hesabın var mı? giriş yap

  • akbile anca 5 lira yükletebilen adam fakirin halini anlamak için oruç tutuyo. lan sen zaten fakirsin bırak oruç seni tutsun.

  • gold digger olacaksanız da böyle olun kızlar. en azından barzo gibi alaçatı'da beach club'a gitmiyor.

  • vukuatın bir canlı tanığı olarak, tolga abimizi gerçekleri itiraf etmeye çağıriyorum buradan. yemin içiyorum ki kulaklarımla duydum o veledin "hugo'nun a. koyayim" demesini. tolga abi' nin" aaa sen nasıl konuşuyorsun, çok ayıp " çıkışına müteakip bebe" senin de a. koyayım" demişti. arkadaşımla birbirimize bakıp, o heyecanla televizyonun içine giriyorduk resmen..

    büdüt: bu konuda, savaş gazileri röpörtajı tarzı bir belgesel teklifine açık olduğumu belirtmek istiyorum. başıma bir şey gelmeyecekse eğer..*

  • oyunu komple bitirdikten sonra detaylı bir inceleme yazmaya karar verdim. dikkat: spoiler içerir.

    öncelikle oyunun ana hikayesini pazar gecesi, %100'ünü de pazartesi günü bitirdim. oyunu 7 eylül 00.00'da açıldığı an oynamaya başladım ve %100'lemek için yaklaşık bir 35 saat harcadım diyebiliriz.

    --- spoiler ---

    oyunun ana hikayesinden başlarsak, tek kelime ile mükemmel diyebilirim. spider-man 2 dahil* bütün filmlerinden, hatta direkt bütün marvel filmlerinden daha güzel bir hikaye ve macera olduğunu düşünüyorum.

    oyunda 22 yaşında, üniversiteden mezun olmuş bir peter parker'ı canlandırıyoruz. kendisi 8 senedir spider-man ve epey bir deneyimi var. çok para getirmese de inandığı bir iş olduğu, geleceği değiştirebildiğini düşündüğü için bir labaratuvarda çalışıyor. dünyayı sadece spider-man olarak değil aynı zamanda bir bilim adamı olarak daha iyi bir yer haline getirmeye çalışan bir peter parker söz konusu, ki bu daha önce filmlerde göremediğimiz bir yönü. aynı zamanda kostümüdür teknolojisidir, kullandığı gadgetlardır her şeyini kendinin halletmiş olması benim hep istediğim ama daha önce pek göremediğimiz hareketlerden.

    hikayeyi mükemmel yapan unsurlardan en büyüğü bana kalırsa karakterlerin duygu yüklü olması ve gerçek hissettirmesi. oyunda otto octavius'u gördüğünüz anda "aha doc ock geldi", "e bu muymuş yani" diyorsunuz ama oyunu öyle bir işliyorlar ki, bir yerden sonra kendinize "lan acaba octopus olmayacak mı?", "octopus olsa da kötü olmayacak sanki" gibi ne olacağını kestiremediğiniz bir rotaya giriyorsunuz. otto'nun nefreti, hastalığı ve motivasyonunu görüyor ve ne yola ilerlediğine yavaş yavaş şahit oluyorsunuz. oyunun size verdiği devreleri ve deneysel çalışmaları yaparken aslında doctor octopus'u yavaş yavaş sizin yarattığınızı fark ediyorsunuz, ki bu çok peter parker'lık bir olay.

    öte yandan martin li'nin karakterini hem anlıyorsunuz, hem de gerçek bir terörist olduğu için olayın nereye gideceğini kestirmeye çalışıyorsunuz. norman osborn her zamanki gibi nefretlik bir karakter olarak ortaya çalışıyor fakat onun da bir motivasyonu olduğunu fark ediyorsunuz. oyunda bir sürü karakter olmasına rağmen işlenişi çok akıcı ve tane tane, o yüzden sizi içine çekiyor hikaye. oturduğunuz gibi kalkamıyorsunuz su gibi açıp gidiyor.

