ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
tolkien 20 yıl daha yaşasaydı olabilecekler
-
"sen üçlemeyi yine seyrederdin amma,
yönetmeni kim olurdu bilemezdin şerefsiz!"
her üniversiteye iki rektör atanması
-
http://www.sabah.com.tr/…/her-universiteye-2-rektor
bir tanesi ile uğraşamayan üniversiteliler artık 2 tanesi ile baş etmek zorunda kalacak..
bu arada iki rektörden birisi idari diğeri akademik rektör olacakmış. akademik rektör akademisyenlerden seçilecekken idari rektör akademisyen olmayan; belediye başkanı veya oda başkanı gibi kimselerden seçilecekmiş. sizin de burnunuza kötü kokular geliyor mu?
(bkz: melih gökçek'in odtü rektörü olması)
keep talking
-
son derece etkileyici "müzikalite"sinin yanında; pink floyd un kendine özgü dahiyane söz kurgusunu da yogun biçimde yansıtır..
sozlerin içerigine bakıldıgında hislerini anlatamayan bir insanın sozleri gibi görünür..
oysa ki birçok anlamı bir arada barındıran bu parca,
cagımızın modern toplumunda iletişim teknolojilerinin ust duzeyde oluşuna karşın var olan "iletişimsizlik" sorununu ele alıyor izlenimini verirken, aynı zamanda da ilkel çağların, iletişim kurmayı, yani konuşmayı, bir "dil" yaratmayı henuz cözememiş insanının hislerini dışa vurmakta yasadığı imkansızlık halini de anlatır..
there' s a silence surrounding me - "bir sessizlik var etrafımı saran"
i can' t seem to think straight - "dogru duzgun dusunemiyorum"
i' ll sit in the corner - "bir köşede oturacağım"
no one can bother me - "böylece kimse beni rahatsız edemez"
kısmında bu "ikili" anlatım açık biçimde görülür.. ancak bu anlatım butun sarkıya yayılmış olmasına karsın tum soz duzeni içinde kendini gostermez.. biraz daha acarsak:
i think i should speak now (why won' t you talk to me)
i can' t seem to speak now (you never talk to me)
my words won' t come out right (what are you thinking)
i feel like i' m drowning (what are you feeling)
i' m feeling weak now (why won' t you talk to me)
but i can' t show my weakness (you never talk to me
i sometimes wonder (what are you thinking)
where do we go from here (what are you feeling)
sanirim simdi konu$malıyım (neden benimle konu$muyorsun)
konusabilecegimi sanmıyorum (neden benimle konu$muyorsun)
dogru sozcukleri bulamiyorum (ne du$unuyorsun)
sanki boğuluyor gibiyim (ne hissediyorsun)
şu anda kendimi gucsuz hissediyorum (neden benimle konu$muyorsun)
ama bu gucsuzlugumu ifade edemiyorum (benimle hic konu$muyorsun)
bazen merak ediyorum (ne du$unuyorsun)
'nereye' gidiyoruz (ne hissediyorsun)
bu ilk kısımda, ilk çağlarda herhangi bir konuşma-iletişim kurma yeteneği bulunmayan ilkel bir insanın dusuncelerini, acılarını, korkularını, kaygılarını ve daha bircok envai çeşit duygularını ifade edemeyişindeki "boğulma" hissi anlatılmak istenir.. keza şarkının bu bolumundeki sozlerde de*****bu "içinde kalan duygular arasında boğulma" hali açıkça dile getirilir..
hemen devamında yer alan iki mısra ise** bu bogulma hissinin nereye kadar surecegini, hislerini anlatamadan nereye kadar dayanabilecegini dusundukce gelecegin neler getirecegini bilemeyişin ve bunun getirdigi kaygının anlatıldıgı bir kısımdır..
ikinci kısım ise gunumuzun "modern çağlar"ına ayrılmış bir ikinci bölüm gibidir..
