hesabın var mı? giriş yap

  • reyting ölçümününün nedeni, reklam pastasını düzenlemektir. bu nedenle izleyiciler gelir düzeylerine göre a, ab, b, c ve d gibi gelir gruplarına bölünür.

    a ve ab grubu, en varlıklı gruptur. nispeten orta direğin bir tık üstü olan b grubunu da buraya ekleyebiliriz. reklamlardan elde edilen en büyük gelir, bu gruba aittir. işte, ev, araba, lüks tüketim ürünleri vs vs reklamları hep bunların satın alması içindir.

    c ve d grupları ise en düşük gelir düzeyine sahip gruplardır. öğrenciler de bu grubun içine girer. bunlara bir şey satamazsınız. çünkü zaten paraları yoktur ve dolayısıyla bu gelir grubuna kola, meşrubat, atıştırmalıklar ve ucuz telefon hattı reklamlarından başka reklam verilmez.

    şimdi, reyting ölçüm cihazlarının %90'ından fazlası tahmin edeceğiniz üzere a, ab ve b gruplarının evlerine tıpkı bir anket örneklemi seçer gibi belirlenerek konulur. c ve d grubuna dostlar alışverişte görsün diye birkaç cihaz yerleştirilir ama, işte ölçümlerde pek bir payları bulunmaz. bu uygun örneklem sayesinde %10'a yakın hata payıyla ölçümler gerçekleştirilir. bu hata payı, reklam veren için yeterli ve kabul edilebilir bir düzeydir.

    o halde anlamaya başladınız. son bir örnekle bitireyim: trt'de yayınlandığı dönemde leyla ile mecnun'un izlenme oranı oldukça yüksekti. ama hiç reklam alamıyordu. sebebi ise, izleyenlerin çoğunun c ve d grubu olmasıydı.

  • düşünmesi kafa karıştırıcı bir konu. ama basitçe anlamak için iki örnek düşünülebilir.

    çakal ve road runner çizgi filmindeki çakalı düşünün. bir uçurumun kenarına çıktığı anda hemen düşmez, uçurumun kenarına geldiğini görür ve birkaç saniye sonra düşer. yani yerçekimi onu birkaç saniye sonra aşağı çekmeye başlamıştır. peki gerçek hayatta da düşen bir objenin düşmeye başlaması için 0,00001 saniye bile olsa bir zaman geçiyor mu? yoksa yerçekimi en ufak bir gecikme olmadan mı onu aşağı çekmeye başlıyor?

    örneğin sihirli bir şekilde güneş'i bir anda yok etsek, etrafında dönen gezegenler tam olarak o "an"da mı savrulmaya başlarlar? yoksa kütleçekim dalgalarının onlara ulaştığı belli bir hız var mı?

    kütleçekim dalgaları ışık hızında ilerliyorsa güneş yok olduğu andan itibaren dünya'nın 8 dakika sonra savrulmaya başlaması gerekir. yani güneş'i bir anda yok ettikten sonra dünya ve diğer gezegenler bir süre daha güneş'ten birkaç dakika önce çıkmış olan kütle çekim dalgalarının etkisiyle yörüngede dönmeye devam ederler.

    kütleçekim dalgalarının şimdilik ışık hızıyla tam olarak aynı hızda ilerledikleri kabul ediliyor. çünkü bu evrende bir "şeyin" ilerleyebileceği en yüksek hız, bu yüzden ikisi de hız ibresini sona dayadıkları için aynı hızda hareket ediyorlar. einstein'ın görelilik teorisinde kanıtladığı üzere.

    kütleçekimi ve ışık birbirine yakın şeyler. ikisinin de varlığı zamanın akışını değiştiriyor. büyük bir kütlenin yakınında ya da ışık hızına yakın bir hızda giderken zaman daha yavaş akıyor.

    aslında kütleçekimi de ışık da bir "bilgi" taşıyor, vardıkları yerde evrende değişime neden olan bir bilgi. evrenin izin verdiği maksimum hıza ulaşan bu iki şey ister kütleçekimi taşıyan graviton ister ışığı taşıyan foton olsun, ışık hızından hızlı gidemiyorlar. ancak ikisi de maksimum hızda gidebiliyorlar.

  • iskoç komedyen daniel sloss, jigsaw adlı şovunda, toplumun "yalnızsan eksiksin, ruh eşini bulmak zorundasın" baskısına şu sözlerle karşı çıkıyor:

    "aranızda, benim gibi 26 yaşında birinin, aşk ve ilişkilerden bahsetmesini dinleyen daha olgun seyirciler olduğunu biliyorum. muhtemelen diyorlar ki;
    'daniel, çok gençsin, çok safsın, çok alaycısın. biliyorum tatlım, çünkü senin gibiydim. senin yaşındayken aynı şeye inanırdım. kesinlikle aşk diye bir şey yoktur derdim. sonra 'o'nunla tanıştım. o zamandan beri beraberiz. uzun bir yolculuktu, zordu ama sevdiğimiz için çabaladık. çünkü yanıldığın şey bu, daniel. emek ve çaba gerekli ama buna değer. anlıyorum daniel, neden böyle hissediyorsun biliyorum ama bir gün gerçek aşkı bulacaksın ve bulman için sabırsızlanıyorum.'
    eğer böyle hissediyorsanız, umarım haklısınızdır. birinin kocası olmak istiyorum, baba olmayı her şeyden çok istiyorum. çünkü eğer haklı değilseniz, eğer yanılıyorsanız; diğer bir olasılık şu: benim yaşımdayken yalnız kalmaktan öyle korkmuşsunuz ki, kendinizi birini sevmeye zorlamışsınız."

