hesabın var mı? giriş yap

  • recep reis'e 10-15 milyar dolar fişeklesinler, verir bence.

    tanım editi: "ben de moskovayı talep ediyorum. yani?" tadında bir haber

    ek: milyonlarca mülteciyi "resmi olarak kabul ettiği bir şekilde" para karşılığı ülkesine yığan adam için söylenen sözü hakaret sayanları da gördük şükür.

  • şimdi bu soru bilimsel olarak bakıldığında pek bir anlam taşımamakta zira insanların bir eşyadan "eskidi" diye bahsetmesi farklı şekillerde olur fakat bu gözlemlerin hiç birisini atomlarda görmeniz mümkün değildir. örneğin eskiyen bir kot renk atar bu boya kimyasallarına dışarıdan bir müdahale olduğu ve kot pantolonun kimyasal bir değişime uğradığı anlamına gelir. yani kotun temel yapı taşlarından bir kısmında cüzi miktarda değişim olmuştur ama genel olarak büyük bir değişim yaşanmamıştır. bu kimyasal değişim ilerledikçe liflere yansır, bağları zayıflatır, iplikleri etkiler, kot pantolon daha kolay yırtılır... vs. vs. giydiğiniz kotlardaki iplikler organik ciddi anlamda büyük bileşiklerin kendi aralarında oluşturdukları çeşitli bağlara dayalıdır. sırayla 5000 tane aynı molekül aralarına başka hiç bir yabancı atom/molekül olmadan bir iplik oluşturuyor diyelim, zamanla bu ipliğin içerisine yabancı maddeler karışacak artık bir kaç parçaya bölecek ve ipliğin dizilimini değiştirecektir. işte bu eskimedir ve bu manada atomlar eskimez hayır.

    ara edit: bir suserın uyarısı üzerine ekleme yapıyorum. kıyafetlerdeki eskime fiziksel olaylardan kaynaklanmaktaymış. bir ip parçası genel itibari ile çok ince ipliklerin bir biri etrafında sarılması ile oluşur. genel itibari ile eskime bu ince parçaların kopmasından kaynaklanıyormuş. o sebeple verdiğim örnek nokta atışı olmuyor.

    başka bir örnek vermem gerekecek. demirin paslanmasını ele alacağız bu seferde. paslanmakta olan bir demir havadaki oksijenle bileşik oluşturmakta ve kendisini daha kararlı, az enerji gerektiren bir duruma almaktadır. bu süreçte demirin yapısı değişmekte kırılgan bir yapıya bürünmekte ve rengi değişmektedir. fakat bütün bunlar tekil bir atom için geçerli değildir.

    temel olarak atoma bakacak olursak eğer çekirdeğini proton ve nötronların oluşturduğu çevresinde de elektronların sürekli olmak üzere gezip durduğu (dairesel değildir bu hareket) bir yapıdan bahsediyoruz. şimdi bu yapıda elektronların artması ya da azalması çok bir şey ifade etmez olağan bir durumdur atom için atomu eskitmez. nötronların ya da protonların değişime uğraması ise (atomda var olan parçacıklara dışarıdan ekleme yapmadığımızı ve dışarı göndermediğimizi varsayacağım şimdilik) elindeki atomu değiştirir. örneğin bir proton nötrona dönüşebilir bu da o atomdaki proton sayısını bir azaltır ki bu elindeki atomu komple bambaşka bir şeye çevirir ki biz buna radyoaktif bozunma diyoruz. bunun dış etkilerle olanı da vardır dışarıdan yüksek enerjiyle atoma proton, nötron ya da bazen her ikisini birlikte kazandırırsın, yine bu da atomu değiştirir buna da füzyon denir. ya da diğer bir olasılık olarak bir atomu daha küçük 2 atoma ayırırsın ki buna da fisyon denir.

    soruyu atomlar zaman içerisinde kendiliğinden bir değişikliğe uğrar mı diye değiştirdiğimizde sorunun cevabı evet olacaktır. bu noktada quantum mekanikten biraz bahsetmem gerek. şimdi normalde duvarınıza bir merdiven dayadınız atıyorum 60 derecelik açıyla ve öylece bıraktınız. bu merdiven ne kadar zaman geçerse geçsin (merdiven ve duvarın eskimediği varsayılacak) olduğu gibi kalır. fakat quantum mekanikte durum böyle değildir. merdiven duvarın içinden geçebilme ihtimali taşır. quantum mekanikte bir parçacığın önündeki engeli geçebilme ihtimalinden bahsedilir ve bu duruma tunneling denir. bir parçacığın önündeki bir engeli aşma ihtimalinin sıfır olması nadir bir durumdur esasen ve doğada pek gözlemlenmez.