    normalde miles morales karakterini hiç sevmem, hatta nefret ederim bile diyebilirim, fakat bu oyunda işlenişi fena değildi. yine de oyun sonunda kendisinin örümcek güçlerini kazanması beni endişelendirmedi değil. umarım bir sonraki oyunda kendisine oynanış süresinin yarısını falan vermeyi tercih etmezler. bu oyundaki oynanış süresi kadar bir sonraki oyunda da olabilir, hatta mj'in süresi de benden olsun. ama daha fazlası sequel'i bozar. spider-man dediğin peter parker'dır diyorum ve bu konuyu da geçiyorum.

    daha sonra son savaşta, peter spider-man olduğunu otto'nun bildiğini öğrendikten sonra "you knew." demesi, daha sonra her şeyin kafasına dank etmesi ve tekrardan sinirli bir şekilde "you knew!" demesi insanın tüylerini diken diken eden bir sahneydi. ayrıca ilk kez söylediğinde altyazılarda "spider-man:" derken, ikince you knew'da "peter parker:"'a dönmesi müthiş güzel bir detaydı.

    özetle hikaye olarak gelmiş geçmiş en güzel spider-man hikayelerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. sürükleyiciliği, akıcılığı, duygusal yatırımı ve karakterlerin oluşumu ve değişimi çok güzel biçimde oyuncuya aktarılmış.

    oynanış kısmına gelecek olursak:

    öncelikle swinging tek kelime ile inanılmaz. oyunu bitirdikten sonra bile açıp sadece 1-2 saat sıkılmadan şehirde binalara ağ atıp gezebiliyorsunuz. dive atarak, web-zip ve point launch ile müthiş hız ve momentum kazanabiliyorsunuz. duvarlarda koşması olsun, binanın diğer tarafına dönerken veya tepeye çıkarken ağ atıp çekmesi olsun; su kulelerinin, tabelaların ve boruların içinden dönerek geçmesi olsun inanılmaz olmuş ya, ötesi yok yani. bir kere gökyüzüne ve bulutlara ağ atıp gezmediğiniz, ağlar binalara yapıştığı için son derece gerçekçi hissettiriyor. önceki oyunlarda ps2'deki spider-man 2 hariç böyle bir mekanik yoktu, geri getirmeleri çok büyük akıllılık olmuş.

    mj ve miles görevleri oyunun hızını biraz düşürmüş ama kötü olmuş diyemem. olmasaydı da olurmuş ama fena değil diyelim.

    combat kısmına gelecek olursak oyunu şaheser kılan diğer bir kısım olduğunu söyleyebiliriz. arkham'dan esinlenildiği söyleniyor ve ilk başlarda pek bilmediğiniz için öyle geliyor, ama sonradan anlıyorsunuz ki ikisinin tek ortak noktası kare tuşuna basarak yumruk atmanız ve bir counter mekaniği olması, ki counter mekaniği de oldukça farklı.

    arkham oyunlarndaki dövüş sisteminin ve akıcılığının bir hayranı olan ben bu oyundaki sistemi çok daha başarılı buldum. yapabileceğiniz hareketler ve kombinasyonlar o kadar farklı ki tamamen sizin yaratıcılığınıza kalmış. batman oyunlarından belki de en büyük farkı savaşı havaya taşıyabiliyor olmanız. kare tuşuna basılı tutunca bir aparkatla adamları yukarı atıyor, tekrar kareye basınca da yanlarına çıkıyorsunuz. istereseniz adamları tekrar yere çarpıp üzerlerine ağ atarak saf dışı bırakabiliyor, isterseniz adamı havada ağlayıp yere ya da bir binaya çarpıp ora yapıştırabiliyor, isterseniz çeşitli kombinasyonlarla havada dövmeye devam edebiliyorsunuz. oyunda gatgetların ve web-shootlerarın kullanımı düşmanları saf dışı bırakmanın en büyük yolu. bir adamı bayılana kadar dövmek yerine yere düşmüşken ya da duvara yakınken ağlayıp oraya sabitleyebiliyorsunuz. ayrıca oyundaki gadget çeşitliliği çok yerinde ve hepsi kendine bir taktiksel kullanım alanı bulabiliyor. bu yüzden combat sistemi arkham serilerindeki yumrukla, xx ile adamların üzerinden atla, countera bas, adamları tekrar yumrukla sisteminden daha derin ve daha eğlenceli olarak karşınıza çıkıyor. ayrıca spider-man'da da arkham oyunlarındaki gibi finisherlar var ve animasyon sayısının epey daha güzel olduğunu söyleyebiliriz. ilk defa gördüğünüzde "vay be" dedirten cinsten.