why won' t you talk to me (i feel like i' m drowning)
you never talk to me (you know i can' t breathe now)
what are you thinking (we' re going nowhere)
what are you feeling (we' re going nowhere)
why won' t you talk to me,
you never talk to me
what are you thinking
where do we go from here
neden benimle konu$muyorsun (sanki boğuluyor gibiyim)
benimle hic konu$muyorsun ($imdi soluk alamadigimi biliyorsun)
ne du$unuyorsun (hicbir yere gitmiyoruz)
ne hissediyorsun (hicbir yere gitmiyoruz)
neden benimle konu$muyorsun
benimle hic konu$muyorsun
ne du$unuyorsun
'nereye' gidiyoruz
bu ikinci "soru-cevap" bölümü ise "we're goin' nowhere" sözü ile ilk bölümdeki "ilkel adam"ın sorusuna bir cevap niteliği taşır..
bir çelişkinin ortaya çıkışına işaret edilir,yani;
ilkel insanın elinde bırakın herhangi bir iletişim aletini, konuşabilecek bir dili bile yoktur, iletişimsizlik içerisindedir ve bu durumun ne noktaya kadar surecegi onda bir merak, bir kaygı yaratmaktadır,
diğer taraftan ona gore muthis derecede "üstün" olan gelişmiş "modern" cag insanı yuksek teknolojinin yarattıgı imkanlara ragmen iletişimsizlik sorunu yaşamakta, aynı "boğulma" hissi halen surmekte * ,toplum içinde kendini yalnız hissetmektedir, iletişim açısından "varlık içinde yokluk" çektiği bu durumda o ilkel insandan ne farkı oldugu tartışma konusudur..
her iki soru-cevap kısmının ardından yinelenen;
it doesn' t have to be like this - "böyle olmak zorunda değil"
all we need to do is make sure we keep talking - "tek yapmamız gereken konuşmaya devam etmek"
sözü, iletişimsizliğin ve bunun sonucu olarak gelen içine kapanıklık, depresiflik ve yalnızlık hissinin tek çaresini gözler önüne serer, "konuşmak".. "bir köşede oturup" kendini insanlardan çekmek yerine, "keep talking", iletişim kurmaya devam etmek..
işte pink floyd'un muhteşem sanat ve anlatım yeteneği burada ön plana çıkmaktadır.. bu "ikili anlatım" pink floyd'un bircok parcasında üstü kapalı biçimde gorulebilecegi gibi, jethro tull'ın "steel monkey"*isimli parcasında da nispeten daha görünür biçimde kendini belli eder..
cihat tamer
-
ferhan sensoyu anma toreninde kultur ve turizm bakani ve akpli beyoglu belediye baskaninin oldugu salonda "70 senedir bu ulkeyi din bagimlisi hukumetler yonetiyor, ama ona ragmen 70 senedir inatla tiyatro yapiyoruz biz, ferhan da inadina tiyatro yapti hep" demis sanatcidir. helal olsundur.
tüm toksik tiplerin bir arada bulunduğu yerler
-
(bkz: ekşi sözlük)
exxen
-
buna üye olacağıma youtube’a üye olurum en azından reklamsız izlerim.
youtube türkiye’yi çöplüğe çeviren herkesi youtube’tan aldı. youtube artık daha güzel sayende ajun abiy.
karısıyla bastığı adam tarafından bıçaklanan adam
-
adamın evinde dolabın içinde don, gömlek yakalanmış. bir de adamı bıçaklamış altı yerinden, yaptığı savunma "babam ve iki kardeşim suriye'de bomba saldırısı sonrası öldü. annem ve kardeşlerimle türkiye'ye geldik. aileme ben bakıyorum. annem hasta. adaletinize sığınıyorum" şeklinde.
cem uzan denince akla gelenler
yedi numara'nın hiç de komik olmaması
-
yedi numara kahkaha atarak izlenecek bir dizi değildir. yedi numara daha çok izlerken mutlu olduğun, samimiyeti hissettiğin, içine sıcak bir tebessüm dolduran, orada o karakterlerle birlikte yaşamak istediğin; bizden, geçmişimizden, eski bir dost, güzel bir anıdır.
yedi numara aslında eski ve güzel günlerin bir zamanlar var olduğunun bir kanıtıdır.