    bahsetmem gereken başka bir şey ise atom altı parçacıklar ve yapıları. proton ve nötron kendilerinden daha küçük atom altı parçacıklardan oluşur. bu parçacıklar bir takım kuvvetler aracılığı ile bir arada tutulur. şimdi bir takım potansiyellerle bir arada tutulan bu parçacıkların yapıyı terketme ihtimali hep vardır (yahut dışarıdan bir parçacık alarak yapısını değiştirme ihtimali) bu sayı ciddi oranda küçük olsa da mümkündür. yukarıda arkadaşlar zaten vermişler kendi halinde olan bir protonun bozunması için beklenen yarı ömrü yaklaşık 10 üzeri 40 yıl (doğrudan referanstan bakmadım, nükleer fizik dersinden de bu civarda bir sayı hatırlıyorum ama çok da önemli değil afaki olduğu bilinsin yeter), nötronun da 10 üzeri 43 civarı. bu elbette dış etkiler olmaksızın beklenen durum. dışarıdan gelen etkiler elbette ki bu olayı kolaylaştırır ki günümüzde özellikle protonun bozunmasının örnekleri sık sık tespit edilmiş ve hatta laboratuvar ortamında test edilmiştir. e haliyle proton ya da nötronu değişen bir atom da değişmekte ve bozunmaktadır.

    sonuç olarak, atomlar zamanla kendi kendine değişikliğe uğrar mı derseniz cevabı evettir. en kararlı atom bile değişikliğe uğrama ihtimaline sahiptir, fakat bunun gerçekleşmesi evrenin ömründen daha uzun bir zamana ihtiyaç duyacaktır.

    edit: kovalent bağlar ifadesi yanlış olması sebebiyle düzeltildi.

  • 2007 yılıydı yanılmıyorsam. istanbul'da garajistanbul diye bir mekanda koçani orkestar grubunun konseri var, ben de oradayım çok sevdiğim bir arkadaşımla. konser süper, adamlar zaten inanılmaz eğlenceli. istanbul'a dışardan gelen herkesin ilk fark ettikleri şeylerden birisiyle karşı karşıyayım: pek çok tv ünlüsü var etrafta. tanıdık bir kaç yüz, birkaç ünlü işte. yok dream tv'nin viceyi bilmem ne falan da çarpıyor gözüme. o sırada gözüm bir hanımefendiye takılıyor. çok güzel, çok zarif. çalan grubu dinliyor mutlulukla. kim dersiniz? şevval sam. ama nasıl güzel, nasıl zarif. şimdi şevval sam, şevval sam olarak orada durmuyor olsa, belki de bütün geceyi ona bakarak geçirmek isterdim. ama yapamıyorum. aklım 1 dakika içinde bu zarif hanımın kim olduğunu, ne kadar hoş olduğunu ve aynı anda ona bakmamam gerektiğini söylüyor. niye? çünkü bu hanımefendi sarı fırtına metin'in eşi de ondan. 2007'den önce ayrılmışlardı ama benim için hep metin tekin'in eşi işte. bakamıyorum, utanıyorum. benim için beşiktaşlı olmak, şevval sam'ı görünce utanıp başka yere bakmak, süleyman seba'yı her görüşünde duygulanmak, nartallo'nun bile iyi futbolcu olduğuna inanıp onu sevmek, madida'yı ölmüş bir aile büyüğünü yadeder gibi hayırla yad etmek, hiç tanımadığım taraftarları, inönü'yü dolduran adamları her haftasonu evimden izlerken onlarla gurur duymaktır.

  • soma'da bulunmuş bir cinayet delili.

    madencilerin kullandığı ve üzerinde çince bir şeyler yazan gaz maskelerinin üretim tarihi 1993 ve son kullanım tarihi üretim tarihinden 3 yıl sonrası.

    az önce cnntürk haber yaptı izledik. kanımız dondu.

    taner yıldız ve faruk çelik bir saniye oturmayın arkadaşım orada.

    allah'ın gazabı çok büyüktür.