    ayrıca combatta focus adında bir sistem de var. yukarıda bahsettiğim finisherları bir focusunuz olduğunuzda kullanabiliyorsunuz. oyuna bir bar ile başlıyorsunuz ama seviyeniz arttıkça üç taneye kadar focus barınız olabiliyor. ayrıca bu focus özelliğini kendinizi iyileştirmede ve dövüş sürenizi uzatmada da kullanabiliyorsunuz, ki çok yerinde düşünülmüş.

    oyundaki yan görevler fena değil, ama ana görevler yanında sönük kaldığını söylemek pek de yanlış olmaz. tombstone görevi hariç diğerlerine ortalama diyebiliriz. güvercin yakalamasıdır üniversite öğrencilerini kurtarmasıdır fena görevler değil, ama mükemmel de diyemeyiz. bu görevleri eğlenceli kılan diğer bir unsur da aradaki konuşmalar ve espriler oluyor. oraya git, adamı döv, geri gel, tekrar git, tekrar adamı döv şekline benzese de söz konusu karakter spider-man olunca yaptığı bir iki şaka bile o anı sizin için eğlenceli kılmaya yetebiliyor.

    oyunun seslendirmesine gelecek olursak tek kelime ile efsane olmuş. spider-man/peter parker'ı yuri lowenthalseslendiriyor. espriler, şakalar olsun tek kelime ile inanılmaz olmuş (sana bakıyorum spider-cop*) ve size oynadığınız karakterin spider-man olduğunu her saniye hatırlatıyor adeta. ayrıca seslendirme demişken arada çıkan j jonah jameson podcastleri de oyuna inanılmaz bir hava katıyor ve sizin modunuzu bir anda yükseltebiliyor. en basitinden yaptığınız research station görevlerinden sonra bile üzerine yeni bir program yapıp komedi unsuru gerçekten kaliteli olan bir diyalog ortaya çıkıyor. kısaca seslendirmesi de 10 üzerinden 10 diyebiliriz.

    grafiklere ve photo mode'a pek bir şey yazamıyorum çünkü düz övgü olacak ne dersem diyeyim. mükemmel, inanılmaz, sansasyonel...*

    toparlayacak olursak oyun mükemmele yakın bir oyun, ve gerçekten beklendiğine kesinlikle değdiğini söyleyebiliriz. oyundan keşke olsaymış diyebileceğim birkaç tane kostüm var, çizgi romanlardaki iron spider olsun, superior kostümü, bagman kostümü olsun, en azından eski filmlerden kostümler falan ne bileyim çok daha iyi olabilirdi. çoğunluğun aksine simbiyot kostümün dlc ile gelmesini katiyen istemiyorum, çünkü o ayrı bir oyunun konusu ve kendi oyununu hak ediyor kesinlikle.

    öte yandan oyunu %100'lemem 35 saat kadar, hikaye modunu bitirmem de aşağı yukarı 13-14 saat sürmüştür diye tahmin ediyorum. çok fazla şehirde gezip sırt çantası falan topladığım için kesik kesik oynadım ama bana yeterince uzun hissettirmedi. gönül isterdi ki ana hikaye 20 saat olsun ama o zaman bu kadar etkileyici ve başyapıt derecesinde olur muydu bilinmez.

