hesabın var mı? giriş yap

  • trafikte sürekli basıma gelen olaydır.
    başlarda gercekten özgüvenim olmadıgı icin kusurluyumdur benim hatamdır diye düsünüp hemen sag seride dogru kayıp insanları rahatsız etmeden gitmeye calısırdım.
    böyle böyle yüregim agzımda araba kullanmaya basladım ve bu durum acayip canımı sıkmaya baslamıstı. kafaya taktım bu mevzuyu
    sonra bir gün canım yine sıkkın bindim arabaya yürü kızım dedim bugun kesinlikle biriyle kavga ediceksin hadi bakalım. neyse bastık gidiyoruz basladı haydutun biri korna calmaya camdan elimi uzattım hayırdır isareti yaptım bi yanıt alınca hemen yanıma dogru sürdü aynı hizada gidiyoruz. hafif de gülüyo gevsek hosuna gitti heralde. ben göz kırparak hayırdır diyorum o da göz kırparak gülüyo neyse kırmızıda durduk boş boş gülmeye devam ediyo.
    velhasıl orda anladım bunun da yine bu erkeklerin can sıkma merakıyla ilgili oldugunu ve hicbir hatam olmadan kusursuzca araba kullandıgımı.
    yapmayın etmeyin kardesler kimsenin karısına kızına korna calıp da cesaretini kırmayın bırakın biz de sol seritte özgürce akıp gidebilelim..

  • genelde takımın en iyi oyuncuları yapar bunu..
    takımı üst üste hatalı goller yiyince "yaa taam bırakın abii ya..çık abi yaa..taam abi yaa!!" diyerek kaleciyi eliyle itekleyerek yeni kaleci olduğunu deklare eder..
    sonra da topu eliyle oyuna sokup kimseyle paslaşmadan, milleti çalımlaya çalımlaya karşı kaleye doğru ilerlemeye başlar..
    genelde üç dört, beş derken sonunda kaptırıverir topu, adamlar da boş kaleye takarlar tabi 30 metreden..

    bu gene bozmaz ama hiç, takım arkadaşlarını işaret edip "ben daha napim abi ya bizim takımın hepsi mal görüyosunuz!" gibisinden ellerini açar karşı takım oyuncularına doğru, karşıdakiler de "haklısın abi sen elinden geleni yaptın adamlar mal elden bişi gelmez" der gibi kafa sallayıp teselli ederler bunu..

    ha bu arada;
    (bkz: o hikayedeki mal benim)

  • elinde bıçakla kalabalığa doğru yardıran genç içeren görüntüler.

    mermiden hızlı koşamamış ve muhtemelen demirden zannettiği, etten kemikten bedeni delinmiş.

    demek ki neymiş; karşında devlet ve görevlileri varsa, çakallığın alemi yokmuş. artizlik mermiden korumazmış. "nasılsa silah kullanamaz" diye, molotof atıp yaktığınız, bıçakla satırla kestiğiniz kolluk güçleri artık silah kullanıyormuş.

  • okumaya başladığım zamanlarda neil gaiman artık kendini tekrar etmeye başladı demiştim ve artık bu fikirden tamamen uzağım. modern zamanların içine hep dinlemekten zevk aldığımız biz de öyle şeyler yaşasak ne güzel olurdu diye düşündüğümüz masalları monte etmek konusunda daha önce çokça takdirlerimizi layıkıyla kazanan yazar, gene güzel bir hikayeyi bu kez londra’nın iki kıyısında (ama alt ve üst kıyılarında) örüyor. üst lonra’da hayat bildiğimiz gibi devam ederken, aşağı londra’da ise şehrin tarihi, efsaneleri, unutulmaya yüz tutmuş kahramanları, varlıkları masal kitaplarında kalmış eski şövalyeleri metronun terk edilmiş duraklarında yaşıyor.
    kişisel fikrim, sandman efsanesinden sonra benim tecrübe ettiğim en genis gaiman anlatımının neverwhere olduğu yönünde. richard mayhew, door, marquis de carabas ve tabii ki mr. croup ve mr. vandemar ikilisi (ki bu ikiliye dikkat!) gibi her biri kendi içlerinde oldukça tutarlı, ilgi çekici ve ayrıntılı işlenmiş tiplemeleri içeren hikaye, belli bir noktadan sonra gaiman’ın alışıldık ve başarılı anlatımı sayesinde ve her cümlesiyle “bitmesin” dediğiniz bir kitap haline geliyor. eskiden soylular için alıcı kuşlar yetiştiren yaşlı adamlar eski lonra’yı, insanların çalışmanın yanında eğlenmeyi de bildiği o eski kenti, o zamanların salaş publarını özlüyor, şimdi sadece british museum’da bir portrede yaşayan melekler çok önceleri suların altında kalan atlantis’in o güzelim bağlarında yetişen üzümlerden yapılan eşsiz şarapları bir daha içemeyeceklerine hayıflanıyor ve londra’nın knightsbridge, ravenscourt gibi metro durakları aslında isimlerini hak ettiklerini okuyucuya anlatıyor.
    `
    neverwhere, gaiman’ı bilenler için mutlaka okunması gereken bir kitap olmasının yanında, yazarın ismini duyup merak edenler için de müthiş bir başlangıç olabilir..

  • ismi kepler-452 olan güneş gibi bir g-type yıldızın çevresinde, bir yıllık dönüşünü 385 günde tamamlayan gezegen. ayrıca habitable zone'da bulunuyormuş.

    düzeltme *: şuan kepler teleskobuna gezegenin 1400 yıl öncesine ait yansımaları geliyor.

    ekleme: birkaç yazar arkadaştan mesaj aldığım için aşağıdaki bilgileri ekleme ihtiyacı duydum;

    bu gezegeni keşfeden araç bir uzay teleskobu. ismi kepler. diğer fırlatılan uydular gibi. şuan güneş sistemimiz içinde kendi yörüngesinde dönüyor o da.

    kepler teleskobu tarafından keşfedilen kepler-452b gezegeni dünyamızdan 1400 ışık yılı uzaklıkta. bu da en kolay haliyle şu demek; bilinen en hızlı şey ışığın uzay boşluğunda ilerlerken gerçekleştirdiği hızdır. ışık sadece 1 saniyede 300 bin km yol alır. bu da 1 yıl için 9.460.800.000.000 km yapar. yani kepler-452b dünyadan 1400 ışık yılı uzaklıkta denirken; 1400 x 9.460.800.000.000 km uzaklıkta olduğu ifade ediliyor.

    uzaydaki tüm cisimler (gezegenler, meteorlar, uydular, vs..) yıldızlardan aldıkları ışıkları uzay boşluğuna iletirler (yansıtırlar). teleskoplardan gördüğümüz görüntüler ise bu yansımaların teleskoplara ulaştıkları anki görüntüleridir. yani 1 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegeni izliyorsak eldeki veriler, gözlemimiz sırasında onun 1 yıl önceki yansımasıdır.

    farzedelimki aynı dünyada ki gibi insalar orda da var olsalar ve şuan bize teleskopla baksalar onlar da bizim 1400 yıl önceki (ms. 600'lü yıllar) yansımamızı görürler.

    tabi sırf teleskoplar için geçerli bir durum değil bu. mesela sabah kafayı kaldırıp doğrudan güneşe bakarsak, (direk bakamıyor olsak da) biz onun 8 dk. önceki görüntüsünü görürüz.

    basitçe anlatmaya çalıştım.

    ek: kepler teleskobunun gözlem methodu daha farklı. kepler'in nasıl gözlem ve tarama yaptığını @dopermen #53445557 nolu entrysinde bahsetmiş.