27 temmuz 2020 fatih altaylı'nın masaya vurması
-
lozan'ı yad ederek doğru bir iş yapmıştır. lozan bu ülkenin tapusudur!
o değilde alo fatih diyenlere kaç kere o fatih'in fatih altaylı olmadığını söylememiz gerekiyor? bu kadar gerizekalı mısınız?
otomatik düşünce
-
insanın somatik reaksiyonlarını, davranışlarını ve duygularını etkileyen, aynı zamanda bunlardan etkilenen düşünce türü.
bilişsel formülasyona göre, otomatik düşünce sistemi yukarıda saymış olduğum birbirini etkileyen dört değişkene sahiptir. yaşadığımız olaylar, düşünmemize sebebiyet vererek duygularımızı ve davranışlarımızı etkiler. bu etkinin sürekliliği ve kendini muhafaza etmesi sonucunda düşüncelerimiz otomatize olarak beynimize kazılır. bir günlük moral bozukluğu bile insan beyninde negatif otomatik düşünce oluşturabilir ve hatta uzun soluklu depresyona sürükleyebilir. depresyondan çıkmanın bu konudaki yolu ise, pozitif düşünceler ile davranışlarınızı ve duygularınızı manipüle etmeye çalışarak depresyonda kalmanıza sebebiyet veren otomatik düşünceyi değiştirmenizdir.
internet kafelerin internet kafe olduğu yıllar
-
sanırım bu yıllar 90'ların sonları ile 2000'lerin ortaları arasında yaklaşık 10 yıl devam eden bir dönemdi. sonra herkes kendi evine bilgisayar almaya başlayınca o güzel dönem de artık mazide kalmış oldu.
o zamanlar şimdiki gibi kafeler sinek avlamazdı. misal biz oturacak masa bulabilmek için öğlen 12'den önce kafeye ulaşmaya çalışırdık. öğleden sonraları ise kafeler o kadar kalabalık olurdu ki kafe sahibinin tuttuğu sıra kağıdına ismimizi yazdırırdık. sırada bekleme süresi bazen 2 saati bile bulurdu. kafelerin bazıları atariler, normal oyun bilgisayarları ve sadece internet kullanımlık bilgisayarlar olarak bölümlere ayrılırdı.
yine bu dönemin başlarında kulaklık diye bir icat pek yaygın olmadığı için internet kafelerin içinde son ses açık bilgisayar ortamı mevcuttu. fareler, klavyeler desen kirden kabuk bağlardı tabiri caizse. hele o toplu mekanik fareler... az sinir etmemişti bizi.
"32 kişilik dust kuruldu, isteyen girsinnn", "pusmak yok", "ekran yapma aq", "rest çek", "impulse'yi aç" gibi efsane counter-strike replikleri inletirdi salonları. 4-5 kişi ile yapılan age of empires ii the conquerors multiplayer'ların ise tadından yenmezdi. tat demişken; o klavyenin yanına serilen gazete parçasının üzerinde yenilen simit ise internet kafe atmosferinin en hoş ayrıntılarından biriydi.
the settlers'lar, heroes might and magic iii'ler, delta force'lar, red alert'lar midtown madness'lar, cm serileri, fifa 99-2000'ler, vs. en kral oyunlarıydı buraların.
son olarak leş gibi sidik kokan tuvaletleri de unutmayalım.
demem odur ki ben bile en az 3-4 yıldır bu yerlere hiç uğramadım. çocukluğumuzun eğlence merkezi olan buraları bu şekilde görmek biraz üzüyor beni. çoğu kafe de zaten playstation salonlarına çeviriyor kafeleri.
neyse başkan bağırıyor: "17 bittiiii." kalkmam lazım...
uefa kupasını zayıf takımların alması
-
şampiyonlar ligi kupasını ise gerçekten büyük ve güçlü takımlar almıştır. o takımlardan bazıları;
ac milan
real madrid
barcelona
bayern münih
manchester united
fenerbahçe
edit; fenerbahçe yokmuş. uyaran arkadaşlara teşekkürler..