3 entry daha
  • okumaya başladığım zamanlarda neil gaiman artık kendini tekrar etmeye başladı demiştim ve artık bu fikirden tamamen uzağım. modern zamanların içine hep dinlemekten zevk aldığımız biz de öyle şeyler yaşasak ne güzel olurdu diye düşündüğümüz masalları monte etmek konusunda daha önce çokça takdirlerimizi layıkıyla kazanan yazar, gene güzel bir hikayeyi bu kez londra’nın iki kıyısında (ama alt ve üst kıyılarında) örüyor. üst lonra’da hayat bildiğimiz gibi devam ederken, aşağı londra’da ise şehrin tarihi, efsaneleri, unutulmaya yüz tutmuş kahramanları, varlıkları masal kitaplarında kalmış eski şövalyeleri metronun terk edilmiş duraklarında yaşıyor.
    kişisel fikrim, sandman efsanesinden sonra benim tecrübe ettiğim en genis gaiman anlatımının neverwhere olduğu yönünde. richard mayhew, door, marquis de carabas ve tabii ki mr. croup ve mr. vandemar ikilisi (ki bu ikiliye dikkat!) gibi her biri kendi içlerinde oldukça tutarlı, ilgi çekici ve ayrıntılı işlenmiş tiplemeleri içeren hikaye, belli bir noktadan sonra gaiman’ın alışıldık ve başarılı anlatımı sayesinde ve her cümlesiyle “bitmesin” dediğiniz bir kitap haline geliyor. eskiden soylular için alıcı kuşlar yetiştiren yaşlı adamlar eski lonra’yı, insanların çalışmanın yanında eğlenmeyi de bildiği o eski kenti, o zamanların salaş publarını özlüyor, şimdi sadece british museum’da bir portrede yaşayan melekler çok önceleri suların altında kalan atlantis’in o güzelim bağlarında yetişen üzümlerden yapılan eşsiz şarapları bir daha içemeyeceklerine hayıflanıyor ve londra’nın knightsbridge, ravenscourt gibi metro durakları aslında isimlerini hak ettiklerini okuyucuya anlatıyor.
    `
    neverwhere, gaiman’ı bilenler için mutlaka okunması gereken bir kitap olmasının yanında, yazarın ismini duyup merak edenler için de müthiş bir başlangıç olabilir..
52 entry daha
hesabın var mı? giriş yap