    benim oyuna son puanım üstte bahsettiğim sebeplerden dolayı 9.5/10. konsol aldırtır mı? aldırtır. goty adayı mı? evet goty adayı. ha kazanır mı? pek kazanabilir gibi değil. arkham oyunları ile kıyaslarsak hemen hemen her şeyiyle arkham knight'tan fersah fersah iyi olduğunu düşünüyorum. aşağıda kalan kısımlarına gelecek olursak arkham knight'taki yan görevler çok daha dolu doluydu ve daha güzel bir hikayeyi anlatıyordu. stealth sistemi çok daha iyiydi. ama geri kalan her şeyde spider-man kazanıyor diyebilirim. arkham city ile kıyaslarsak da ikisi benim için kafa kafaya fakat yeri bende çok ayrı olduğu için arkham city'e bulmacalarından ve uzunluğundan dolayı bir tık daha fazla puan verip önde olduğunu söylüyorum. fakat bu şekilde devam ederse ikinci oyunda spider-man onu da geçebilir, hiç şaşırmam.
    --- spoiler ---

    sıralama yapmam gerekirse:

    arkham city>~spider-man>arkham asylum>arkham knight

    diyorum.

    son olarak tanım: inanılmaz örümcek-adam'ın inanılmaz oyunu.

  • flört aşamasında herkes kendini belli ediyor aslında ama o duyguların en yoğun olduğu an farkedilmiyor herhalde. örnek veriyorum; illaki bilmem nerede bilmem ne yüzükle evlenme teklif edilecek diye sanki allah’ın emriymiş gibi olmazsa evlilik yürümeyecekmiş gibi tutturan kızla evleniyor adam. düğün günü gelin arabasındaki çiçek yolda uçmuş aynısı bulunup takılmazsa evlenmem diye tutturup o çiçeği taktıran gelin tanıyorum. hala vazgeçme şansı olan damada hayret etmiştim. bunlar hep bu kişilerle bir ömür geçmez işaretleri.
    erkekler için de aynı durum. sevgiliyken iki çift sohbet edemediğin erkek evlenince de aynı erkek. daha sevgiliyken giyimine, arkadaşına karışıp asker arkadaşıyla konuşur gibi kız arkadaşıyla konuşan erkek evlenebiliyor yani düşünün. her şeye karışan erkek sahiplenen erkek gibi görünüyor herhalde.
    sonra evlilik tü kaka oluyor.
    eşimle baktık sohbete, geyiğe doyum olmuyor. birlikte geçirdiğimiz saatler yetmiyor. ben onun sevdiği yemekleri pişiriyorum, o benim sırtımı kaşıyor. sohbet ede ede kilometrelerce yol yürüyüp farketmiyoruz. e ozaman biz evlensek ya dedik. evlenirken de saçma isteklerle birbirimizi üzmedik. her şeyimizi kendimiz halledip kimseyi müdahil etmedik. 10 senedir evliyiz bir kızımız var. doğru kişiyi bulup onun için doğru kişi olduğunuzda bu iş tamam.

  • ulan, adam istese sil baştan bugün bir üniversite açar, yarın tek mezunu olur, ertesi gün kapatır. öyle bir konumda. hala önlisans, falan filan.

    (bkz: ahahaha deli)

  • hastalandığında o beğenmediği muhalif doktorların kapısında yatıp kalkarlar , başı sıkıştığında o muhalif avukatlara koşarlar.

    o televizyonda gördükleri ateist , muhalif kadınlara ve erkeklere ağızlarının suyunu akıtırlar ama konu ülkenin kurtuluşu olunca tabelaları çakarlar.

    o zaman kardeş hastalandığında gittiğin doktora erkek gibi muhalif misin diyeceksin ! bak bakayım o muhalif diye küçümsediğin adam seni dışarı mı atıyor tedavi mi ediyor.

    bir nesili kürtlere düşman etti bu kitle , şimdide muhaliflere düşman edecekler.

    cehaletinizde boğulun !