    "dünyada 7.5 milyar insan var ve siz ruh eşinizi yaşadığınız yerden 30 km ötede mi buldunuz? bana fazla büyük bir tesadüf gibi geldi!"

    "içtenlikle söylüyorum, dünyadaki ve dolayısıyla bu salondaki ilişkilerin yüzde 80'i palavra. bazıları, yalnız kalmayı öğrenmek için hiç zaman harcamamış, kendilerini nasıl seveceklerini öğrenmemiş, böylece bu görevi başkasına vermiş."

    "evliliklerin yüzde 55'i boşanma ile sona eriyor. 30 yaşından önce başlayan ilişkilerin de yüzde 99'u bitiyor. bunlar ameliyat istatistiği olsa kimse bu riske girmezdi.
    ...aşkı bulmak imkansızdır, demiyorum. tek söylediğim, istatiksel olarak bulamadığınız."

    sloss, kendisini sevmeden; tabiri caizse kendi ruhunu bulamadan ruh eşini bulamadığına takılan insanlar için de şu şekilde tavsiye veriyor:

    "bir başkasının sizi sevmesine izin vermeden önce kendinizi sevmeyi öğrenmelisiniz. işte bu. bekar olmak, yalnız olmak yanlış değil. biriyle çıkmaya başlamadan önce kim olduğunuzu bulmak için kendinize zaman ayırmak yanlış değil, çünkü kim olduğunu bilmezsen sahip olduklarını nasıl gösterirsin?"

    "kendinizin sadece yüzde 20'sini severseniz, biri gelip sizin yüzde 30'unuzu sevebilir. 'vay bu çok fazla' dersiniz. ama tam anlamıyla yarıdan azdır. kendinizi yüzde yüz severseniz, size aşık olan birinin sizi özel hissettirmek için gerekenden fazlasını yapması gerekir."

    son olarak, sevdiğim bir cümlesini bırakayım:
    "hayatta yapabileceğiniz en kötü şey, onu yanlış insanla geçirmektir."

    (daniel sloss, bu şovu 2018 yılında yapmış. eğer adamın güncel ilişki durumunu merak ediyorsanız hemen söyleyeyim; geçtiğimiz ay diz çökerek sevgilisine evlenme teklifi etti.)*

  • itl. uykusuz geceler

    inanılmaz şekilde venedik'i hatırlatan ama ismi hiç geçmeyen bir şehrin içinde uykusuz bir gecenin içinde tanışan ve yalnızlıklarını paylaşan/paylaşamayan iki yabancının öyküsünü anlatır visconti bu dostoyevski uyarlamasında.

    aşk, beklemek, ümitsizlik, bağlanmak, gene beklemek, kazanırken bir anda kaybetmek... tüm bunlar genel olarak uzun diyaloglarla süren bu filmde vardır. mastroianni'nin yakışıklılığı ve gençliğinde de yüzüne çok yakıştırdığı hüzünle beraber, maria schell'in o eski zamana ait narin, kırılgan gözüken ama esasında yıkıcı olan güzelliği başroldeki bu ikilinin uyumunu masalsı kılar.
    --- spoiler ---
    özellikle filmin sonundaki kar sahneleri bu havayı pekiştirir.
    --- spoiler ---

    bu film fransız ve italyan ortak yapımı olduğu için nuit blanches olarak da bilinmektedir. 2001 yılında, istanbul film festivali'nde gösterilmişliği vardır... ayrıca (bkz: la notte).

  • madde 309- (1) cebir ve şiddet kullanarak, türkiye cumhuriyeti anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.

    düzgün bir ülkede şu demeç suç kabul edilerek soruşturma açılır. vekillik falan düşer.

  • olay yerimiz kilyos ve civar sahilleri. halkın olması gereken ve öyle taahhüt edilen sahillerimiz; ekrem beyden başlayıp, sarıyer belediye başkanına, oradan kaymakam ve jandarmaya olan bir birliktelik oluşturuyor.

    cumartesi günü kilyos civarı hafif dalgalı olduğu icin, lisanslı dalga sörfçüsü olmam dolayısı ile antrenman yapmaya gittim. dalga dediğim de 50-60 cm yani dalga denemez ve yönü sahile doğru olan bir rüzgar.

    neyse efendim. kilyos merkeze aracımı park ettim. halk tarafından plaja girmek istedim. belediye ve kaymakamlık demirlerle kapamış. özel bir beach club masa koymuş. 70 tl sadece giriş icin istiyor. arkadaş kıyı kanunu ve halkın plajı diye tartıştım, 5-6 dövmeli serseri basıma toplandı. jandarmayı aradım orası onların kira veriyor dedi. kanundan bahsettim kanunda öyle demez mi.

