hesabın var mı? giriş yap

  • cuma-cumartesi-pazar toplamda 3 gün tatil olsa ? hem radikal islamcılar hem de yazlıkçı ulusalcılar sevinse ? komple ülkeyi kucaklayacağız diyorlardı. alın size fırsat.

  • dün akşam izmir'de hem hayran bırakan, hem de umut aşılayan dev adam. 2 yıl felsefe, 2 yıl da hukuk eğitimi aldığını ama iki fakülteyi de yarıda bıraktığını, anlayacağınız düz lise mezunu olduğunu anlattı. bir insanın kendini yetiştirmesinin en güzel örneklerinden biriydi. kurduğu cümleler, kullandığı sözcükler, 80 yıllık yaşamından damıtıp da dile getirdiği düşünceleriyle yüzlerce insanı büyüledi. sorulan sorulara içtenlikle yanıt verdi. biz paradigması neden önemlidiri anlattı. bireyselciliğin bugün ulaştığı noktadan olan rahatsızlığını dile getirdi. afad'ın yine "sel geliyor!" diye attığı sms'lere inat hava güzeldi, o kadar sağnak yağış uyarıları yapılırken o güzel insanın hatırına bir damla bile düşmedi dün gece.

    "en az 500 eserin usûlünü vurarak söylemeniz gerekir derler. ben o donanımda değilim, nota da usûl de bilmem. ben ses sanatçısı değilim, ben ses sanatçılarını taklit eden biriyim." dedi içtenlikle. oysa sesine, bilgisine, görgüsüne bakmadan türk sanat müziği albümü çıkartmış onlarcasından, yüzlercesinden çok daha iyi söylerdi bir plak doldursaydı.

    ben de sordum dün, "türk mizahına gırgır gibi, fırt gibi, ferhan şensoy ve nicesi gibi yön vermiş insanlardansınız. ismim hakan, çocukluğumdan beri insanlar bana 'hakan abi!' diye takılır. peki siz kime gülersiniz, sizi güldüren nedir?" diye. "en başta zeki alasya!" dedi, "az oyunla güldürmeyi başaranları da severim. mesela ingiliz mizahı hoşuma gider, peter sellers hayranıyımdır. o bir şey yapmadan da güldürmeyi bilir. şimdilerde büyük büyük oynanıyor ama mizah, tiyatro aynı zamanda ekonomik de olabilmelidir." dedi ve ekledi "tamam mı haakıııınaaaaaabiiiiiiii?!?"

    yıllar yıllar önce, daha 11-12 yaşlarında çocukken, izmir enternasyonel fuarı'nda, aşkolsun'da izlemiştim, neredeyse 40 yıl sonra yine aynı yerde sayenizde umutlarımı tazeledim, hiçbir şey için geç olmadığını anladım üstâdım. tanrım size sağlıklı ömür versin ve zekinizle cennette buluştursun umarım.

    ekleme: 80'ine gelmişken mahkeme koridorlarında süründürdüler bu adamı. dün sorulan sorulardan birine yanıtında dedi ki: "sanatçı dostlarım, çevrem tabii ki bana destek oldu. biz birbirimizi kollarız, bu doğal bir şey. ama sizlerin bana sahip çıkması beni çok mutlu etti. layığımdan çok daha fazlasını verdiniz siz bana, size olan bu borcumu nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum."

  • evrendeki en eski kara deliği keşfeden teleskop.

    james webb uzay teleskobu (jwst), evrenin 13 milyar yıllık geçmişinde gizlenen 1,6 milyon güneş kütlesine sahip antik bir canavar olan şimdiye kadar görülen en eski kara deliği tespit etti.

    kameraları sayesinde evrenin başlangıcına kadar geriye bakabilen james webb uzay teleskobu, bebek galaksi gn-z11'in merkezindeki süper kütleli kara deliği evrenin başlangıcından sadece 440 milyon yıl sonra tespit etti.

    ve uzay-zaman yırtığı tek başına değil, kozmik şafak sırasında - büyük patlama'dan yaklaşık 100 milyon yıl sonra genç evrenin bir milyar yıl boyunca parlamaya başladığı dönem - kendilerini korkunç boyutlara ulaştıran sayısız kara delikten biri.

    evren başladıktan sonra kozmik girdapların nasıl bu kadar hızlı büyüdüğü açık değildir. ancak bu soruya yanıt aramak, samanyolu da dahil olmak üzere tüm galaksilerin çapasını belirleyen günümüzün süper kütleli kara deliklerinin nasıl bu kadar akıl almaz boyutlara ulaştığını açıklamaya yardımcı olabilir. araştırmacılar bulgularını bu yılın başlarında ön baskı veritabanı arxiv'de yayınladılar, ancak araştırma henüz hakem değerlendirmesinden geçmedi.