  • --- 6x09 battle of the bastards spoiler ---

    9. bölüm için ne hissetsem bilemedim açıkçası. televizyonculuk açısından başarılı da olsa, game of thrones'u diğer dizilerden ve kitaplardan farklı yapan herşey tamamen yok olmuş durumda. öngörülemezlik, gerçekçilik, karakter gelişimi.. dizi bunların hepsini artık terk etmiş durumda.

    meereen
    geçen hafta meereen kuşatmasının kısa süreceğinden bahsetmiştim ama yapımcıların ironborn'u da bu olaya dahil etmesini umuyordum açıkçası. hazır deniz savaşı varken ve ironborn da meereen'e doğru gelirken, şöyle bir deniz savaşı görmek güzel olurdu. hatta, yunkai donanması ejderhalardan kaçarken, ironborn'un kollarına düşseydi filan, en azından theon-yara ikilisine dany'e kendinlerini kanıtlama şansı verirdi. ama sanıyorum burda hep bütçe engeline takılıyoruz. ejderhalı deniz savaşı çekmek için lotr bütçesi filan gerekir sanırım. o yüzden ejderhaları da sadece tek bir gemiyi yakarken gördük zaten.

    bana garip gelen ilk şey, yunkai - astapor - volantis heyetinin, dany'nin ejderhaları olduğunu tamamen unutmuş gibi artislik yapmasıydı. bunu daenerys'in drogon'un kontrolünü sağladığını bilmemelerine veriyorum. ama bu adamların, harpy örgütünün arkasında olduğunu söylendiydi bize. yani şehirde ne olup ne bittiğini bilmeleri gerek. hadi hiç bir şey bilmiyordunuz, koskoca ejderhayı şehre geri dönerken de mi görmediniz be adam. hocam ejderha geri döndü ama vururuz onu katapultla diye mi düşündünüz ne yaptınız bilemedim.

    ejderhaların nihayet tam kapasite çalışmalarını ve rhaegal ve viserion'un zincirlerini kırıp ortama akmalarını görmek güzel oldu. ancak, burada da diğer iki ejderhayı kimin kontrol ettiği sorununun görmezden gelindiğini gördük. dizi, bütün 2 sezondur bize dany'nin drogon ile olan mücadelesini anlattı durdu ve bu ejderhanın kontrolünü sağlamak da daenerys'in aylarını aldı. peki rhaegar ve viserion'un da benzer iradeleri yok mu? onlar drogon ne derse yapan yancı elemanlar mı? kitapta, ejderhaların kontrolü en kritik meselelerden birisini oluşturuyor ama dizi bu konuyu da es geçerse şaşırmam tabi.

    meereen kuşatmasının 3 ejderha tarafından dağıtılmasını izlerken, bu hayvanların westeros'ta yaşatması muhtemel dehşet de gözümün önünde canlandı. winterfell'deki savaşa drogon'un indiğini de düşünsenize, sanırım tek başına bolton, stark, karstark, umber bırakmadan hepsini yakardı eleman. dany'de bir de bunlardan 3 tane var. bu konuyla ilgili uzun bir entry yazmayı düşündüğüm için şimdilik olası senaryolardan uzak duruyorum.

    meereen ile ilgili en zayıf nokta, dothraki'nin kullanımı oldu sanırım. burda yine bütçe problemleri seziyorum. yunkai tarafında hiç bir kara ordusu olmamasının bütçe limitasyonundan başka açıklaması olamaz. düşmanın kara ordusu olmayınca da, 50bin dothraki atlısını, 5 tane harpy'i öldürürken gördük. o harpyler şehrin dışında ne yapıyordu, dothraki neden 5 tane adama tam kadro saldırmayı tercih etti bilmiyorum ama savaşın bu bölümü oldukça saçmaydı.

    savaşın sonundaki ironborn ittifakı, dany'e istediği gemileri vermiş oldu ama dizinin euron greyjoy için ne planladığını tam olarak bilmiyorum. dizinin ana kötü adamı ilk 3 sezon tywin lannister idi; sonra onun yerini ramsey bolton aldı ve son 2 sezonda da euron greyjoy bu görevi üstlenebilir. en azından kitapta öyle gözüküyor. dizi, "white walkerlar yeter kötü adam rolü için" diye düşünebilir.

