hesabın var mı? giriş yap

  • kelimenin etimolojik olarak miladdan sonra 5. yüzyıl civarlarında iskandinavya dolaylarından çıkıp gelen ve roma imparatorluğu'na bir süre kök söktüren (ve böylece kendi sonlarını da hazırlayan) germenik ırk goth'lardan geldiği aşikardır. fakat bu kelime sonraları farklı anlamlar da kazanmıştır. ingiliz medeniyeti politik anlamda rakipleri olan fransa ve ispanya'ya olan köksel ve ruhsal üstünlüğünü kanıtlamak için "gothic"i kendine sıfat bile yapmıştır çook eskilerde. (tabi ingiliz ırkının ataları kahraman jutelar ya da gete'lerden de ilham alınmış olabilir burda) ama yine de gotik kelimesi tarihte uzun bir süre "barbar", "yaban", "sivilize olamamış" anlamlarında olumsuz bir sıfat olarak kullanılmıştır. ilkel ve dar kafalı insanlarla/ülkelerle özdeşleştirilmiştir. hele hele sonraları 18. yüzyıldarasyonalizm ve sanayileşmeyle beraber gotik artık olumsuzdan da çıkıp küçük düşürücü bir sıfat olarak kullanılmıştır. o dönemde kendilerini medeniyetin doruklarında, "biz olduk artık" havalarında gören avrupa toplumları, kendilerini fazla kaptırdıkları bu mantık ve bilim gerçekleriyle gotik edebiyatı (ya da daha genel anlamıyla "romans"ları) yerin yedi kat dibine gömmüştür. okumanın bir insan ihtiyacından ziyade toplumsal sınıflara göre yazıldığı çizildiği bu dönemde burjuvazi, tıpkı kendi akıllarının erdiği tek şey gibi "yararcılık" kokan romanlara yönelmiş, romanlar neredeyse "standart edebi eser"ler konumuna gelmiştir. (hatta ilk dönem romanlarında protagonist bir hana girerken yazar "şu han bilmemne şehrinin bilmem ne sokağında. konaklamak için ideal gidin görün." gibisinden direk okuyucunun gerçek hayatında işine yarayacak notlar yazarmış) ama bu aşırı gerçekçilik ve "ne görüyorsam o var"cılık bir süre sonra insanoğlunu tatmin edemeyecek düzeye gelmiştir. çünkü insanlar maneviyatlarını, hayalgüçlerini ve yaratıcılıklarını daha fazla aç bırakamamıştır. (bir nevi sentimentalizm ya da agnostizme yönelme isteği) edebiyat ve genel olarak sanat kendini bu açmazdan kurtaracak yollar ararken romantizm gümbür gümbür gelmiştir. endüstriyel şehir hayatının, bununla beraber doğan toplumsal sınıf ayrılıklarının ve haddinden fazla yararcılığın insan ruhunu bozduğuna, toplumları giderek çürüttüğüne inanan bu edebi akım giderek yayılmış, çoğunluğun genel tavrı haline gelmiştir. hayalgücü ve duyguların tekrar yükseğe çıkmaya başlamasıyla gotik edebiyat ta uyarılıp yattığı mezardan çıkmıştır nihayet. en fazla amerika olmak üzere avrupa'da bu yazına gereken önem verilmeye başlanmıştır artık. bu periyoddan viktorya dönemine kadar özellikle ingiltere'de çok güzel tadından yenmez eserler çıkmıştır. sonraları yine ait olduğu gölgeye çekilecekken yirminci yüzyılda yeni bir ivme kazanmıştır gotik. çernobiller, kirlilik problemleri, dünya savaşları derken tüm dünya toplumlarının kapıldığı karamsarlık havasından kaynaklanıyor olsa gerektir bu. çünkü gotik bu yaşamı sorguladığı gibi ölümü ve diğer dünyaları da merak eder. meraktan da öte bundan haz duyar. insanın görünen kısmından ziyade sinik ve kaotik yüzlerini irdeler. bu yüzden yirminci yüzyılda karamsarlığın ve içselliğin sembolu haline gelmiştir gotik. sadece edebiyatla kalmamış, sinemaya (malum, tonlarca gotik film), müziğe (gotik rock, gotik metal, endüstriyel gotik vesaire) ve modaya da (taş gibi gotik hatunlar, kendilerini crow sanan satanist zibidiler) sıçramıştır. günümüzde "gotik nedir?" sorusuna insanların önce bir afallaması, "nasıl anlatsam?" demesi de bu yüzden zaten. gotikçi takılan deviantart kızlarına göre o bir yaşam tarzı, o bir mod, o bir dünya, o bir duygu. ne bilim. gotik işte.

