hesabın var mı? giriş yap

  • -alo hamiyet gazetesi mi?
    -evet.
    -bugünkü patlamayı biz gerçekleştirdik.
    -siz kimsiniz kardeşim?
    -tdk-pçtk-acil yol
    -mtk'dan ayrılanlar mı?
    -hayır hayır. biz stk'dan ayrılıp, mkyk'yı kurmuştuk.
    -ha evet. iyi ama sonra o örgüt kendini feshedip bldk-mnh'yi kurmuştu.
    -tamam. sonra o ikiye bölündü.
    -tamam onu da biliyorum tdö-kt yurtdışına çıktı, eylemlerine orada devam etti.
    -tamam işte. biz de öteki örgütüz.
    -olur mu kardeşim? öteki örgütün ismi tdk-pçhk.
    -ilk başta öyleydi. sonra örgüt yöneticisi bir grup tasfiye edilince bu ismi aldı.
    -iyi ama tasfiye edilen örgüt yönetici kendi örgütünü kurdu, aynı isimle. ayrıca sizin isminize de ambargo koymuş. üzgünüm sizin isminizde bir örgüt olamıyor.
    -ne demek kardeşim olamıyor?
    -sizinkinin de isimi hakkını almış, bilgisayara baktım bu arada.
    -vay ibne.

  • zhou'nun kazası ve halo meselesi sıcak gündemken bu konuda 27 yıllık f1 seyircisi olarak ben de halo ve f1'deki güvenlik konularında eyyorlamak istiyorum.

    başlıkta halo yokken ne oluyordu diye sorulmuş. öyleyse nürburgring'de koşulan 1999 avrupa gp'de pedro diniz'in yaptığı kazanın videosuyla örneğini göstereyim. görsel görsel görsel
    pedro diniz'i o gün allah korumuştu. 2002'de sauber'in kullandığı 2003'de zorunlu olan hans sistemi diniz'in üzerinde olsaydı o gün o kazada ölecekti. hatta villeneuve bu sisteme bu nedenle ilk başta çok karşı çıkmıştı. peki hans kötü bir sistem mi? kesinlikle hayır. sadece f1 araçlarının pilotun kafası açıkta bırakan kısmına bir çözüm düşünülerek halo ya da benzeriyle kullanılmalı.

    üstelik sadece halo meselesi de değil. kazalı araç traktörlerle kaldırılırken yarışın tam gaz koşmasının ne kadar tehlikeli olduğunu ingiliz tv yorumcusu eski f1 pilotu martin brundle 1998 yılında şu şekilde dile getiriyordu.
    "ne zaman pist üstünde bir john deere* görsem dehşete kapılırım. eğer o araç oraya sürüklenebiliyorsa diğer araçlar da sürüklenebilir. bir gün araçlardan biri o traktörün altına girecek" diyordu.
    peki kendisi müneccim mi? hayır tabii ki de. 1994 japonya gp 'de bizzat kendisi de yağmur altında tam gaz koşulan yarışta morbidelli'nin aracına müdahale eden görevliyi ezip ağır yaraladı.

    bugün yağış oldu mu yarışların durmasına sinir oluyoruz, ya da pistin kenarında araba durdu diye safety car çıkıyor, sevdiğiniz pilotun yarışı berbat oluyor dün leclerc'e olduğu gibi. hatta ben de diyordum eski pilotlar saf delikanlıydı, şimdikiler süt çocuğu diye. ancak eskiden de yarışlar böyle can güvenliği olmadan koşuluyormuş. can onların canı sonuçta. gridde jules bianchi'nin ölümünden en çok etkilenen kişi olan charles leclerc'in şampiyonluğuna mal olmuş olsa bile ocon yolda kalınca safety car çıkmasına itiraz ettiğini sanmıyorum. sizler de artık bu olayları f1'in doğal bir parçası olarak kabul edin. bunlar zamanında düşünülmüş olsa jules bianchi bugün belki de hayatta olacaktı.

    peki konumuz haloya geri dönelim. kendisi ideal çözüm mü. bence hayır. halen daha zayıf noktaları var. bu nedenle halo hayat kurtardı diye övmek yerine daha iyisi nasıl olur diye düşünmek lazım. o nedenle benim gözümde halo tartışması bitmemeli.

