hesabın var mı? giriş yap

  • mini şort giydi diye rahatsız edilme, laf atılma, ellenme, tecavüz edilme riski taşımadığından, ya da tecavüz edildiğinde şort giymesini tecavüzü haklı gösterecek zihniyetlerden uzakta olduğu için yurt dışına çıkınca gönül rahatlığıyla mini şortunu giyen türk kızı.

  • işbu diyalog yoğun rus nüfusu barındıran bir yazlık beldemizde gerçekleşmektedir:

    baba-kız, kız için mayo almaya çıkarlar, saatlerce süren alışverişten bıkan baba, en son denenen bir bikini için;

    b: hah, bu oldu, tamam alalım hadi.
    k: ama bu çok açık sanki baba ya, rahat edemem ben. hem senin baba olarak daha kapalı şeyleri beğenmen lazım.
    b: ya kızım allah aşkına, onca rus kızı varken sana kim bakacak, al, bi şey olmaz.
    k: ?!?!

  • teknik öğrenmek isteyenlere o zaman bilgi vereyim. böylelikle bu merak da bitmiş olur bunu da yaptırdınız bana aq.

    ilk önce caz, blues gibi tek bir enstrüman (gitar) ya da vokale bağlı kalmaz. caz'da gitardan çok grup ön plandadır(trompet, piyano, gitar, bas, bateri vs.).

    blues shuffle ritm kullanırken, caz ise swing ritmini kullanır.

    blues, iç savaş'tan bir süre sonra (1800'lerin sonlarında) mississippi'nin delta bölgesinde ortaya çıktı. afro-amerikan çalışma şarkıları, ruhaniler ve sahadaki haykırışlar blues'un temelini oluşturdu. blues, aslen, bireyler tarafından, armonika veya slide ıke çalınan bir gitar gibi düşük maliyetli ve kolay bulunabilen enstrümanlarla çalınan kırsal bir müzikti. şarkılar başlangıçta düz notalar veya avrupa müziğinden tamamen farklı bir ses veren “mavi” notalarla yavaş ağıtlardı.

    sonunda, şarkı yapısı, avrupa müzik unsurlarıyla birleştirildiğinde, aab lirik kalıbıyla 12 barlık bir blues kalıbına katılaştı. bu tür lirik kalıpta, ilk dize söylenir, ikinci dize onu tekrar eder, ardından üçüncü dize düşünceyi çözer.

    vokal hatları arasında enstrümanın yanıt vermesi için bir boşluk bırakılır. buna “çağrı ve yanıt” denir. çağrı ve yanıt, ana şarkıcı ile arka plan şarkıcıları arasında veya iki müzik aleti arasında da olabilir.

    jazz, 1900'lerin başında new orleans, louisiana'da ortaya çıktı. delta'nın aksine, kölelerin hafta sonları bir araya gelip davul çalmalarına ve dans etmelerine izin verilmişti. bu, afrika ve karayiplerin davul ritimlerinin yanı sıra süsleme ve doğaçlama geleneğini de korudu. afrika kökenli amerikalı müzisyenler daha sonra korno tabanlı gruplarda çaldıklarında bu geleneği sürdürdüler. blues da bir etkiydi ve kullanılan müzik gamlarına mavi notalar ekledi.

    blues şarkılar da dahil olmak üzere her tür şarkı caz tarzında çalınabilir, bu nedenle cazda şarkı yapısında çok daha geniş çeşitlilik vardır. genelde caz ne çalındığıyla değil, nasıl çalındığı ile ilgilidir.

    savaş sonrası blues:

    aynı temel unsurların çoğu günümüzün blues ve cazında da korunmuştur. ikinci dünya savaşı'ndan sonra, enstrümanlar elektriksel olarak güçlendirildikçe ve afrikalı amerikalılar kuzey abd'deki şehirlere göç ettikçe her iki tür de büyük değişiklikler geçirdi.

    savaş sonrası bir film sahnesinde duyabileceğiniz yaygın bir blues türü chicago blues'u olacaktır. vokalist, gitar, bas, davul ve muhtemelen bir armonika veya piyano ile üç ila beş parçalı bir gruba sahiptir.