  • erkek katil: gahrolsun erkekler, eril şiddet, hepsi ölsün, bunların hepsi böyle

    kadın katil: cinsiyetçi söylemlerde bulunmayalım, kadınlar kadar başınıza taş düşsün, ne önemi var cinsiyetinin

    iki yüzlü ruh hastaları ve amsalak meriçler...

  • yes minister'da şu şekilde işlenmiş olan hükümet pratiği:

    james hacker: when am ı going to do all this correspondence?
    bernard woolley: you do realize you don't actually have to, minister.
    james hacker: don't ı?
    bernard woolley: not if you don't want to. we can draft an official reply.
    james hacker: what's an official reply?
    bernard woolley: ıt just says "the minister has asked me to thank you for your letter"; then we say something like "the matter is under consideration", or even, if we feel so inclined, "under active consideration."
    james hacker: what's the difference?
    bernard woolley: well, 'under consideration' means we've lost the file; 'under active consideration' means we're trying to find it.

    türkçesi:

    bakan - bu kadar yazışmayı ben hangi ara yapacağım?
    müsteşar - yanıt vermek zorunda olmadığınızın farkındasınız değil mi bakanım?
    b - değil miyim?
    m - istemiyorsanız hayır. her zaman bir 'resmi cevap' yollayabiliriz.
    b - resmi cevap nasıl oluyor?
    m - önce 'bakanlık mektubunuz için size teşekkür eder' gibisinden bir şeyler söylüyoruz, sonra ya 'konuyla alakalı inceleme başlattık' diyoruz, ya da, o da eğer cidden lüzum görürsek, 'konuyla alakalı fiili inceleme başlattık' diyoruz
    b - ikisinin arasındaki fark ne?
    m - valla 'inceleme başlattık' dosyayı kaybettik demek, 'fiili inceleme başlattık' dosyayı bulmaya çalışıyoruz demek.

  • çok itici ve samimiyetsiz bir tabir bence bu. kendini üstün gören kezbanımsı bir laf. genelde hiçbir şey bilmiyordu ben adam ettim büyüttüm vs şeklinde kullanılmakta. nereden baksan kezbanlık akıyor.

  • suudi arabistan'da din adamlarının verdiği yaran bir fetva.

    şu an üzülüp yerime oturdum, az sonra yola çıkacaktım :(

    dünyayı mars'a mı taşısak lan müslümanlar da burada kalsın.

    kesin kıbleyi bulamayız diye çıkmıştır yasak.

  • çok fazla ünlünün icloud'larının hacklenmesiyle özel fotoğraflarının internet ortamlarına sızdırılması olayıdır.

    en popülerleri arasında jennifer lawrence var.

    not: sanırım gece yarısı operasyonu gibi bir şey oldu.

    not2: kaynak jennifer lawrence başlığının son on sayfası, lol.

    not10: ssg icloud'a dair: (bkz: #45384344)

  • bu ülkede 5'te kalkıp 800 metre yer altına inip güneş görmeden en ağır şekilde çalışan ve belki de "kaza!" sonucu hayatına veda etme ihtimali olan, maaşını alamadan patrondan tekme yiyen birisini aklıma geliyor reklamda.

    futbolculuğu çok emek sarfedilen çok kutsal bir meslek gibi gösteren sermaye babaları ancak kendileri çalar kendileri oynar.

    halk sizin ne bok olduğunuzu çok iyi biliyor. dünyayı kurtarana verilmeyecek miktarda büyük paralar ile bir futbolcuya veriliyor. çünkü sermayenin asıl amacı toplumların gerçeği görmek yerine maç izleyerek tahtlarına saldırmamaları.

    bir maçta 40 tekme yiyormuş. halkın suratına nasıl bakıyorsunuz lan!