hesabın var mı? giriş yap

  • saldırganların her zamanki gibi saçı tas kafa tıraşlı, kara kuru tipler olması şaşırtmadı.

    edit : entri @intrigante'nin yazım kontrolünden geçti, hataları giderildi.

  • dünyanin her bir yanina özgün yüzlerce ejder çesidi varmis gibi bunu ayirmislar. ejder deseler karstiracagiz sanki. "ejder mi, ne ejderi? adana ejderi mi komodo ejderi mi?"

  • 1355 yılının 10 şubat gününde oxford’ın bir barındaki şarap kalitesinin büyük bir isyana sebep olabileceğini kim tahmin edebilirdi? herhalde bardaki kimse de tahmin edemezdi fakat tarihe st. scholastica günü isyanı olarak geçen bir olayın çıkış noktasını oluşturdular.

    aslında oxford üniversitesi ile yerli halk arasındaki sorunların başlangıcı 1209 yılına kadar gitmekteydi. yanlışlıkla bir kadını öldüren öğrencinin korkup kaçması üzerine öğrencinin evini basan güvenlik güçleri şüpheli öğrencinin konuyla alakası olmayan ev arkadaşlarını tutuklamış, hatta birkaç gün sonra da idam etmişlerdi. bu olay üzerine bazı akademisyenler ile öğrenciler cambridge’e kaçıp cambridge üniversitesi’ni kurdular. şehir giderek kan kaybediyordu. dönem dönem halk ile öğrenciler arasında gerginlikler yaşanırken sanki her şey düzgünmüş gibi üzerine veba salgını da gelmişti. kentin ekonomisi daralırken toplum da geriliyordu.

    olay günü oxford üniversitesi’nde okuyan öğrenciler ile birkaç rahip kafayı bulmak için genellikle tercih ettikleri oxford belediye başkanı john of barford ‘ın sahibi olduğu düşünülen bara giderler. favori içkileri şaraptır ve mekana oturur oturmaz doğal olarak kendilerine şarap ikram edilir. görsel
    fakat şarap bekledikleri gibi değildir ve söylenmeye başlarlar. bunun üzerine meyhane çalışanları ile aralarında sözlü tartışma başlar. kendisini tutamayan bir öğrenci eline geçirdiği şişeyi meyhaneciye doğru fırlatır ve ortalık karışır.

    bar kavgası

    kavga mekan ile sınırlı kalmaz ve sokağa taşar. öğrencilere karşı zaten bilenmiş olan halk ile olayı duyan diğer öğrenciler de kavgaya katılırlar. hatta halktan birileri kasabadaki st. martin’s kilisesinin çanını çalarken öğrenciler de üniversite içerisindeki meryem ana kilisesinin çanını çalar. iki taraftan da çok sayıda insan silahlanarak toplanır ve savaşa tutuşur. üniversite rektörü humprey de cherlton her iki tarafı da sakinleştirmeye çalışır ama olaylar artık kontrolden çıkmıştır. gece boyunca çatışmalar sürer.

    isyan

    çatışmaktan yorulan taraflar sabaha karşı dağılırlar. olaylar ise belediye başkanı tarafından kral edward iii‘e iletilmişti. bunun üzerine kral alimlere ve mallarına zarar gelmemesi yönünde bir kararı ilan etti. bu arada yerel idare yeniden çatışma yaşanmaması için silah taşınmasını yasaklar. tabii ki kimse bu karara uymaz. gün içerisinde her iki tarafı da kışkırtanlar olur (özellikle de görevli memurlar) ve 80’e yakın silahlı kasabalı öğrenci avına çıkar. olayı duyup civar kasabalardan gelenlerle birlikte gün içerisinde isyancı kasabalıların sayısı birkaç bini bulur. yol boyunca gördükleri öğrencileri avlayan halka karşı öğrenciler barikatlar kurarak katliamı durdurmaya çalışırlar. barikat dışında kalan çok sayıda öğrenci ise öldürülür. olaylar öğrencilerle de sınırlı kalmaz. oxford üniversitesi’ne giren halk akademisyen öğrenci fark etmeksizin 62 oxford üniversitesi üyesini katleder (bu arada tahminen halktan ölenlerin sayısı da 30 civarıdır).

    isyan

    kraliyet güçlerinin isyana el atmasıyla olaylar yatışır. hemen bir yargılama süreci başlar. bu süreç sonunda üniversite ve kilise görevlilerinin yağmalanmış malları ile gasp edilmiş hakları iade edilir ve işledikleri suçlar için affedilirler. kasaba ise suçlu bulunur ve para cezasına çarptırılır. belediye başkanı ve memurlar hapis cezası alır.

