hesabın var mı? giriş yap

  • bütün hipster arkadaşlarım kaş’a gittikleri icin net kaş demekteyim. hep öyle olur zaten önce alternatif takılan kesim, bak kimse bilmiyor ben biliyorum diye takılır, meşhur eder. halk akın edince başka yerlere göç ederler. doğanın kanunu böyle.

  • ahh. gitti açık sarı..

    müzisyenlerle yapılmış olan röportojlardan tek okunabilir olan bu dergininkilerdi.
    13 yıldır her sayısını aldığım, hayatımdaki sevdiğim şeylerden biriydi.
    neleri öğrenmedim ki bu hazineden. smiths'i, aynur doğan'ı, nazan öncel'i, aşık veysel'i, tribalistas'ı, dengbej'leri, erkan oğur'u, bursa'daki bir rapçiyi, bob dylan'ı, dadaoğlu'nu.. her elimi attığımda ayrı harika bir grup keşfederdim. artık son sayılara doğru işaretleyerek, altını çizerek okumaya başlamıştım dergiyi.

    yıllar önce deli dergisinin son sayısının kapağını gördüğümde de üzülmüştüm. kapakta kocaman annea bittiiiiiii yazıyordu.
    ama bu ondan da büyük bir üzüntü.

  • lakers'a karşı oynadığı oyundan ziyade, nba'e geldiği kafa yapısını beğendiğim genç oyuncu.

    istatiskleri yanıltmasın. dün geceki maçta bir kaç iyi hareketi olduğu kadar, özellikle son periyotta farkın erimesinde, furkan'ın yaptığı basit hataların da katkısı vardı.

    fakat muazzam bir özgüvenle oynuyor. en ufak bir tereddüt yok hareketlerinde. "19 yaşındayım ama, ben buraya oynamaya geldim" diye bas bas bağırıyor sahada. çok beğendim bu açıdan.

  • bilim, sanayi ve teknoloji bakanı fikri ışık, "yerli otomobil konusunda menzili artırılmış seri hibrit araca odaklandık. şehir içinde ortalama 100 kilometreyi sadece 3 liralık maliyetle katedilebilecek" demiş. bu da link

    bıraksanız benim benzinli aracım da 100 kilometreyi yaklaşık 3 liralık maliyetle katedilebilecek. ama siz o hibrite de öyle bir vergi bağlarsınız ki (sürücüler yedi ceddinizin kulağını çınlatır)... bırak 3 lirayı, keban'ın sahibi olsak fayda etmez.

    seçim yaklaşıyor. bu türden haberler artık mantar gibi türer. yok 3 liraya 100 km, yok 3 kuruşa 5 köfte vs.

    debedit: gezi'yi hatırla.

  • google’ın ceo’su sundar pichai, hamam böceği teorisi’ni şöyle anlatıyor; bir gün, sıradan bir restoranda oturuyor ve kahvemi yudumluyordum. orada oturduğum esnada uçan bir hamam böceği aniden ortaya çıktı ve bir kadının üzerine kondu.

    kadın, böceğini görür görmez büyük bir panikle çığlık atarak zıplamaya başladı. bir yandan panik içerisinde zıplarken bir yandan da elleriyle hamam böceğini üzerinden atmaya çabalıyordu. doğal olarak onun bu halini gören arkadaş grubu da onunla birlikte paniğe kapıldı ve onlarda sağa sola sallanmaya başladılar.

    bu esnada kadın, hamam böceğinden kurtuldu ve böceği üzerinden savurdu. fakat hamam böceği şimdi de gruptaki diğer kadınlardan birinin üzerine konmuştu! şimdi de gruptaki diğer kadın için büyük bir panik ve hengame başlamıştı. ta ki garson ufukta gözükene dek. hamam böceği diğer kadının da üstünden uçtu ve yardıma gelen garsonun üzerine zıpladı. ancak garson diğerlerinden farklıydı. sakince üzerindeki hamam böceğinin davranışlarını takip etmeye başladı.

    sonunda hiçbir heyecan emaresi göstermeden hamam böceğini parmaklarıyla tutarak restoranın kapısından dışarı atmayı başardı. kahvemi içerken izlediğim bu garip olay aklımda tilkilerin dolaşmasına yol açtı ve başladım düşünmeye. yaşanan tüm olayın ardından, acaba ufacık ve bilinçsiz bir canlı olan hamam böceği tüm bu çılgınlığın sorumlusu olarak gösterilebilir miydi?

    eğer bu doğruysa garson neden diğerleri gibi rahatsız olmamış, sakinliğini korumuştu?

