hesabın var mı? giriş yap

  • materyalizmden solipsizme yolculuğumdan notlar:

    "mekanik titreşimi ileten bir ortam olmadıkça ses olmaz. nükleer reaksiyonlarla gümbür gümbür patlayan yıldızları, ve dahi en yakınımızdaki yıldız olan güneşin patlama seslerini bu yüzden duyamıyorum. ses gibi bir fenomenin ortama bağlı olarak var ya da yok olması ne garip...

    peki şu karşımdaki gül ağacı, yanıbaşında öten kuşu duyabiliyor, güneşi görebiliyor mu? onun dünyası sessiz ve ışıksız. güneşi benim gibi sınırları çizilmiş bir daire değil, üzerine akan bir sıcaklık olarak algılıyor. hayır, bu dediğim de yanlış. o, güneşi hiçbir şekilde algılayamıyor. peki ışığa yönlenmeyi nasıl başarıyor? bir şeyi algılamadan ona yönlenmek mümkün mü? değil mi? sürekli güneşi takip eden güneş panelleri de mi algılıyor o zaman?

    gül, duyu organı olmadığı için değil, duyuları değerlendirecek bir zihne sahip olmadığı için algılayamıyor güneşi. bense zihnim sayesinde varlıkları algılayabiliyorum. dış dünyadan gelen bilgiler, diyelim ışık, duyu organlarıma çarpıyor. orada bu uyarıyı alan hücreler uyarı ile orantılı olarak sinir atımlarına başlıyor, bu sinir atımları başka hücrelere ulaşıyor, onlardan başkalarına, onlardan da başkalarına derken, görme deneyimini yaşıyorum. ışığın bedenimin sınırında sonlanması ne garip; bundan sonraki tüm işlemler sinyal dönüşümü aslında. hey, ben ışığı değil de onun dönüştürülmüş temsillerini mi yaşıyorum?

    piyanonun sesi, mekanda bir titreşim halinde var olurken, bende sese dönüşüyor; ben bu titreşimi ses olarak temsil edenim çünkü. gülün kokusu, birkaç kimyasalın burundaki hücrelerimle girdiği reaksiyonun temsili, şekerin tadı da öyle. bir şeye dokunduğumda, bedenim ile dokunduğum cisim arasında oluşan mekanik gerilmenin bir temsilini yaşıyorum. tüm duyularımla, aslında gerçekliğin yeni bir temsilini kuruyorum: zihinsel temsil!

    o halde dışarıda aydınlık yok, dışarıda ses yok, koku, sıcaklık, lezzet yok. her şey benim içimde üretiliyor. ben güneşin aydınlattığı bir yolda yürür sanırken kendimi, mutlak karanlığın, mutlak sessizliğin içinde yürüyorum aslında. zombiyim ben! hatta belki de aynada gördüğüm yansımaya hiç benzemiyorum; bu benzerliği bana kim garanti edebilir ki? hatta hatta, dış dünya diye dediğim bir şey bile yok belki de; kendi içimde adım atıyor, kendi kendime dokunuyor, kendi tadıma bakıyorum... ışık dışarıda değil, kendi içimde. ben sadece kendimi yaşıyorum."

  • hagi'yi elinde türkiye bayrağı ve uefa kupasıyla kopenag'da koştururken hatırlarım, alex'i..sikimde değil valla alex.

  • devlet hastanesinde çalışan lisans mezunu bir memurum.
    bugün açıklanan işçi zammı ile birlikte ilkokul ve lise mezunu işçiler benden daha fazla maaş almaya başladı.
    2 sene sonra asgari ücret de bizi geçecek. inşallah asgari ücret bizim maaşları geçtiği zaman asgari ücretin altında veremiyorlardır bizim maaşı.

    görevde yükselme sınavı gibi “görevde alçalma sınavı” açılmalı acilen. görevde alçalıp temizlik personeli olabilirsem ailemi daha rahat geçindirebileceğim. teşekkürler.

  • dayının gözlerinde karşısındaki spikere acır bir bakış ifadesi var yalnız: "sizi kandırıyor yavrum bu muhalefet. halbusam türkiye çok güzel şiş kebap çok güzel." bakışı..

  • göstericilerin eline düştüğü için şanslı olan polistir.

    ali ismail korkmaz dayak yerken, ne bir polis ne de iktidarın yandaşlarından bir tanesi çıkıp "yapmayın, etmeyin" demedi. burada ise göstericilerin bir kısmı polisi döverken, bir kısmı da engel olup polisin hayatını kurtarmıştır.

    karşınızdakilerle aynı acımasızlıkta olmazsanız, onları yenemezsiniz. yazın bir kenara.

  • olay 60 li yıllarda bir trende geçmektedir.
    o dönemde bütün ulaşım trenle sağlandığından trenlerde her zaman milletvekilleri için boş bir koltuk bulundurulurmuş, ayakta bekleyenler olsa bile kimse koltuğa oturtulmaz, oturanlar kavga dövüş kaldırılırmış.
    şef tren* bir gün bilet kontrolü için gezerken yırtık pırtık kıyafetleriyle bir köylünün koltuğa oturduğunu görür.

    - kalk ordan orası millet vekilleri için
    - ben milletiyn keyndisiyim, ben burdayken vekilim oturamaz bu koltua!
    - !?!

    bu cevapla afallayan şef tren ısrar etmez ve koşarak olay yerinden uzaklaşır

  • dünyanın hiç bir yerinde havaalanları ile şehir içinde böyle fahiş farklar yoktur. 10 tane farklı avrupa havaalanına gittim dışarda 2'ye içerde 2,5 oluyordu. bizim ülkede turist silkmek için üstüne de uçağa binebilen zengindir diye yerliyi de silkiyorlar böyle.

  • biyolojik anlamda bişey ifade etmez.
    biyolojik babam bana, 7 kat ellerin atmayacağı nice kazık atmıştır. kendisi sevgisizliğin, menfaatçiliğin, aşağılık kompleksinin, aile içi şiddetin filan vücuda gelmiş; iki ayak üzerinde yürüyen halidir.

    biyolojik olarak baba olmaya elverişsiz bi durumdaysanız bile takmayın bunu yani.
    kalbinizde karşılıksız verebileceğiniz yeterince sevgi, şevkat; minik bir başı göğsünüze sıkıca bastırıp kokusunu alabildiğinizce içinize çekebilecek kadar evlat hasretiniz varsa, gidip koruyucu aile olun...

    dölleyerek baba olunmuyor.
    emek vererek, sevgi vererek oluyor...

    çocukken ailemin evinden kaçıp çocuk esirgeme kurumuna sığınma hayalleri kurardım bazen... sevgisizlikten ölecek gibi hissederdim o küçücük yaşta. orada severler beni gibi gelirdi...
    eminim o kurumdaki çocuklar da, dışarıdaki ailelerin hepsini birer sevgi yumağı sanıyor...

    en azından biri için bu hayali gerçekleştirebilir, onun sıcacık yuvası, sevgi dolu-müşfik ebeveyni; vazgeçilmez ailesi, canı kadar sevdiği babası olabilirsiniz.
    benim babam gibi bazi biyolojik babalarin asla "baba" olamadığı bu dünyada...
    **