hesabın var mı? giriş yap

  • bir kere arkadaşla starbucks'a gittim. isim soruldu, arkadaş murtaza dedi. bardağın üstüne murtaza yazıldı ve çıkışta güldük.

    sonra bu benim çok hoşuma gitti. kızların tercih ettiği piç erkek var ya, adını murtaza diyen arkadaştı benim için.

    ben de piç olmalıydım, ben de böyle ibnelikler yapmalıydım. starbucks'a gittim tekrar adımı sordu, utanarak sıkılarak mıy mıy bir sesle murtaza dedim. çıkar kimliğini dese bittim ama. starbucks'ta rezil olmayı kaldıramazdım, naif bir insanım ben.

    19 tl murtaza bey dedi eleman. cebimde 20 tl var. kredi kartımı tam çıkartıyordum ki kartın üstünde gerçek ismimin yazdığı geldi aklıma. neyse ya ben nakit vereyim dedim, 20 tl uzattım, 1 tl para üstünü aldım ve ebesinin .mındaki evime yürüyerek gittim.

    piçlik benim neyime lan?

  • çok fazla otobüs geçmiyor olması. gidin bakın bağcılara. 5 dakikada bir otobüs bulursunuz. ama bir tarabyaya, bir nişantaşına gidemezsiniz. iyi ki fakiriz yoksa saatlerce otobüs bekleyecektik asşdlaişsldi.

  • hayal kelimesinin arapça'daki kökü, "imgelem" ve "zihinsel görüntü" gibi anlamlarının yanı sıra, "gövdeden ayrılmış ruh" gibi bir anlama da sahiptir. bu dikkat çekici üçüncü anlam, soyut bir kavramı anlamdan taviz vermeden somutlaştırmaya yönelik, başarılı bir girişime benzer. aynı zamanda, yaratıcı tarafından gövdeye hapsedilen ruh kavramına sözlü bir başkaldırı niteliği taşır. yaratma gücünün yaratıcı'ya özgülüğünün karşısına, insani (kendini bilmez) bir yaratı kavramının başlangıç noktası çıkarır, hayal. büyük ingiliz nüktedanı ve oyun yazarı sir bernard shaw, "back to methuselah"ta yılan'ın ağzından, hayal kavramına ve yaratıya dair ilginç şeyler fısıldar: "yaratının başlangıcıdır hayal. dilediğinizi hayal eder; hayal ettiğinizi amaçlar; amaçladığınızı yaratırsınız neticede." aynı shaw, bir akşam davetli olduğu bir piyano konserinde, resitalin ardından eşiyle birlikte oturduğu koltuktan kalkar ve genç piyanisti tebrik etmek üzere onun yanına gider. kendine has o üslupla, "lütfen, genç adam, tanrıları daha fazla kızdırmamak adına her gece biraz olsun kötü çalınız." der. sanatta, doğaçlamada, baştan çıkarmada ve hikâye anlatıcılığında; yani yaratıda karşımıza çıkan bu efsun, tanrısallıkla bu hoşbeş olmuşluk, "gövdeden ayrılabilmiş ruhların" harcıdır sanki. bütün varoluşun bir zamanlar bir hayalden ibaret olduğu düşüncesi, bu açıdan, kendi vücudunu terk eden, sıkılgan bir yaratıcı imajını akıllara getirir. zamandan ve mekândan münezzehliğin insanca bir ifadesi olan hayal, böylelikle antropomorfik bir yön kazanır.

    ancak insani bir avuntu olan hayalin de ötesi vardır. tahayyül söz konusu olduğunda, mekânı zihinde canlandırmak, onu cisimleştirmek için öncelikle istenç gerekir. soyut kavramları somutlaştırmak için zihnimizi kullandığımızda ise bu, tasavvur olur. lakin bunların dışında, insan iradesi ve aklın kontrolü* dışında sökün edenleri tanımlayan tevehhüm* söz konusudur. vehim, "kuruntu" anlamıyla kestirilip atılsa da, çok katmanlı manalara sahiptir. mesela matematik ve metafizik, tevehhüm ile yapılır. sanat ise tahayyül ile yapılır. tevehhüm, tahayyülün sınırlarının ötesine gidebilmesinin yanı sıra, ortaya çıkışı için istenç de gerektirmez. daha baştan sabote edilmiş, uzay ve zamandan arı bir gerçeklik projesi olan hayal, zaten uzay ve zamanca sınırlanmış insanın, "gövdesinin dışına çıkan bir ruh" olma özleminden köklenir. tevehhümün, antropomorfik herhangi bir fenomeni çağrıştırmaksızın ve insani herhangi bir zaafa dayanmaksızın ortaya çıkışıysa, "her şeyi hayal ederek var eden bir yaratıcı" yakıştırmasından daha elverişli bir kavrayışa temel oluşturabilir.