    tyrion'un karakter olarak tamamen yedek kulübesinde olması ve dany'nin şamaroğlanına dönmesi benim gerçekten canımı sıkan bir konu. kitaptaki özenle yazılmış tyrion diyalogları bittiğinden beri bu karakterin can çekiştiğini söylemem gerek. eskiden, peter dinklage'in göründüğü sahneleri iple çeken bendeniz, artık aynı adamı bitse de gitsek diye izliyorum.

    sonuç olarak, bir çok kişinin pek de sevmedeği meereen hikayesinin sonuna geldik. bir sonraki bölüm, dany, westeros'a doğru yola çıkıyor olacak ve onun başına gelecek potansiyel olayları yakında daha uzun bir enrty ile inceleyeceğim.

    winterfell
    kuzeydeki stark destekçileri kim? umberlar, ramsey'e ihanet eder mi? o gerçek rickon mu? o gerçek shaggy mi? o mektubu kim yolladı? sansa mektubu kime yolladı? howland reed ortaya çıkar mı? blackfish kuzeye gelir mi? haftalardır insanlar bu konularla ilgili teori üretiyor, dikkat ederseniz ben 3 ya da 4. bölümden sonra tamamen bıraktım bu işleri. dizi entrikayı, politikayı, gizemi, süprizi bir kenara koydu ve senaryoyu öldüresiye basit yazıyor. bilmemkaç bin yıllık stark ailesi, kuzeyde sadece 1 (bir) ailenin desteğini aldı. (savaşta whent bayrağı da gördüm galiba. hadi 2 olsun.) ailelerinin kaderini belirleyen savaşta da rohirrim tarafından kurtarıldılar. süper senaryo gençler. böyle devam edin ki, kitabın spoilerı olmamış olsun.

    bu sansa-jon hikayesindeki en rahatsız edici nokta, sansa'nın inatla littlefinger ihtimalini gizli tutması. hadi ilk baştaki görüşmeyi gizli tuttun onu bir şekilde anladık. ama jon 2000 adamla 5000 kişiye saldıracağını açıkladığında neden bu planı ona da açmazsın? belki eleman beklerdi baelish'ten cevap gelene kadar. binlerce stark destekçisi, vale gelene kadar telef oldu savaş alanında. sansa, vale ordusu ile gandalf girişi yaptığında pek bir gururlu gözüküyordu ama az önce kaç kişinin ölümüne neden olduğundan haberi var mıydı acaba? dizinin senaristleri, sırf littefinger'a deux ex machina yaptırabilmek için böylesine bir saçmalığa imza attılar ve benim kitabın çok büyük bir hayranı olarak bunu affetmem mümkün değil. kuzeyde o kadar çok potansiyel vardı ki, bunların hiç birinin kullanılmayıp, günü baelish'e kurtartmak bana kabul edilebilir gelmiyor. aynı, 30-40 tane kuzey ailesinden sadece 2 tanesinin starkların yardımına gelmesinin kabul edilebilir olmaması gibi.

    herkes savaşın ne kadar etkileyici olduğundan bahsediyor ama ben yapılan saçma sapan seçimleri bir türlü görmezden gelemiyorum. yalnızca sansa'nın yaptığı sürpriz de değil beni rahatsız eden. rickon'un ramsey'nin oklarından dümdüz koşarak kaçması nasıl bir saçmalıktır mesela? ulan geri geri koşsan zaten atılan okları görürsün. onu yapmadın bari zigzag çiz, seni 100 küsür metreden havaya doğru attığı oklarla vurmasına imkan yok. şov açısından etkileyici bir sahne olabilir bu ama mantık açısından açıklanabilmesi mümkün değil. ramsey, rickon'u çarmığa gerip derisini yüzseydi belki vahşi bir ölüm görürdük ama en azından bolton geleneğiyle tutarlı olurdu. jon'un atlılara tek başına saldırmaya kalkması da aynı şekilde. gökten yüzlerce ok yağdı, cenabı r'hllor jon'u korudu hepsinden. evet, güzel gözüktü televizyonda ama o kadar işte. sonra savaş sırasında oluşan ceset tepeleri nedir abi? o tepeler nasıl oluştu öyle? ölülerin üzerinde savaşan adam mı vardı ki tepe oluştu? gereksiz kalkan sahnesini yapabilmek için gökten tepe indirdiler ortama. kalkan-mızrak kuşatması bana return of the king'in sonunda gondor ordusunun kuşatıldığı sahneyi hatırlattı. zaten vale'in gelişi de direk gandalf ve penceresi camcama rohirrim. bu arada wun-wun iyi güzel de o elemanın eline niye bir mızrak vermediniz? neden eli boş gelmiş savaşa? bir tane budaklı odun bile yok muydu vereydiniz eline?

