır ablam, iki de lahmacun söyle'' durumuna gelebiliyorsunuz. chadwick boseman muhtemelen adaylık alacak ve bu adaylığı ister istemez zamansız vefatına bağlanacak, ama bence her şekilde iyi bir performans ortaya koymuş. bugün aramızda olsaydı da adaylığından bahsedebilirdik. genel olarak senenin ortalama üstü performanslarından biriydi. ve izlediğimiz son performansıydı. ruhu şad olsun.

  • anne babalık evlilikle bağlantılı olmadığı için çocuğuyla ilgilenmek zorundadır. ona zorunda değil buna zorunda değil diye diye insanın ahlakı olmadığında sadece akılla hayvandan hallice olacağını unutmamak gerekir. kişi çocuğuyla her koşul altında ilgilenmeyecekse, baba olmayı sikinin keyfine bir durum olarak görüyorsa o zaman hiç bir şekilde baba olmamalıdır.

  • uyku tutmadi ve madem basladik bir tane daha anlatayim ama bu seferki hikayeye inanmama ihtimaliniz yuksek. ben bile bazen bir kismi ruya miydi acaba diyorum.

    abd'ye geleli 6 ay olmus. ilk kez bir konferansa katilacagim. san antonio'dayim. konferans bitmis houston aktarmali olarak nyc'ye donuyorum.

    her sey san antonio-houston ucaginin 30 dakikalik rotari ile basliyor.

    houston'a vardigimizda ogreniyorum ki gecenin son ny ucagini kacirmisim. havayolu sirketi hepimizin eline bir otel indirim kuponu verip sabah gelin diye yolluyor. tabii tum masraflarimi kurum oduyor ama memur cocugu oldugum icin masraflari kismaya calisiyorum. gecmiste frankfurt'ta falan havalaninda uyudugum icin diyorum ki otel masrafina gerek yok havaalaninda uyuyabilirim. gel gor ki saat 23 sularinda duruma uyaniyorum. havaalani kapanacak ve ortalikta benden baska pek kimse kalmamis. burasi amerika. bir otel bulmaliyim yoksa sokaktayim. danismaya gidiyorum ve bana bir otel ayarlayin diyorum. oradaki teyze diyor ki otellerin cogu dolu. elde kalan otellerin fiyatlari 45 ile 200 dolar arasinda degisiyor. ben de turkiye'den yeni geldigim icin 45 dolara iyi bir otele gidecegimi saniyorum (o zamanlar 45 dolara turkiye'de 4 yildizli bir otelde kalinabiliyor.). ver diyorum 45 dolarlik oteli. saniyorum ki bir taksi tutacagim. yok diyor teyze, seni otelin araci gelip alacak. oo diyorum servis bile gonderiyorlar. iyi oteldir bu. ve macera basliyor.

    terminalin onune camlari siyah bir minibus yaklasiyor ve kapi aciliyor. ve kapinin acilmasi ile yuzume kesif bir insan kokusu yapisiyor. minibus tiklim tiklim asyali ve guney amerikali tipli gariban adamlarla dolu. sanirim (sanirim diyorum cunku delil yok elimde, belki de yaniliyorum) bunlar kacak. ama polise gitsem ne diyecegim, dedim ya belki de tamamen yaniliyorum. neyse otele dogru gidiyoruz. onde bir araba var sanirim ve telsizle yola dair bilgi veriyor minibus soforune. her halde diyorum polisten sakiniyorlar. bugun bile tam olarak emin degilim. ben de elimde bir adet bilgisayar cantasi, bir sirt cantasi ve koca bir poster ile altima sicacagim korkudan. bir minubus dolusu adamla bir ortadogulu ogrenci. yakalansak ne olur korkusu icindeyim.

    neyse otele geliyoruz. otele gelmemle yeni bir koku ile tanisiyorum. oteli hintliler calistiriyor ve her yerde yogun kori, ter, sidik karisimi bir koku var. elemanlari arka tarafa goturuyorlar. beni bir odaya cikariyorlar. koridorlar suc filmlerindeki izbe otelleri andiriyor. los bir isik, koku ve her yerde toz. saat gec olmus yorgunum ama sabah 5'e kadar hic bir seye dokunmadan yatagin ucunda oturuyorum. carsaflara dokunmaya bile korkuyorum.

    neyse sabah oluyor. ilk servis 5'te. hemen servise atiyorum kendimi. kurtardik gotu. havalanina gidiyoruz. hedefim ilk ucagi yakalamak.

    havalanina gidiyorum. her sey normal. ucaga biniyorum. nihayet dinlenebilirim. gozlerimi kapiyorum ki bir takim gurultuler basliyor. uuu heeyy ooo sesleri. sonradan ogreniyorum ki houston'dan bir lise nyc'ye gezi duzenliyor ve ucakta 99 liseli var (bunu nasil ogreniyorum birazdan anlarsiniz).

    99 liseli.

    neyse yolculuk basliyor ve birazdan pilot bir anons geciyor. kuzey dogu abd'de bir kar firtinasi var ve havaalanlari bir bir kapaniyor. nyc'ye inemeyebiliriz. bir sure sonra guney carolina'ya inecegimizi duyuruyor. ancak cok sayida benzer ucak oldugu icin havaalani park etmemize izin vermiyor. benzin alip hemen havalanmak zorunda kaliyoruz. belki nyc kapanmadan ulasabiliriz. tabii birazdan haber geliyor nyc de kapanmis.

    bu sefer istikamet kentucky. saatlerdir havadayiz. yavastan yandaki teyze ile sohbete basliyoruz.iste ne is yapiyorsun falan filan. kendisi o lisenin kutuphane sorumlusu imis ve oglu da o okulda ogrenci imis. gozetmen olarak gidiyormus hem de oglu engelli oldugu icin ona goz kulak olacakmis vs. ucakta 99 liseli varmis.

    ben de teyzeye diyorum ki bugun benim dogum gunum, ne acayip seyler oluyor vs.

    kentucky'ye iniyoruz. ancak orada da ayni hikaye. park edemiyoruz. benzin alacagiz ve ucacagiz. biraz tirsmaya basliyorum.

    bu arada kiz ogrencilerden aglamaya baslayanlar falan var. ogrenciler cok aciktik diyorlar ve ucaga mcdonalds'dan servis getiriliyor. aksamki kokular yetmezmis gibi simdi de ucakta keskin bir mcdonalds kokusu var. abd'de bulunmus olanlar bu kokunun nasil igrenc oldugunu bilir.

    tekrar havalaniyoruz. fakat bir sey seziyorum. ucakta bir kagit dolastiriliyor. ve esas olay burada kopuyor. bir kac dakika sonra butun ucak hep birlikte sarki soylemeye basliyor.

    happpyy birthdaaay kokomiraaaam. bir sure bu gidiyor ve benden konusma yapmam isteniyor.

    ben de kalkip butun ucaga kisa bir konusma yapiyorum.

    "tis is may most interesting birtdey, ay am veri happi. tenk yu."

    ucakta koca bir alkis kopuyor. amerikalilar iste. yeeeaahh falan diye bagiranlar var. sonra okulun korosu cikip kisa bir sarki soyluyor dogum gunumun serefine.

    neler oluyor ulan boyle.

    la guardia havaalani'ndaki karlar temizleniyor. yere iniyoruz. sehre inceden bir kar yagmaya devam ediyor. sirt cantami aliyorum ve tek basima yasadigim tek goz evime dogru yola koyuluyorum.