hesabın var mı? giriş yap

  • ulan adamın golünün tadını çıkartacağınıza hala defansa laf ediyorsunuz. ne insanlarsınız ya. hayatta sizi ne mutlu ediyor lan anlatsanıza biraz?

    debe editi: oy verin.

  • freud'u mezarında ters çevirecek kadar baba düşkünü oğlumla oynarken, birden içimde aşkım kabarıyor, dağları denizleri aşıp coşuyor.
    bitter: özgür ben bu hayatta en çok seni seviyorum biliyor musun?
    özgür: teşekkür ederim anneciğim, çok iyisin. ben de en çok babamı seviyorum.

  • ev sahibi ödemeli diyenlerin yarın bir gün ev sahibi olunca 'tabii ki kiracı ödemeli aq' diyeceğinden emin olabilirsiniz.

    not: müzmin kiracı.

  • ekşi sözlük'ün de iş aldığı tuhaf bir sektör. sayfanın aniden kayması şeklinde taktikler geliştirmişler; bir linke tıklayacam derken reklama tıklaman sağlanıyor. geneli tırt şeylerin reklamı aslında, gerçekten çok anlamsız şeyler var.

    edit : (bkz: minik ilayda'ya yardım kampanyası) minik bir kızımız için dayanışma başlığı; destek olalım, oldurtalım. sevgilerimle.

    edit : debe sezonu açıldı haydeee. (bkz: şehit kütüphaneleri) diye de bir şey varmış. kütüphanelerin yaygınlaşması için şehitlerin adları gerekmesin bundan sonra. ama yiten bu insanlarımızın adının kütüphanelerde yaşaması, adlarının yeni kütüphaneler açılmasına vesile olması, toplumumuzun bütün bu acı olayların sorumlusu olan cehalet belasını bir nebze olsun yenebilmesine yardım olacaksa bu teskin edemeyecek de olsa küçük bir tesellidir.

  • bud powell, ravel, chopin tarzı piyano çalışı ile oldukça süslemeli bir ballad yorumu ortaya koyan bill evans, adeta sessiz bir devrimcidir. ellilerin sonunda miles davis quintet'ın önemli üyelerinden biri oldu. geçtiğimiz haftalarda kaybetiğimiz veteran davulcu paul motian ve gencecik yaşta aramızdan ayrılan kontrbasçı scott lafaro ile ise bu kez altmışların başında kurduğu ortalığı sarsan triosu özgür bir grup improvizasyonu/interplay hakimiyeti ortaya çıkardı.

    yirmi dokuzda dünyaya gelmiştir büyük usta, plainfield, new jersey’de. klasik müziğe gözlerini açtığı louisiana üniversitesi'nde okurken birçok dixieland orkestrasında çalmaya, çevrelerce tanınmaya başlamıştı bile. ilk caz deneyimleri ise mundell lowe, *red mitchell, george russell ve cazın adeta tanımı olrak niteleyebileceğim charles mingus ile oldu. 1956'da kurallı -cello ile- doğaçlamaları ile kendine özgü harmonik ve melodik etkileşimleri öne çıkaran basçı scott lafaro ve davulcu paul motian'dan oluşan trio'sunu [esas bill evans trio da budur. yetmişlerdeki triolar da pek fena değildir, ancak bu üçlüyle kıyaslanamaz!] meşhur eden albümleri yayınlayacak olan riverside recordings ile bir anlaşma imzaladı. iki yıl sonra, örnek aldığı izlenimciler ravel ve debussy tutkunu olan miles davis ile çalışmaya başladı. bu hayranlıklarını en iyi şekilde ortaya koydukları 1959 yılının başyapıtı ve evans-miles tadına uygun blue in green opus magnumunun da yer aldığı kind of blue raftaki yerini aldı.

    miles davis ile yollarını ayırdıktan sonra, 1961 yılında scott lafaro’nun bir trafik kazası sonucu trajik bir şekilde ölümüne dek bill evans kendi trio'su ile çalıştı. altmışların sonu ve yetmişlerde jack dejohnette, eddie gomez ve marc johnson'ın yer aldığı birçok sıradışı üçlü/dörtlülere de liderlik yapmıştır. [burada fevkalade montreux konserinden bahsetmeden de olmaz pek tabi. gencecik dejohnette ve kıdemlenen eddie gomez ile elli dakikada dünyanın yüreğine iniverdiler.]

    bill evans titiz armonik düşünceleri ve pastel renklerde piyano çalış tarzıyla herbie hancock, chick corea ve keith jarrett gibi birçok piyanisti ve bu satırların yazarını etkilemiştir.

    [kaynaklar: boyutpedia "jazz" dergisi, miles davis'in otobiyografisi, wikipedia, ..]

    (bkz: sunday at the village vanguard)
    (bkz: at the montreux jazz festival)
    (bkz: the brilliant)
    (bkz: waltz for debby)
    (bkz: everybody digs bill evans)

  • tahminime göre bahse konu aylık 27 bin 500 lira para ersin düzen'e sadece program moderatörlüğü için veriliyor.

    stadyum denilen program bir dış yapım! yani x bir şirkete de para ödeniyor.

    bu tip programlar neden dış yapıma verilir malumunuzdur.

    ulan sen trt'sin, yayın kuruluşusun, maaşlı çalışanların, işini bilen adamların var. koyarsın oraya bir spiker, 3 yorumcu, aylık maaşlarını verirsin olur biter.

    bir stüdyo programı neden dış yapım olur trt bunu açıklasın önce!

    edit: kısa bir araştırma ile söz konusu şirketin sahibinin de ersin düzen olduğu görülüyor;

    ers prodüksiyon reklamcılık ve organizasyon ltd.şti

  • fiziksel acı konusunda engin tecrübelere gark eder insanı. şairin* de dediği gibi * öyle birden değil, ağır ağır..