    17 haziran 1355 yılında edward iii üniversitenin haklarını şehirdekilere karşı güvence altına alan bir tüzük yayınlar. aynı zamanda her st. scholastica gününde ölenlerin ruhları için bir ayin düzenlenecek ve üniversiteye öldürülen 62 oxford mensubu anısına 1’er peni kefaret ödenecekti. belediye başkanları ise üniversitenin tüm haklarını koruyacağına dair yemin etmek zorunda kaldılar. dönemin belediye başkanının kefaret ödemeyi reddettiği 1825 yılına kadar bu ritüel devam eder. üniversite ile oxford belediyesi arasındaki gerginlik ise 1955 yılında olayın 600. yıl dönümünde oxford rektörlüğünün belediye başkanı william richard gowers’a onursal doktora vermesiyle sona ermiştir.

    edward iii

    not: olayın st. scholastica günü isyanı olarak adlandırılmasının nedeni italyan azizi scholastica’nın ölüm günü olması dolayısıyla her 10 şubat günü anılması ve oxford olayıyla gün olarak kesişmesidir.

    kaynak: http://www.oxfordhistory.org.uk/…t/scholastica.html

    https://historydaily.org/…riot-facts-stories-trivia

  • trt 4'te bekar odaları ile ilgili bir belgesel yayınlandı dün gece.

    bazen başımızı çevirip geçtiğimiz yerlerde hayatları nasıl ıskaladığımızın bir kanıtı gibiydi bu program. bildik, daha doğrusu tahmin ettiğimiz bekar odalarından biraz farklıydılar. küçükpazar'ın içinde, eminönü'nün ortasında, istanbul'un tam göbeğinde; oysa bizim görüş alanımızın çok, ama çok uzağında, boynu bükük hayatlar..

    rengi her daim gri olan yaşamlarına tutunmak için hep bir arada kalmak zorundaki, dostoyevski'den hareketle insancıklardı onlar. köyünden kalkıp gelen gencin bir umudu var. "başaracağım" diyor küçük, yağlı, duvarları boyasız odada sıkışmak zorunda kaldığı 8 kişiyle birlikte. oysa kamera orta yaşlı, fakat ihtiyar görünümlü adama döndüğünde şu sözler duyulup kayboluyor kulaklarda: "burdan çıhış yoh gardaş. nereye çıhıyon gardaş. ben 15 senedir burdayım. bi şey çıhacah olsa, bu zamana gadar çıhmaz mıydı gardaş?"

    bekar odaları, köyleri artık haritadan silinmeme savaşı veren insancıkların yaşama bağlanmalarını sağlayan tek konak yeri; ucuz ve hisseli. ama çok hisseli. "gece hazırolda uyuyoruz babam.. yoksa sığmıyoruz. belimiz kopuyor. kopuyor da babam.. ne yapacan, yaşam kavgası" diyor biri, gözlerindeki ışığı kaybetmek üzereyken... derken al yanaklı bir gence uzanıyor mikrofon. "3 gün önce evlendim" diyor bir heyecanla. hamallık yapıyormuş.. köyüne gitmiş, evlenmiş, 'eğlenmiş', cem karaca ustanın deyimiyle "besmeleyle yüzün açıp oturmadan dizdize" dönmüş istanbul'a.. ama, öteki istanbul'a.. onun döndüğü yer, ikincil hayatların yaşam savaşı verdiği soyutluk perdesinin ta kendisi.

    bir sosyolog, daha farklı bir açıdan bakıyor bekar odalarına. onların birer suç kalkanı olduğunu söylüyor. buralarda yaşayan, kendi köylüsünü koruyan insancıkların, hayata 'çalışarak' tutunduklarını ifade edip, aynı kaynaktan çıkmalarına rağmen sürüden ayrılanların ya kapkaççı olduğunu ya da sessiz sedasız, arka sokakların birinde dünya değiştirdiklerini vurguluyor, o da çaresizce...

    kiminin bebesi olmuş, hasretlik çekiyor, "içim yanıyor" diyor "içim"... kazandığı paranın bir kısmını oda için ödediğini, bir kısmıyla yemek yediğini, gerisini olduğu gibi köyüne yolladığını anlatıyor biri.. öbürü de öyle.. diğeri de..