    cambridge üniversitesi'nde astrofizik profesörü olan başyazar roberto maiolino live science'a yaptığı açıklamada, erken evrendeki kara deliklerin "yerel [günümüz] evreninde olduğu gibi sessizce ve yavaşça büyüyemeyeceğini" söyledi. "bazı tuhaf doğumlar ya da oluşumlar ve bazı tuhaf büyümeler yaşamış olmalılar."

    günümüze daha yakın olan astronomlar, kara deliklerin dev yıldızların çöküşünden doğduğuna inanıyor. ancak nasıl ortaya çıkarlarsa çıksınlar, durmaksızın gaz, toz, yıldız ve diğer kara delikleri yiyerek büyürler. ziyafet çekerken, sürtünme kara deliklerin ağzında dönen malzemenin ısınmasına neden olur ve teleskoplar tarafından tespit edilebilen ışık yayarak onları aktif galaktik çekirdeklere (agn) dönüştürür.

    en uç agn'ler, güneşten milyarlarca kat daha ağır olan ve gaz kozalarını en parlak yıldızlardan trilyonlarca kat daha parlak ışık patlamalarıyla döken süper kütleli kara delikler olan kuasarlardır.

    ışık uzay boşluğunda sabit bir hızla hareket ettiğinden, bilim insanları evrenin ne kadar derinine bakarlarsa, o kadar uzak ışığı yakalarlar ve zamanda o kadar geriye giderler. yeni çalışmada kara deliği tespit etmek için gökbilimciler gökyüzünü iki kızılötesi kamerayla taradılar - jwst'nin orta kızılötesi aracı (mırı) ve yakın kızılötesi kamera - ve ışığı bileşen frekanslarına ayırmak için kameraların yerleşik spektrograflarını kullandılar.

    evrenin ilk yıllarına ait bu soluk parıltıları ayrıştırarak, ışığın içerdiği frekanslar arasında beklenmedik bir artış buldular - bu, bir kara deliğin etrafındaki sıcak maddenin evrene soluk ışık izleri yaydığının önemli bir işaretidir.

    bu erken kara deliklerin nasıl bu kadar hızlı büyüdüklerine dair en popüler açıklamalar, dev gaz bulutlarının ani çöküşünden oluştukları ya da yıldız ve kara delik kümeleri arasındaki birçok birleşmeden geldikleri yönündedir.

    bununla birlikte, gökbilimciler bu kara deliklerden bazılarının, evren başladıktan hemen sonra ve hatta bazı teorilerde daha önce yaratıldığı düşünülen varsayılan "ilkel" kara delikler tarafından tohumlanmış olabileceğini göz ardı etmediler.

    maiolino, "[doğrudan çökmenin] bir kara delik oluşturmanın tek yolu olduğu çok açık değil, çünkü bunun gerçekleşmesi için bazı özel koşullara ihtiyacınız var" dedi. "bozulmamış bir bulut olması, henüz ilk yıldızlar tarafından yapılan ağır elementlerle zenginleştirilmiş olması ve oldukça büyük olması gerekir - 10.000 ila bir milyon güneş kütlesine kadar."

    böyle bir bulutun çok hızlı soğumasını ve önce büyük yıldızlara çökmesini önlemek için, muhtemelen yakındaki bir galaksiden veya kara delikten gelen morötesi ışıkla da ışınlanmalıdır.

    maiolino, "yani bulutun [patlayan yıldız malzemesini emerek] zenginleşmediği, aynı zamanda çok fazla foton üreten başka bir galaksinin yanında olduğu bu tuhaf duruma ihtiyacınız var" dedi. "yani ille de tek bir senaryo aramıyoruz, aslında iki ya da daha fazla senaryo devrede olabilir."

    ben turner - livescience.com

  • işlettiği kırtasiyeye 'selam' diye giren gence 'aleyk' diye karşılık veren rahmetli dedemi hatırlatır.

  • kagit ustunde ligin en iyi kadrosu net olarak galatasaray'da.
    ama oynadigi berbat oyunu geciyorum.
    - bakiyorsunuz 4-5 oyuncusu sacini sariya-beyaza falan boyamis ki boyle takimlardan bir sey ciktigini gormedim.

    - dunya kadar para odedigi dunya yildizi carptirarak gol attiktan sonra,3 haftadir idmana bile cikamiyor, td'si "musait olursa oynatmak isterim" diyor.

    - bir digeri her hafta instagram kasarlarina yurumekle mesgul.