    hayali söz konusu etmeyecek kadar zengin ve engin bir hayat, insanda herhangi bir arzu bırakmaz. insan psikolojisi böyle bir durumda, bir kendi-kendini-imha sürecine girmekten korunma girişimi olarak, arzuyu yeniden yaratır ve boşluğa, belki yoksulluğa gereksinir. vehim, bu tip bir ödünleşime gebe değildir. insanın kendi içinde karşılaştığı biyolojik meydan okumaların ortadan kalkabileceği boyutlar, sıkılgan bir yaratıcı imajı kurgulayan sözdizimindeki hatayı gözler önüne serer.

  • the jacksons'a ait olanın zamanına göre çok da ilginç bir video klibi vardır. ghosts'taki gibi yine iskelet dans eder bir yerlerinde ama bu sefer 5 tane tabii. bu arada jackson'ların kıyafetleri de akla ziyandır yine. michael ile jermaine'in farkı da bariz şekilde meydandadır.

  • tamam doğanın kanunudur, güçlü olan zayıf olanı yer, av-avcı ilişkisi vesaire. buraya kadar sorun yok ama bir hayvanı vahşi bir hayvana kasıtlı olarak yem yapıp bunu izlerken zevk almaya anlam veremiyorum.

  • fetö'den daha az tehlikeli ve daha çok kripto oldukları için bu gruplarla mücadeleyi emniyet değil sosyal medya ve müge anlı yapıyor. sonra da muasır medeniyet, sonra da ahlaklı nesil.