    sabah kalk.. çalış.. akşam dön.. menemen yap, ye.. çamaşırını yıka.. 10 kişiyle balık istifi yat.. sabah kalk.. çalış.. hayattan tek beklentisi yaşama tutunabilmek, bir aile kurup, onları da yaşatabilmek. 3 kuruşla-5 kuruş arasındaki çizgide...

    sahi... çözdük değil mi hayatı? sıkıldık değil mi ondan? her şey ne kadar kötü değil mi? hayat başkalarına güzel, öyle mi? bence bir kez daha bakalım hayatın penceresinden.. insancıkların gıyabında, oysa onların tam ortasında, bir kez daha görelim dünyayı. belki bu defa yaşamaya değer bir şeyler bulabiliriz; bekar odalarının yalnız, bakir, boynu bükük dünyasında...

  • çok özür dilerim ama hem kendi hem de etrafımdaki insanlardan edindiğim tecrübeye göre, tus bahane başka partnerler şahane olayı olmuş.

    üzüldüm. ama hayatın gerçeği bu. ve emin ol kariyer falan için terk edilmedin. aynı bahaneyi sunan bir arkadaşımın eski sevgilisi kpss için ara verdiğini söyleyip başka bir erkekten hamile kalıp evlendi.

    git bir tatile çık kafa dinle. sonra kendine gelirsin.

    edit: boşluk tuşuna basıldı. @archer05 sağolsun uyardı.

  • malzeme maliyeti son derece ucuz bir tatlı bu. yapımı da kolay, yani öyle baklava gibi, ne bileyim belki bir pasta gibi bile zahmeti yok. ama yine de ortalama bir kebapçıda dünyanın parası veriliyor buna.

    künefeyi çok severim. antakyalı bir usta kadar olamam elbet ama evde kendi çapımda da yaparım. hatta dün akşam da yaptım.

    250 gram yaş kadayıf aldım: 1 lira.
    1 kiloluk paket halinde şavak marka künefe peyniri aldım: 7 lira. çeyreğini falan anca kullandım: yuvarlak hesap 2 lira diyelim.
    3-4 çorba kaşığı tereyağı kullandım. 250 gram olsa: 3 lira.
    2 bardaktan az da şeker kullandım: 1 lira.
    ateş, su, üzerine serptiğim fıstık, yaparken harcadığım emek, bulaşık vs. de 1 lira olsun.

    toplam: 8 liraya dışarıda 6 kişilik diye satılan boyutta 30 cm. çapında tavayla künefe yaptım. dışarıda yesen 40-50 liradan aşağı tutmaz.

    tavsiye ederim, yapımı da kolay, evde yapın yiyin canınız çektikçe.

    kendi tarifimi de vereyim.

    en önce 2 bardak suya 2 bardak şeker katıp kaynatıyorsunuz, şeker eriyip kaynamaya başladıktan sonra karışımı ocaktan alıp soğutuyorsunuz. o bi kenarda dursun.

    tereyağını eritiyorsunuz. büyük bir kabın içine koyduğunuz kadayıfları elinizle ufalayıp parçalıyorsunuz ve erimiş tereyağını kadayıfların üstüne döküp iyice ovalaya ovalaya kadayıfa yediriyorsunuz. tavayı alıp dibini katı tereyağı ile iyice yağlıyorsunuz. daha sonra tereyağlı kadayıfların yarısını ince bir kat olarak sıkıştıra sıkıştıra tavanın dibine yayıyorsunuz. üstüne peyniri elinizle ufalıyorsunuz. en üste kalan kadayıfları yayıp elinizle iyicene sıkıştırıyorsunuz ve ateşe koyuyorsunuz. pişmiş gibi kokmaya başladığı zaman büyük bir tepsi, tabak vs. ile dikkatlice, kırmadan tavadaki künefeyi tabağa alıp ters çevirip tekrar tavaya koyuyorsunuz. orası da pişmiş gibi kokunca altını kapatıp künefe daha sıcakken ılık şerbeti üstüne veriyorsunuz. fıkır fıkır fıkır ede ede içine çektiriyorsunuz. üzerine toz antep fıstığı serpiyorsunuz.

    afiyet olsun.

  • 5 yıldır içinde bulunduğum guruh.

    emin olun bir süre sonra sevgilisizlik alışkanlık yapıyor ve karşı tarafa nasıl davranacağını unutuyor insan. en basit yavşama cümlesi bile ağızdan çıkmıyor.

    bu kadar ağır eleştirmeyin lütfen. bizim de bir kalbimiz var. :/