    bakın kilyos'tan başlayıp, gümüşdere boyunca kilometrelerce sahile girmeniz imkansız. iğne deliğini bile kapamışlar. otopark ücreti mecburi, bir de giriş, en az 90 tl sadece sahile girmek.

    delirdim jandarmaya gittim. çavuşla konuşabildim. adam elimizde değil dedi. neler dönüyor bi bilsen diyebildi.

    neyde dedim hemen bir kaç km ötede ki halk plajı olan kısırkaya plajına geçtim. bir baktım ki binlerce kişiyi denizden kovalarcasına çıkaran jandarma. başlarının yanına gittim, düzgün bir üslupla konuşmaya başladım. hemen az ötede paralı bölgede denize girmek serbest. ki kilyos daha tehlikeli dalga olduğunda. ama parası olmayan denize girmesin öyle mi dedim. etrafımda da halk toplandı ve nasıl sinirliler. bu arada onlarca can kurtaran ve deniz sınırı da çizilmiş olmasına rağmen halki sokmuyorlar. bilin bakalım neden, park ücreti ve girişi ücreti ödenen bir yer yok!!

    bilin bakalım ailesi ile kırk yılda bir sahile gelmiş, çocukları denize sokamayan aileler nereye gitmek zorunda. yallah paralı bölgeye.

    sesli bir şekilde jandarmalara aynen söyle dedim. "ranta hizmet ettiriliyorsunuz. güvendiğimiz bir iki kurum kaldı. göz göre göre güvenimizi kaybediyorsunuz. " o sıcakta bana kızabilirlerdi ama yapmadılar, mahcup mahcup haklısınız ama emir yüksek yerden dediler.

    buna başta bu şehrin baskani olmak üzere göz yumanlar belli. isin içinde rant olunca partiler, hükumet falan nasıl da işbirliği yapıyorlar.

    not olarak yaklaşık 10 km sahile hic bir yerden giremiyorsunuz. bildiğiniz otluk bir yer ve yapı yok. zorladığınız da da mafyalari korumaya jandarma geliyor.

    kiralayan ve şartları belirleyen belediye. yasağı koyduran kaymakamlık. rantı bölüştüren mafyatik işletmeler. hepsini kollayan jandarma.

    not olarak dursun editi; hayatımın hiç bir aşamasında siyaset olmadı. çünkü siyasetin yekûnu pis. sevmem siyaset de konuşmam. su an ki belediye başkanı, istanbul'un yönetici kim. ayrıca senelerdir gittiğim bir yer de son girişi de kapanmışsa yani yeni gelen baskan ister uzayli olsun düzeleceğine sistem ranta daha da hizmet etmişse onu da konu bahse alırım. dikkat ettiyseniz devlet görevlileri belediyeler hepsi bir arada bu ısın içinde dedim.

    ayrica burası istanbul yaz turistinin ağırlandığı bir belde degil. cebinde sadece otobus parası olan gençler ve sevgililerin , ya da sadece piknik sepeti yapabilecek kadar bütçesi olan düzgün ailelerin , ömründe deniz görmemiş çocukların, garibanların da yaşadığı bir şehir. mavi bayraklı tüm hizmetleri belediyenin halka ücretsiz sunduğu plajlar gibi burayı ücretsiz yapabilirler. en azından bir kısmını. mis gibi tertemiz de kalır ve halk da mutlu olur. bazılarınıza kalsa insan olmanın şartı paran olması. yazık.

    ben durumu iyi olan bir birey olmama rağmen hak aradım arıyorum da. inanın dün tecrübe ettiğim şey çok üzücüydü. aile parası yok denize giremiyor. o çocukların yaşadığı hayal kırıklığını düşünemiyorum bile.

  • hürriyet internet sitesi güzel ifade etmiş bu cümleyi.

    "bu sözün ağırlığı türkiye'yi aşar" diyerek yorumlamışlar haberi. hakikaten de öyle.

    bu sözü kaldırmak çok kolay değil. enerji bakanı, çalışma ve sosyal güvenlik bakanı bu cümlenin ağırlığını hissetmeliler her an. ben bu ülkeye gerçekten inanamıyorum. ilahi takdir, iş bilmezliğin kamuflajı olmuş, çatal dillerde pelesenk olmuş. canlar gittikçe garabet diyarı türkiye'de rutin ölümlerin acısını tehlikeli bir biçimde normalleştiriyoruz.

    bir ülke düşünün, madenine dalgıçlar iniyor. başka yapacak yorum var mı ki?

    bir ülke düşünün madenine dalgıçlar iniyor.

    ve ekleme...

    muhafazakâr demokrat taife için rem'den gelsin...

    (bkz: using my religion)

  • ulan yapmayayım şöyle diyorum, kendimi tutmak istiyorum, olmuyor.

    o suriyelileri getiren malum kişiye yalakalık yapmak için berkin elvan'ın annesini yuhalayanların şehrinde çıkan olaylardır.