    2009 macaristan gp 'de felipe massa'nın geçirdiği kazanın benzeriyse halo ile de yaşanabilir. massa bu kazadan sonra ölebilir ya da eski takım arkadaşı michael schumacher'in kayak kazası sonrası konumuna düşebilirdi. massa kaza öncesi şampiyonluk kovalayan bir pilotken sonradan asla eski formuna kavuşamadı. kariyeri bana göre erken bitti. görsel bu nedenle halo, hiç koruma olmamasına kıyasla iyidir ancak ideal çözüm için bana kalırsa halo + aeroscreen şeklinde bir çözüm gerekli. görsel

    neticede aytron senna'nın ölümünden sonra alınan güvenlik önlemleri vs. derken f1 rehavete kapıldı, göz göre göre gelen kaza sinyallerini görmezden geldi. şansla atlatılan kazalardan sonra modern f1 araçları çok güvenli denildi ve neticede jules bianchi aramızda artık yok. bugünkü kazadan da ders çıkarmak lazım. halo yine hayat kurtardı diye kolaycılık yapmak yerine önlem almak lazım.

    - startta sert ve yumuşak hamurla kalkan araçlar yüzünden oluşan büyük hız farkları ve kaosun önüne geçmek gerek. tamam strateji falan önemli ama güvenli değil işte. çaresi herkes tek tip lastik kullansın olmamalı ama bir şeyler düşünülmeli.
    - tekerlek temaslarında araçların takla atmasını önleyici bir formül gerek. bunu ön arka tekerlerin boyutlarıyla mı yaparlar, arka darbe emici düzeneğini uzatıp teker temasını engelleyici koruyucu bir parça mı eklerler bilmiyorum ancak bu da çok tehlikeli bir durum.
    - lastik bariyerlerin yüksekliği de gözden geçirilmeli. ne olursa olsun araç bariyerleri aşıp tel örgüler ile bariyerlerin arasına sıkışmamalı. başka bir pist ve virajda o araç tel örgülerin ötesine uçup seyircileri de öldürebilirdi. bu kazadan çıkartılması gereken çok ders var. f1'in çok ödevi var. çok uzun yazdım. sadeleştirebilirdim ama vaktim kısıtlı o nedenle kusura bakmayın diyerek entryimi sonlandırıyorum.

  • acımasız olduğu kadar gerçekçi bir kelime.
    boş oluyorsun, sade kabuk kalıyorsun geriye. içi boş bir kabuk ne işe yarar ki? ceviz olsan atarlar hemen çöpe.

    biz ilk önce evleri ayırdık.
    bir kendimi bir de kızımı alıp çıktım o evden. soranlara bunu söylüyorum hep, aslında o da aynını yaptı, bir kendini alıp çıktı.
    öyle karar verdik çünkü, bize mutluluk vermeyen, bize uğurlu gelmeyen eşyaları ne o ne de ben alamadık.
    çok gerekli bir kaç parça dışında üst baş bile kaldı o evde. sanırım ikimiz de yenilenmek istedik, maddiyat elverdiğince.
    sonra duruşma günü geldi. yön bulma hususunda tam bir kör tavuk gibiyim. kaybolurum hemen. izmir'de iken erkek kardeşimi hatay'dan aşağı mithatpaşa yönünde sahile indirmek isterken önce betonyol'a çıkarmış, sonra da madem çıktık hadi yeşildere'den karşıyaka'ya amcamlara gidelim diye kandırmaya çalışmışlığım vardır. alt üst, sağ sol yok bende, bunu bildiğinden telefonda bana adliyenin yerini o kadar mükemmel tarif etmişti ki elimle koysam bu kadar rahat bulamazdım.
    anlaşmalıydık zaten, uzun sürmeyecekti.
    sonra bitti mahkememiz. çıktık. adliyenin kantine gittik, "gel." dedi, "sana bir çay ısmarlayayım."
    "tamam" dedim, "tatlılar benden o zaman."
    en azından cuma namazlarına gitmesini çok isterdim hep. annemin babamı hazırladığı gibi cuma vakti onu hazırlamak namaza, çok isterdim. hiç nasip olmadı, onu tanıdığımdan itibaren bir kere bile gitmedi cuma namazına. namaz bu, allah ile kul arasında, ses etmemiştim; ama bilirdi üzüldüğümü. geçen cuma namaza gitmiş ve ikimiz için çok dua etmiş, onu söyledi. güldü sonra. "bak, demek senleyken imanım elden gitmiş, senden ayrılacağım için nasıl imana geldim görüyorsun. namaza bile başladım." dedi. beraber güldük, komikti gerçekten de. "sırtında da kaşıntı başlamıştır senin." dedim, anlamadı. "yoo, başlamadı." dedi. "benden ayrılıyorsun ya, kanatların da çıkacaktır. melaike oluyorsun. kaşınıyordur sırtın, dikkat et." dedim.
    iyice güldük. hep böyleydi zaten aramızdaki. bir atışma, bir altta kalmama, bir takılma birbirimize.
    gülerdik ama, hep gülerdik birbirimize. ben ona daha çok gülerdim; çünkü hiç hazırcevap değildim. hep alt ederdi beni. komiğime giderdi. bir de haklı da olurdu, inkar etmek yerine gülmek daha kolayıma gelirdi, gülerdim. zaten bizim evin delisi bendim.
    sonra tatlılar yendi, çaylar içildi, sigaralar söndürüldü. kalktık.
    birden anladım ben, boşanmayı isteyen ben olduğum halde, birden anladım. artık bitmişti.
    kendimi yokladım, pişman mıydım?
    hayır, değildim.
    mutlu değildim, kendi mutsuzluğumda onu da eritmiştim.
    biz birbirini ilk görüşte seven, iki zıt karakterdik.
    yedik bitirdik, sevgimizi.
    dünyanın en güzel şeyini, bizi yani, harcadık.
    pişman da olmadık bundan. geri adım da atmadık.
    çok güvendik karşı taraftakine, seviliyoruz nasılsa dedik.