    - 10 numarasi oyundan cikarken kendi tribunlerine ana avrat kufrediyor.

    - babel gol attiktan sonra taraftarina "bos konusuyorsunuz" isareti yapiyor

    - takimin en iyisi haftalardir muslera

    - bjk macinda kaleyi ilk tutan sut 80'lerde

    - avrupa'da 24 mactir falan galibiyet yok. 3 cl macinda 0 gol

    ama tum bunlara ragmen terim imparator, fenerasyon ve fbjk bize karsi, tum kulupler birlesmis, hakemler bizi katlediyor bidi bidi.
    sirada albayrak'tan "sezon sonu elimizdeki belgeleri aciklayacagiz" aciklamasi var

  • (3)

    --- son demler ---

    sağırlığıyla, kendini tanıma ve insanlara seslenme çabasıyla geçen nicel açıdan çok verimli bir 2. dönemden sonra, tamamen sağır olduğu, dolayısıyla tüm o mücadelenin bir senteze ulaştığı 3. döneme geliyoruz (1815-27). bu dönemde sayıca çok az eser vermiş durumda. gerçi o kadar büyük ve sıra dışı eserler ki, her biri üzerine ciltler yazılabilir, insan hayatını onları anlamaya adayabilir. bu anlamda sözlükteki bazı yazarların bahsettiği “beethoven’in olayını anlamanın zorluğu”na özellikle bu dönemi itibariyle katmamak elde değil. ilk dönemi müziğin, koşulların ne olduğunu anlamak amacıyla hocalarından kopyalayarak bestelediği bir dönem, ikinci dönemi de, ilk dönemde öğrendikleri yoluyla kendini tanımaya, sağırlığıyla ve dönemiyle hesaplaşmaya odaklandığı bir dönem ise, o vakit üçüncü dönem, kesinlikle bakışını geleceğe ve müzik denen şeyin içsel özelliklerine çevirdiği bir dönem olacaktır. artık müziğin durumunu, ne şekilde evrimleşeceğini görmeye başlamış ve bu yönde daha olgun, büyük kalibrede eserler üretmiştir. buradan birkaç eser seçip didiklemek lazım. başlamak için en net örnek yine piyano sonatlarıdır heralde.

    piyano 1750-60’larda icat edildiğinden o yana besteciler piyano üzerine sayısız müzik ürettiler. ancak hem o dönemlerde piyano’nun daha gelişimini tamamlamamış olması hem de bu çalgının niteliklerini hemen anlayacak bakış açısına sahip olmamaları yüzünden piyano için bestelenen eserler daha çok, öncülü klavsen’e yaklaşan, veya orkestradan devşirilmiş bir müzik gibiydi. mozart’ın, haydn’ın ve beethoven’in ilk iki döneminin sonatları bu yöndedir. appassionata ile içsel hesaplaşmasının doruğuna erişen ve tamamen sağır olup, ses ile olan savaşını da kaybeden beethoven, bu sefer bakışını piyanoya yöneltti. çok ilginç biçimde bu artık fiziken duyamadığı çalgının gerçek niteliklerini görmeye başladı. “hammerklavierçekiçli klavye sonatıyla başlayan ve olağanüstü op.110 ve op.111 sonatlarıyla sonlanan bu son yazdığı 6-7 adet piyano sonatı, tarihte piyano’nun piyano olarak kullanıldığı ilk eserlerdir. pedal teknikleri, ses yoğunluğu* gibi piyanoya özel olan ne varsa hepsini birer birer bu sonatlarda keşfetmiştir. metal iskeletli piyanonun * icadı da bu yıllara denk gelir. beethoven’in son sonatları açık ki, öncül ahşap iskeletli piyanonun * veremeyeceği bir sesi talep etmişti. dolayısıyla dönemin piyano yapımcıları her ne kadar onun müziğinden yaka silkseler de, bugün kulandığımız pianofortenin icadını biraz da bu sonatlara bağlamak abartma olmayacaktır. eğer tüm 19. yüzyılı piyanonun ses yoğunluğunun güdümünde bir müzik olarak kabul edersek, bu keşfin ne derece önemli olduğunu kavrayabiliriz. zira beethoven’in yaptığı bu ilk ciddi sondajdan sonra sadece chopin piyano denilen çalgının ruhunda daha derinlere inebilmiştir..