    diğer herkes paniğe kapılıp olayı çözemezken, garson sakinliğini hiçbir şekilde bozmadan olaya sakince yaklaşmıştı. hayır, problem hamam böceğinde değildi. problem, insanların hamam böceğinden duydukları rahatsızlığı yönetmekteki başarısızlığındaydı. problem insanlardaydı. o zaman bunun sadece bu ilginç ve basit olayla sınırlı olmadığını, hayatın her alanında benzer durumların yaşandığını fark ettim.

    babamın, patronumun ya da karımın davranışları değil, bu davranışlardan duyduğum rahatsızlıkları kontrol altında tutamıyor olmamın beni rahatsız ettiğini anladım. trafik sıkışıklığından yaşanan rahatsızlık da aynıydı. trafik sıkışıklığı aslında beni rahatsız etmek için tek başına yeterli değildi. ben trafik sıkışıklığının yarattığı rahatsızlık hissiyle baş edemediğim için bu olay canımı sıkıyordu. aynı trafikte sıkışmış olmalarına rağmen “mutsuz” olmayan insanları başka ne açıklayabilirdi ki?

    problemin kendisinden ziyade benim probleme olan yaklaşımım, problemin hayatımda yarattığı kaosun gerçek sebebiydi. başımdan geçen bu hikayeden anladım ki hayatta önüme çıkan olaylarda tepki vermeden önce durumu anlamaya çalışmalı, ardından tepki değil, anlamlı bir yanıt verebilmeliyim.

    o gruptaki kadınlar sadece tepki gösterdi, garson ise anladı ve bir “yanıt” verdi.

  • 4 yaşından daha büyük değilim. diş hekimi annem, ben küçük olduğum için evimizin bir bölümünü muayenehane olarak kullanıyor. bir gün yaşlı bir dede geliyor. elma şekeri yanaklarından yaşlar akıyor, belli ki çok ağrısı var. annem hemen gerekenleri yapıyor, ağrısını dindiriyor. ama dedenin gözleri kurumak bir yana, barajlar dolduruyor. çocuk aklımla çözemiyorum n'oluyor, acaba o da diğer hastalar, çocuklar gibi korkudan mı ağlıyor. peki neden gözleri-yaşları yerde, anneme dualar mırıldanıyor? sonradan öğreniyorum tedavi bedelini ödemeye gücünün yetmediğini. ve hatırlıyorum, yine gözleri yerde, bana, sattığı elma şekerlerinden verdiğini. ve unutmuyorum, ertesi sabah, ertesi hafta, ve onun da ertesi haftalar, kahvaltıda o dedenin köyünden gelen kar beyaz yumurtalar yediğimizi.

    aradan bir sene kadar geçiyor. televizyon izliyoruz. dışarısı kar fırtına. kardan adam yapmak için havanın az biraz durulmasını beklerken biz, kapı çalınıyor. kapı açma heveslisi ben, uça koşa kapıyı açıyor şaşkınlıkla bakıyorum. "aa o dede", yanaklarından tanıyorum. ellerinde yine elma şekerleri, bembeyaz köy yumurtaları. ama bir şey daha var bu sefer; bir çok insanın ödeyemeyeceği, kimisinin de ödeyebileceği halde, dişlerini yaptırdıktan hemen sonra kayıplara karıştığı için ödeyemediği o parayı, ak dede, pembe yanak dede, elma şeker satan, köyünden gelen yumurtalardan torunlarına üç-beş arttıran dede, gece gündüz demeden çalışıp, belki biraz daha ağarıp, biraz daha kızarıp biriktirmiş, parayı anneme uzatıyor. gözleri hala annemin gözleriyle buluşamıyor. ağlayacak gibi oluyorum, boğazımda yumruk var, beceremiyorum. anneme bakıyorum, gözlerinde renkler, resimler, kelimeler; ha düştüler, ha düşecekler. "ama ben o parayı sana helal ettiğimi defalarca söylememiş miydim ah amcacım" diyen annem değil, annemin sesi bu değil.

    hala elma şekeri yerken bir tuhaf olurum.

  • özellikleri şunlardır:
    - fiziksel cazibeye ters orantılı özgüven
    - 1000 metreye kadar trip atma kabiliyeti
    - atmosfer olaylarını etkileyebilecek güçte pöfleme
    - evlendikten sonra dahi 7 aya kadar vermeyebilme
    - 1 dakikada 42 bin karaktere kadar mesaj yazabilme
    - ikili kimlik (evde yarılana kadar açık çay, dışarda cafe latte)
    - bele yönelmiş kızılötesi ışınları engelleyebilen alttan çıtçıtlı body
    - her erkeğin taşıyamayacağı çelik gövde
    - saçın üzerine sabitlenmiş anti serpinti güneş gözlüğü
    - 54 metre ötedeki hava akıntısını algılayıp üşüyebilme