    (opsiyonel) aşama 0:
    [not: bu aşama, dişleri çapraşık, ağzı için doktorun "oynayamam, yerin dar" dediği kimselerin başına gelebilecek durum, yer sıkıntısı olmayanlara herkese uygulanmıyor. yer sıkıntısı yirmilik diş çekimi ile filan aşılabiliyor. doktor bulur bir yol.]

    önce anlatırlar "şunları yapacağız, bunları takacağız" diye. "tamam" dersin zaten göze almışsındır olacakları. "ama braketleri takmadan önce çenende biraz yer açabilmek için üst çeneye(dilin üst yüzeyinin temas ettiği yere) -kıvırıp büküp ilginç bir hale soktukları- metal(çelikti galiba) bir tel takmamız lazım" derler. olayın ilginçleşmeye başladığı yer burasıdır: zira bu telin kendi şeklini vererek dilde açtığı yarıklar nedeniyle gelecek birkaç ay boyunca başta tuzlu-ekşi-acı-sıcak şeyler dahil olmak üzere yemek yemek ve dahi konuşmak imkansızlaşır. 'fıstıkçı şahap'taki sessiz harflerden herhangi birini telaffuz etmeye kalktığınızda karşınızdaki insan "bi sussa da gitsek yaa.." diye içinden geçirmeye başlar, boğazınızda düğümlenir söyleyecekleriniz.. iletişimden soğuturlar adamı. yaklaşık altı ay kalır bu nesne ağızda (süre kişiye göre değişir.) her ay doktor bunu "aktive ediyorum" diyerekten sıkar, gerer veee... hooop, ağrıların en başına geri dönersiniz. hamken pişme yolunda atılan bu ilk ve çetrefilli adımı geçebildiyseniz ne âlâ..

    aşama 1:
    ağızda yer sıkıntısı yoksa veya baştaki aşamayı başarıyla geçtiyseniz, braketleri taktırmaya hak kazanmışsınız demektir. bir-iki saatlik çabanın sonunda dişlere monte edilen braketler ilk takıldığında pek bir şey hissedilmez, "aman da ne kolaymış, hepsi bu kadarcık mıymış, botokslu gibi oldum ayol.." derken, birkaç saat sonra yaklaşık bir hafta sürecek ağrı ve acılar başlar. ağrı, bütün dişlerinize ve çene kemiğinize uygulanan basınç yüzünden, acı da braketler tarafından rendelenen yanak içi-dil-dudak etrafı gibi bölümlerden. ağrı kesici olmadan yemek yiyebilen varsa helal olsun. yemek dediğim de, yumuşak şeyler, sandviç falan yemeyi unutun bir süre.

    aşama 2:
    tedaviye bu kadar ay dayandınız: hamdınız ilk başta, piştiniz artık.. ama son bir aşama kaldı: "alt çene ve üst çeneyi lastiklerle(böyle miniminnacık şeyler, paket lastiğinin çapı 0.5 cm olanını düşünün) tutturup birbirine doğru ittireceğiz." derler. anlatırken ne kadar da kolay diy mi? konuşmak iyice imkansızlaşır. karşı tarafla diyaloğa geçmeye kalkınca dişleriniz birbirine kenetli vaziyette olduğu için sürekli ağlıyormuş ya da ana-avrat sövüyormuşsunuz gibi gelir.

    aşama 3:
    bütün bu aşamaları atlatıp braketler çıkartılınca da bitmez.. aylardır sararmakta olan dişlere bir güzel diş taşı* tedavisi.. dişlere braketleri sabitlemek için sürülen yapıştırıcı harcın diş yüzeyinden temizlenmesi için yapılan işlem zaten evlere şenlik. o vızıldayan kesici başlık doktorun elinden kayıp da ağzımı keser mi korkusu anlatılmaz yaşanır.

    aşama 4:
    afferim sonuna kadar dayanabilene.. bütün bunları yaptırdıysanız artık düpdüzgün dişleriniz var demektir. siz gülümsediniz mi ortam yıkılıyordur artık.

    çıkarım:
    peki ne anladım ben bu işten? o kadar çile çektikten sonra gelen güzelliği ben n'eyleyim, "bahar gelmiş n'eyleyim, n'eyleyim baharı yazı" a dostlar.. ayrıca geç gelen adalet, adalet midir? olmaz olsun böyle tedavi.. iletişim kuramamaktan asosyal oldum, acıların çocuğu oldum, hamdım piştim yandım yeminle..

    edit: çıkınca da cidden müthiş oluyomuş yahu (bkz: kendimden biliyorum). ama kendinize sorun önce "bu kadar acıya değer mi?"

  • sonra perdenin arasından sızan güneş beni uyandırdı ve ıslaklık hissettim.evet kamyonu devirmiştim'' diye devam etmesi gereken hikaye.