    oda müziği alında son yaylı dörtlüleriyle beraber en şaşırtıcı eseri ise op.133 grosse fugue* dür. beto bu eserinde ilk defa “kulağa hoş gelmeyen müziğin de güzel olabileceğini” deniyor. gerçi daha önce senfonilerinde, piyano ve keman sonatlarında arada gerilim yaratması amacıyla böyle tonal açıdan zorlayıcı bölümler koymaktan çekinmemişti. öte yandan burada ilk defa, uzun uzadıya düşünülmüş, estetik bir karar olarak besteleşiyor. ota boka bach referansı vermek istemiyorum ama dayanamam. tarihte daha önce böyle bir çalışma bildiğim kadarıyla sadece bach’ın ‘kromatik fantezi ve füg’ eserinde karşımıza çıkmıştı. daha önce söylediğim 16. yy’da yerleşen “tampere” sistemi nedeniyle bestecilerin temel çabası en önce müzikal tonları, bunların birbiriyle ilişkisini kavramak ve bunları en ustaca, dinleyene haz verecek biçimde kullanmaya çalışmaktı. 20.yyda ise tersine, temel çabaları bu sefer yerleşmiş sistemi yıkmak olacaktı. işte bu iki dönem arasındaki 400 yıllık süreçte sadece bach, beethoven gibi birkaç saf deha, perspektiflerini kaydırıp bu tonal yapının dışına çıkmayı sistemli bir biçimde denemişler, buradan büyük bir heyecan üretebilmişlerdir. ellerinden, ve talep ederlerse, ayaklarından operim.
    https://www.youtube.com/watch?v=xezxjw_s0qs

    bu son dönemin kişisel olarak üzerimde en etkili olan meyvesi ise missa solemnis’dir. katolik dini müziğinin temeli diyebileceğimiz missa formunda böyle büyük bir eser vermesi pek beklenmeyecek biriydi beethoven. ne o zamana kadar birkaç küçük eser dışında beto’nun dini bir yanını görmüştük, ne de missa’lar artık eski popülerliklerindeydi, ümmet’den burjuvaya evrilen kent insanının müzik zevkinde artık eskisi gibi bir yer tutuyorlardı. zaten demode olmasa bile ortada pergolesi’nin stabat mater’i, bach’ın “si minör missa”sı ve mozart’ın requiem’i gibi aşılması pek mümkün olmayan güce, büyüklüğe, derinliğe sahip eserler vardı. yeni müzik, yeni biçimlerle kendini anlatmalıydı. lakin bizim beto yine başına buyruk gitti ve sonuç itibariyle o aşılamaz eserler ligine bir yenisini eklemeyi başardı. missa solemnis günümüzde, aynı yıllarda bestelendiği 9. senfoni’nin popülerliğine, tarihsel önemine sahip olmasa da özellikle ‘benedictus’taki muazzam keman solosu ve ‘agnus dei’ bölümlerinde tam olarak kavranması belki de imkansız bir metafizik düzleme çıkmayı başarmıştır. https://www.youtube.com/watch?v=ypnmybfsqty

    gelelim ünlü 9. senfoniye. bu eser konusunda kısa bir araştırmayla benim yazabileceğimden daha ayrıntılı pek çok yazı bulunabileceği için uzatmayayım. ancak koral eklenmesinin son anda verilmiş bir karar olduğunu söylemek gerekiyor. beto bu en büyük senfonisinde, senfoni biçeminde bir takım eksiklikler, ya da ileride biçimlerin erimeye başlayacağını hissetmiş olmalı ki ilk üç bölümü yazdıktan sonra, son bölüme daha önce denenmemiş biçimde insan sesi katıyor, geleceğe de bu şekilde uzanıyor. beethoven senfonileri, öldükten sonra 19.yüzyılın radye temeli oldular. sonradan bestelenmiş her senfoni adeta onlar üzerine inşa edilmişti. 9. senfoni de bu açıdan bir talihsizliktir. çünkü her bestecinin aklında onu aşmak veya bambaşka birşey besteleyebilmek vardı. sırf bu nedenle brahms’ın ilk senfonisini yazması 20 yıl sürdü. bruckner ve mahler ise senfonilerinde 9 sayısına geldiklerinde korkmaya, artık besteleyememeye başladıklarını söylediler. 9, deyim yerindeyse yüzyıl boyunca kara bir bulut gibi havada dolaşmıştır. ona bakanların kendilerine çeki düzen vermesini sağlamıştır. müziği zaten genel olarak 19. yüzyıl boyunca o derece belirleyici olmuştur ki. örneğin brahms, wagner ve berlioz, o’nun açtığı yoldan gittiklerini söylemişlerdir. brahms ile wagner birbirine tam zıt bir anlayışla müzik yaparken berlioz, kendine has çılgın armoni dünyasıyla, bunlarla aynı düzlemde bile değildir oysa ki... http://www.youtube.com/watch?v=ujewuv-liye