    ama sevgi sorunları çözmüyor.

    şimdi evlendi.
    duyuyorum ki, çok da mutluymuş. ben de mutlu oluyorum.
    o beni, ben onu mutlu edemedik birlikteyken.
    ayrılığa adım atarak, ona mutluluk için şans vermişim demek ki.
    benimle konuşmuyor, eşi istemiyormuş.
    haklı olabilir. ben anlamıyorum bu mantığı; ama haklı olabilir. kendi tercihi.
    yeter ki mutlu olsun.

    yeniden evlenmeden bir ay kadar önce, kızla ilgili bir şey için buluşmuş çay içiyorduk. evleneceğini biliyordum; ama ilk kez akıl danıştı benden. kadının beni kıskandığından bahsetti, kendisinin nasıl davranacağını bilemediğinden.
    "benden esirgediğin ne varsa ona yap, mutlu olursun." dedim.
    "bir de ailenle fazla yüz göz etme eşini, her şey çözülür." dedim.

    söylediğimi yapmış. ne güzel, şu dünyada biri de benim sayemde mutlu olsun artık.
    mutlu da olsun zaten, o mutlu olsun ki kızımız da mutlu olsun.
    içim o kadar rahat ki, o kadar tüketmişiz ki sevgimizi.

    ..............................

    eski eşim denmesinden hoşlanmıyorum. eski eş nedir yahu, ne kadar kırıcı bir kelime öbeği, her iki taraf için de öyle. kendisinden bahsederken artık, kızımızın babası diyordum. böyle deyince insanlar, hâlâ unutamadığımı söylüyorlar. öyle değil aslında, kızımız değil mi zaten? yalan mı yani?
    yorum yapmaya meraklı insanlar her yerde.
    soğuk bir "kızın babası" diyorum, mesele kapanıyor.

    o da illa anlatmam gerekirse.
    yoksa ben kimseye anlatmıyorum onu.

    çünkü içi boş bir kabuk gibi kocaman bir kelime var aramızda. boşandık biz.
    o öyle mutlu, ben böyle.

    ekleme: ayrılalı 12 yıl olmuş bile. başlarda insan kendini basarısız zannediyor. hiç ilgisi yok oysa, aksine her şey insan için. hele de benim gibi boşanmayı isteyen tarafsanız zaman içinde unutuyorsunuz bile.

  • nüfusun ne kadarının hangi partiye oy verdiğinden bağımsız olarak hükümdarlığını sürdürür. akp, chp, mhp'ymiş filan, bunlarla pek alakası yoktur.

    merkez sağın her türlü pişkinliğini, iki yüzlülüğünü ve o yapmacık ahlak anlayışını her sokağında hissedebilirsiniz bu kentlerin. lisesinin müdür muavininden tutun, tapu kadastrodaki memuruna kadar o kentte büyüyüp yetişmiş insanların çoğunun üzerine sinmiş rezalet bir merkez sağ esansı vardır.

    kendi ahlaki anlayışını diğerlerinden üstün tutarken bir yandan menfaatleri peşinde koşan küçük insanların, ufak tefek idari çıkarlar için maymun olmaları merkez sağ ekolünün imzasıdır zira. peşinden koşulan kazançlar bazen o kadar ufak, o kadar kişiseldir ki, yargı tarafından takibe lüzum dahi görülmez. bu hukuki tembellik, elbet çoğunun hoşuna da gider.

    kırsalda veya büyük şehirlerde aynı havayı bulamazsınız. anlatması zor sayılır.