ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
akp'nin yapacağı cern deneyi
-
deney ihalesini cengiz inşaat-albayraklar ortak girişimi alırdı.
deneyin yapılacağı bina ormanın ortasına yapılırdı. çevresi imara açılır villalarla dolardı.
çapulcu oldukları gerekçesi ile odtülüler çalıştırılmazdı.
ve en önemlisi; deney sonucuna halk sandıkta karar verirdi.
yanlış adama bulaştınız filmleri
saatleri ayarlama enstitüsü
-
"saatin kendisi mekan , yürüyüşü zaman , ayarı insandır.."
israil'i boykot için kolaları sokağa döken bakkal
-
sermayeyi yola dokmus, dokerken de sokagi yapis yapis yapmis olmasi muhtemel bakkaldir. onu fabrikadan almamak gerek, aldiktan sonra sen onu bakkal olarak musteriye satsan da icsen de doksen de coca cola icin bir sey degismiyor.
kesin ak partiye oy veriyordur.
la vita e bella
-
seyrettigim en iyi filmlerden biri. cok etkileyici, dusundurucu, duygusal.roberto benighi'nin muhtesem eseri. toplama kampi sahneleri, hele hele filmin sonu insani kopartir. bir babanin cocugu icin yapabilecegi en buyuk fedakarliga sahit oluyoruz bu filmde.tek abuk taraf amerika'nin yine "dunyayi kurtaran", "olaya el koyan" pozisyonuna konmasidir.yaniniza bol bol selpak alip seyredin. yazarken bile kotu oldum yaaa.
rte'yi memnun edecek makam
bertolt brecht
-
gölde yüz, keyf için
seni boğabilecek olan su
kaldırır seni yukarı,
yüzerken yardığın su
yeniden birleşir arkanda
yaran diyaloglar
-
mekan: tren
-: bizim hanım yollamadı çocuğu kabataş erkek lisesi'ne. puanı da yetiyordu. neymiş deprem olurmuş...
+: aşkolsun cavit ben öyle mi dedim. tsunami olur su yutar dedim.
beslenme çantasından hep salçalı ekmek çıkan çocuk
-
üzgün bir çocuk bu.
bütün öğle aralarında, hep aynı büyük umutla, içinden başka bir şey çıkmasını dileyerek beslenme çantasını açan;
her seferinde salçalı ekmeği görüp onun eski ayakkabılarınınkine denk değişmezliğine isyanlar çıkaran;
sınıf yeteri kadar tenhalaşınca arka sıraya geçip alelacele karnını doyuran;
elini, ağzını bastıra bastıra yıkadığı hâlde hâlâ salça koktuğunu sanıp kendinden utanan;
evde annesine "artık salçalı ekmek istemiyorum." derken onu da çaresiz bırakan;
pelin'in şişman tostlarına, kerem'in hamburgerine imrenip yoksulluğun eksikliğini duyan;
yıllar sonra akla gelen;
hüzünlendiren;
içe oturan bir çocuk.
canına yandığımın çocuğu! şimdi bir yerlerde karşıma çıksan; seni çocukluğunla barıştırsam; sonra bir hikaye anlatsam sana; hayat sürdükçe bütün o imrendiğin yemekler silinip giderken salçalı ekmeğin hiç yok olmayacağını, onu çok özleyeceğini anlasan. ne değişirse değişsin sen hiç değişmesen, hep çocuk kalsan, hep çocuk kalsam.
sözlük tarihinin en ağır linci
-
gök yeleli bozkurttur beyler. o geceyi hiç unutmam, imkb gibi kaynıyordu sözlük. ulan seçim gecelerinde öyle heyecanlanmamıştım ben. biri telegol serhat gibi belgelerle konuşuyor, diğeri rok gibi haydaaa çekiyor. efsane geceydi beyler.
nelly furtado
-
sahnelere dönme gibi bir isteği en azından şimdilik olmayan küsellik. loose döneminin ardından genç yaşta elde ettiği beklenmedik ünün altında ezilmiş, ciddi bir depresyon atlatmış, evlenip boşanmış ve kendini kızına ve kişisel gelişimine adamıştır. o zamandan bu yana kenya'da hayır çalışmalarında bulunmuş, toronto üniversitesi'nde oyun yazarlığı dersleri almış ve hatta dedikodulara göre plak satan bir sahafta çalışmıştır. hahah düşünsenize kanada'da leonard cohen ya da celine dion plağı falan almak için bir sahafa giriyorsunuz ve karşınızda şöhretten sıkılmış bir nelly furtado size köşedeki koliyi gösterip "bunlar da yeni geldi." diyor. brooklyn carter bacımı featuring edip random güldürmek gerek bu noktada.
the spirit indestructible ve özellikle de resmen indie the ride ile aradığını bulamadığı doğru değildir, zira aradığı tam anlamıyla bu sakin ve kaliteli yaşamdır ve müziği yalnızca hobi olarak yine yapmaktadır. köşesine çekilip yaptıklarını sayarken tam da istediğim yaşamı yaşadığını fark edip "ben ne yapıyorum?" diye kendimi sorgulamama neden olmuştur ayrıca. büyük şirketlerin dayatması olmaksızın canının istediği müziği yapmak, yeniden üniversiteye gitmek, sahafta çalışmak, afrika'ya gidip hayır işlerine soyunmak ve spora, uykuya, kitap okuyup seyahat etmeye yetecek kadar zaman ve akşamına da tok karnına huzur... bir de zamanında bedelini sahnede ağlama krizine girmek biçiminde ödemiş olsa da hayvan yüküyle parası da bankada durmakta. 40 milyon albüm satışı, tanesinden 5 dolar kazansa, faizi şusu busu... (bkz: hesaplayan adamlar)
büyük hayranı olarak sağlığını her şeyin önüne koymasını desteklesem de arada bir yine bir ce-ee dese, sticks and stones gibi şarkılarla en azından single formatında karşımıza çıkıverse de müzik adına en saf haliyle boka maruz bırakıldığımız şu günlerde nostalji dışında da bir şeyler dinleyebilsek isterim tabii.
29 ekim kutlamalarında sinir krizi geçiren kadın
-
afganistan'da kara daşşaklı bir talibanın dördüncü karısı olmanın daha çekici olduğunu düşünen bir tipin zırlamasıdır.
cumhurbaşkanına tayyip diyorlar
-
ama tayyip'e "cumhurbaşkanı" demiyorlar.
bir düşün neden acaba?
hamiş: böyle de disosiyatif kimlik bozukluğum var gibi olmuş: kendim çalıp kendim oynamışım gibi :) yok yahu, üstte birisi feryat ediyordu eskiden, su içerken testiden. neyse.
mecidiyeköy'de kazaya sebep olan martı
-
önündeki aracın tamponuna yapışmayı maharet bilen, diğer şeritteki iki araç arasındaki takip mesafesinden kaynaklanan boşluğu, yere düşen altın yüzüğe atlayan erdal bakkal gibi dolduran sözde usta şoförlerin önündeki araca bodoslama daldığı kaza. raikkönen'i tenzih ederim.
edit: dikkatli izleyince kazaya gerçekten sebep olan aracın, en öndeki araç yavaşlayınca yavaşlamayan, dolayısıyla arkadaki araçları aldatan raikkönen olduğunu görüyoruz.
yakışıklı sözlük yazarları
-
daha 6 yaşındayken, koskoca berber tarafından "yakışıklı abim gelmiş" şeklinde karşılanıyordum. "yakışıklı abime yastık getirin" deyip altıma yastık bile konuluyordu. buradan yola çıkarak; tanım: dahil olduğum gruptur.