  • operasyondan geleli birkaç gün olmuş, taburun gazinosundayız. bir zamanlar popüler olan bir komutan da o zaman yüzbaşı. tertibim serkan'la acemi birliğinden arkadaşız, şansımıza usta birliğinde de aynı yere düştük.gazinoda birkaç tane arcade oyun makinesi var ve serkan ile final fight (hagar) oynuyoruz. komutan da bizi izliyormuş ama farkında değiliz. oyunda andore diye bir karakter var, çokça çıkıyor karşımıza. neyse serkan dedi ki "bu andore ibnesini ben ikimizin de tanıdığı birine benzetiyorum, bakalım bulabilecek misin?" ben de "aaaa aynı bizim pezevenk yüzbaşıya benziyor lan ahahaha" diye güldüm! o da "evet lan aferin bildin" dedi ve biz başladık ibne yüzbaşıya giydirmeye. ibneler, puştlar, yavşaklar havada uçuşuyor... birden komutanın "g.t nasipten çıkınca ya.ak bağdat'tan gelir, şimdi ne b.k yiyeceksiniz?" demesiyle buz kestik! şok içindeyiz. aslında biz acemi birliğinde bize çok çektiren bir yüzbaşıdan bahsediyoruz ama gel de anlat... komutan "ne ibneliğimi ne şerefsizliğimi gördünüz lan?" dedi ve yapıştı kulaklarımıza, kafalarımızı birbirine vurdu vuracak. "komutanım açıklayabilirim" dedim. "he açıklarsın, s.kimi açıklarsın, açıklarmış, hadi lan açıkla!" dedi. "komutanım biz size doğruyu söyleyeceğiz ama ikimiz birden burda olursak siz bizim birimizin uydurduğuna diğerimizin yalandan evet dediğini düşünüp inanmazsınız diye korkuyorum. serkan ya da ben birbirimizi duymayacağımız kadar uzaklaşalım. sonra ikimiz de anlatalım eğer aynı şeyi anlatmazsak ve inanmazsanız o zaman istediğinizi yaparsınız, birbirimizden habersizken aynı yalanı söyleyemeyiz..." o kadar emin söyledim ki adam kulaklarımızı bıraktı. serkan'ı dışarı çıkarttı bana da "anlat" dedi, anlattım... özetle "biz sizden bahsetmiyorduk, acemi birliğindeki komutandan bahsediyorduk" dedim. bunun üzerine komutan "oğlum acemi birliğinizi nerde yaptığınızı öğrenmem beş dakikalık iş hee" dedi. "komutanım gördünüz serkan'la konuşmadık, aynı yalanı söylememiz imkansız" dedim. komutan da "eğer aynı yerde askerlik yaptıaysanız 'biz aslında acemi birliğindeki yüzbaşıya dedik diyebilirsiniz, onun da aklına gelebilir bu' dedi.komutan bir yandan da detay sorup not alıyordu. "komutanım biz burda aynı yerde acemilik yapan iki kişi değiliz sadece, ali, fatih ve durmuş da var. oyundaki karakteri onlara da gösterebiliriz, o kadar çok benziyor ki içlerinden biri de benzetebilir, isterseniz onlara da 'bu adam sizin acemi birliğinden birine benziyor mu, benziyorsa adı ne?' diye sorabilirsiniz komutanım" dedim. komutan birine dışarıda bekleyen serkan'ı çağırttı ve bana git demeyince "komutanım benim çıkmam gerekmiyor mu?" deyince "sen de dur burada, gidip demin saydığın arkadaşlarını bulup onları tembihlemeyeceğini nereden bileyim?, burda dur ama ağzını açma" dedi... serkan'a sordu serkan da benle aynı şeyi anlattı. komutan sanırım inanır gibiydi. oradan bir askere demin adını verdiğim arkadaşları çağırttı zaten onlar da oradalarmış. çocuklar geldi "siz acemi birliğinde aynı yerde miydiniz? dedi. çocuklar "evet" deyince oyun makinesine bir jeton daha attık ve andore ibnesini beklemeye başladık... andore gelince komutan çocuklara "şu oyundaki herif sizin acemi birliğinden birine benziyormuş, birine benzettiniz mi? dedi. durmuş "ben birine çok benzettim komutanım ama değilse yanlış bir şey söylemekten korkuyorum" dedi. "oğlum korkacak bir şey yok" dedi ve diğer iki arkadaşa da sordu ama çocuklar bilemedi. komutan durmuş'a "kime benziyor?" diye tekrar sorunca "komutanım bizim bir ilhan yüzbaşı vardı acemi birliğinde ben ona benzettim" deyince fatih de "aaa evet komutanım çok benziyor hatta bende bir tane fotoğrafı var ilhan yüzbaşının ama biraz yan durmuş, ailem yemin törenine geldiğinde biz fotoğraf çektirirken o da oradan geçiyormuş tesadüfen" dedi.komutan "lan merak ettim şu adamı hadi fırla getir şu fotoğrafı" dedi, bizi de oturttu oraya bir yere. artık rahatlamıştık. komutan "ee nasıl bilirdiniz o yüzbaşıyı? deyince arkadaşlar da "pek iyi bilmezdik komutanım" dedi. aradan biraz zaman geçince fatih de geldi elinde fotoğrafla. komutan fotoğrafa bakınca "ulan ciddi ciddi buna benziyormuş bu adam hee" dedi. bize de "tabii siz yırttığınızı düşünüyorsunuz ama devletin yüzbaşısına ibne demenin bir cezası olacak elbet." diyerek bize 100 kere çök kalk yaptırdı... bu da böyle bir anımdır...

    düzeltme: öyle bir yerde bir harf hatası yapmışım ki "ne alaka?" dedirtecek cinsten...

    "ulan ciddi ciddi bana benziyormuş bu adam hee" yazmışım...

    "ulan ciddi ciddi buna benziyormuş bu adam hee" olacak.

  • lan bi yürüyün gidin. sözlükte mal olduğunu bilirdim de bu kadar mal olduğunu bilmezdim. nerede ikibinli yılların başındaki sözlüğün seviyesi, nerede kalitesi magmaya yaklaşmış bu ergen topluluğunun seviyesi.

    ulan hiç mi insan görmediniz. sıradan insan ya. sanki kendileri yalılarda yaşıyorlar da, işte bize gerçek hayatı hatırlatacak birisi diyorlar. ulan zaten bim'den çıkmayan adamsın. bu kadar mı eblehleştiniz. sanki metrobüslerde milletin ağzındaki soğan kokusunu ayırdedebilecek olan sizler değilsiniz.

    nesi güzel olm bu videoların. beyniniz akıllı telefon karşısında eriyip gitmiş, farkında değilsiniz. ondan bu kadar hipnotize oluşunuz bu boş videolara.

    yazık ulan vallahi yazık.