    "hiç bir siki de beğenmiyon bilader sen" dediğinizi duyar gibi oluyorum ama bunun sebebi bu bölümün veya dizinin kötü olması filan değil. benim bu hikayeden beklentilerim kaf dağının da üzerine çıkmış durumda. dolayısıyla, dizi herşeyi bu kadar basite indirgeyince bir türlü benim tatmin edemiyor. winterfell'e stark bayrağı asılması hepinizi tatmin etmiş olabilir ama ben hala petyr'in bu işten çıkarı nedir diye düşünüyorum. sanırım sansa'yı kendine isteyecek eleman ödül olarak. dizide bu taraf işlenmedi ama kitapta littlefinger, sansa'ya catelyn'in gençliğine benzeterek hafiften abayı yakıyor.

    bu noktada, ramsey'nin son sahnesinin iyi kotarıldığını söylemem gerek. bence o ziyafete ghost da dahil olsaydı, daha güzel olurdu ama cgi bütçesi bitti sanırım bu bölümde. jon'un savaşa girip ghost'u getirmemesini başka türlü açıklamak zor. onun dışında davos'un, mel'i kendi elleriyle öldürmesini bekliyordum ama son bölümün trailerı, bu kararı jon'a bırakacağını işaret ediyor.

    bu arada aynı boltonlar gibi starkların da soyadının yok olma tehlikesi olduğunu söylemem gerek. rickon stark soyadını taşıyan son oğlandı. jon'un bir targaryen, bran'ın felçli ve benjen'in de yarı undead olduğunu düşünürseniz, stark isminin devamı için sansa'nın çocuklarına kendi ismini vermesi filan gerekiyor. böyle bir şey daha duymadık ama aksi takdire binlerce yıllık stark isminin sonuna geliyoruz.

    bu arada bölüm sırasında ismi geçen iki detay beni savaşın kendisinden daha fazla heyecanlandırdı diyebilirim. bunların birincisi, jon'un rickon'u winterfell'i altındaki mezara gömelim demesi. o mezarda, lyanna'nın da yattığını ve jon'un gerçek kimliğiyle ilgili bir ipucunun da orada olma ihtimali olduğunu belirteyim. böyle bir ihtimal beni haddiden fazla heyecanlandırıyor.

    ikinci detay da, tyrion'un yine king's landing'in altındaki wildfire depolarından bahsetmesiydi. son bölümde bu depoların cersei tarafından havaya uçurulma ihtimali de ağzımı sulandırıyor.

    ha bir de trailerda, jaime'nin walder frey ile yemek yediğini gördük. o ortamı arya basarsa tadından yenmez.
    --- spoiler ---

  • izmir'den istanbul'a ilk kez arabayla gelen babamı şaşırtmış trafiktir.

    babam kartal yönünden e-5'e giriş yapar, tam iş çıkış saatidir, bu sebeple trafik vardır. 35 plaka arabasıyla kendini trafiğin içinde bulan babam camı açar, yandaki arabaya seslenir. "kardeş kaza mı olmuş???"

  • köprünün denizin üstüne yapılacağını özellikle belirtme ihtiyacı duyulan reklam. seçmeninin kapasitesini biliyor akp sonuçta.

    ayrıca sanırım bu köprünün ayağı, kendine bağlanan bir otobanı falan yok. hiç ağaç kesilmiyormuş çünkü. açıkçası ben tatmin oldum.