  • aradan geçen 11 yıl 4 saat saat sonra bile tazecik, dumanı tütebilen acı.

    yaşanan ilk acıysa ve anneler günü ise o gün, inanası gelmez hiç insanın. çok küçüktür bir de. daha yeni okumayı sökmüş, yakasına kızarmış elmayı takalı henüz bir ay olmuştur. ilk dönemdeki süper notlar erkenden ''sınıf geçme hediyesi'' isteme cesareti vermiştir ona. baba; oğlum ne isterse alırım deyince o da bisiklet istemiştir. tam istediği gibi oğlunu mutlu eden babanın tek şartı vardır ama. ''okullar kapanınca bineceksin''. peki denir babaya ama kendi kendini yer tabi kardeş.

    anneler günü sabahında ablanın reddetmesine karşı saatlerce yalvarır ''ablacım sadece 10 dakika, nolur babama söyleme ama'' diye. abla da dayanamaz, kıyamaz. verir bisikleti. o sayılı dakikanın yarısı olmadan kapı çalar. komşu kardeşin bisikletten düştüğünü söyler, çok sakin karşılanır, olabilir gibi. yerde yatan, üzeri örtülü biri vardır. var ama onun ayağındaki kardeşin ayakkabısı değil, bisiklette onun bisikleti değildir ki o benim kardeşim olsun. değil işte, hiç birşey onun değil ama bir anda oracıkta beliren babanın yürekten kopan çığlığı herşeyi özetler sana. üzeri örtülü o... canım kardeşim.

    ilk anda anlamazsın. aklın harçlığıyla anneler günü hediyesi almak için para biriktirmiş, süt dişi yeni çıkmış küçüçük kardeştedir. ama o nerde o... o merhametli minik yürek annesi olmadığı için üzüldüğü, zinciri pastan dönemeyen biskleti, ayağındaki ayakkabısı yırtık, 'benim bisikletim öyle değil, sen hep binersin, biraz giyeyim mi ayakkabını, veririm inince diyen sinif arkadaşıyla karşılaşır. ve sen bunları o gittikten yılar sonra, liseyede okuyan, hala ayakkabıyı saklayan o arkadaştan öğrenirsin. ölmek mi, öldürmek mi arasında sıkışırsın işte o zaman.

    yaşıtları üniversite tercihleri hakkında danışmak için abla bilip yanına geldiklerinde ise şakağındaki o şey boğazına dizer hayatını. 19 unda gözleri parlayan genç flörtlerinden bahsederken sen, gitmeden bir gün önce hasta olur diye dondurma almadığın, gözünün yaşına kıyamayıp bisikleti verdiğin, on dakika sonra gelecek olan canini düşünürsün. düşünmek istemediğin tek şey ellerinle üstüne toprak ettiğin kardeşinin kanina, canina biçilen paranin hesabina yatirilmak istenmesidir.

    o anda yüreğinde binlerce mum birden yanar. her gün birisi söner. ama birtanesi hiç sönmez. yediğin lokmanın yarısı acı geçer boğazından. keşkelerle yıllar geçer. suçluluk şakağına dayalıdır hep. kulağındaki onlarca küpe olmuş şey tek karındır. aci çok şey öğretmiştir. dost, düşman ayirmak kolaylaşmiştir sanki. bayramlar mezarlikta başlar, anneler günü karalar günü olur, takvimlerde doğum günü hep kirmiziya boyanir.

    yazarken yutkunmayi bile çok gören, ekran bozuldu mu ne, neden bu kadar bulanik dedirten bu aci, yarinki anneler gününü minicik bedenini toprağa koyduğu evladinin mezari başinda geçirecek annemin, babamin asla okumasini istemediğim şeyleri yazdirdi bana. hayat sadece acı değil ama. tadıdan yenmeyen şeyler de var. yüreğe ağir gelen bu duygudan siyrilmamin tek sebebi, anneme tapma nedenim, canimi istese düşünmeden vereceğim bir tanecik meleğimdir.

    o meleğin yazdırdıkları içinse (bkz: ablalarin kardeş sevgisi/@nunuca)

  • başlığı ilk gördüğümde;

    mercedes-benz, bmw, vw, audi, opel, porsche, man 'dan daha iyi araçlar üretildiğini, dış ticaret hacminin 3 trilyon $ olduğunu ve bunun 2 trilyon dolarının ihracat olduğunu, ağır sanayide almanlardan daha öne geçtiğimizi, dünyanın en kaliteli makinlerinin bizim tarafımızdan üretildiğini, adidas, puma, hugo boss, bosch, siemens, solingen, gaggenau gibi firmalardan daha iyi firmalarımız olduğu, bayern münih, borussia dortmund, wolfsburg, schalke 04, bayer leverkusen'den daha iyi takımlarımızın olduğunu

    fikri uyanmıştır bende.

    fakat görüyorum ki; olay tamamen farklıymış.

    edit: ergen sabah gazetesinedir sitemim.