    müzik hala mavi notaların blues unsurlarını, aab lirik kalıbını, çağrı ve yanıtı ve 12 bar blues kalıbını içerir. muddy waters veya howling wolf'un şarkılarından oluşan ortak bir repertuar.

    müzik, muhtemelen biraz bozuk bir gitar sesiyle, ardından gelen rock and roll'un bir önizlemesi ile daha yüksek sesli sürüş tarafında olacaktır. davul vuruşu ya yavaş bir blues vuruşu ya da trampet üzerinde vurgu yapılan orta tempolu bir shuffle olurdu. ritim sabit bir groove'a sahip olurdu yani.

    savaş sonrası caz:

    savaş sonrası bir film sahnesinde duyabileceğiniz yaygın bir caz türü, bebop tarzı doğaçlama ile gerçekleştirilen caz standartları olacaktır. ikinci dünya savaşı'ndan sonra caz, dans edilebilir büyük grup pop müziğinden bebop'a ve havalı caz ve hard bop gibi birçok varyasyonuna dönüştü. sözler düşürüldü ve grup doğaçlamaya odaklandı, bu da onu esas olarak enstrümantal bir müzik haline getirdi.

    bantlar, piyano, bas ve davulların ortak bir konfigürasyon olmasıyla küçüldü. saksafon ve trompet gibi kornalar da yaygındı. ortak bir repertuar, great american songbook'un “all of me” veya “fly me to the moon” gibi karmaşık doğaçlama enstrümantal versiyonlarından, blues'un yeniden yorumlarından veya orijinal bestelerden oluşacaktır.

    müziğin akustik veya hafif güçlendirilmiş bir sesi olacaktır.

  • var galiba herkesin böyle bir anısı… sene 94, yaş 6. annem ile babamın arası kötü ve babam annemi evden gönderiyor. canım annem de cebindeki 3 kuruş parayla bir ev kiralayıp sağdan soldan eşya topluyor, okulumun karşısında ev tutuyor. çektiği çilenin haddi hesabı yok.

    bir gün kahvaltı yapıyoruz. çocuğuz ya, saçma sapan oyunlar icat ederiz. ben durduk yere dedim ki “hadi kahvaltıda kim en fazla zeytini yiyecek “ başladım erik gibi yemeye. para yok pul yok. kadın beni bozmadı bir şey de demedi canım annem.

    ertesi gün kahvaltıya oturduk. annem dedi ki, ben yeni bir oyun buldum: bir zeytini en fazla kaç ısırışta yersin?

    oyun değil mi, kabul ettim. o gün 1 tane zeytini minik parçalar halinde 10-15 kere ısırarak yedim ve anneme “yarışı kazandım” diye sevinirken o gün anlam veremediğim göz yaşlarını gördüm.

    sonrasında hikaye güzel ilerledi, mutlu günlerimiz çok oldu ama dibi görmeden iyi günlerin değerini de bilmiyorsun. mekanın cennet olsun canım annem, senin evladın olmak benim en büyük gururum.

  • stephen chbosky'nin ergenlik çağında yaşanan kafa karışıklığı, sinir, mutluluk, travma ve daha bir sürü durumu büyük bir samimiyet ve sadelikle kitabın kahramanı charlie'nin kaleminden çıkmış mektuplarla anlattığı roman. yetmemiş olacak ki (iyi ki yetmemiş) bir de üzerine senaryosunu yazıp filmini de 13 yıl sonra çekmiştir.

    1991'in ağustos ayında 15 yaşındaki charlie hiç tanımadığı bir yabancıya kendisini dinleyip anlayabileceğini umarak mektuplar yazmaya başlar. yazdığı kişinin kim olduğu ve charlie'nin neden "ona" yazdığının hiçbir önemi yoktur. lisedeki ilk yılından bir önceki gün başlayan mektuplar tüm seneyi kapsayacak şekilde devam etmektedir. zaten yalnız* ve asosyal biriyken bir de yakın zamanda ölmüş en yakın arkadaşının yarattığı şokun etkisi liseye başlarken charlie'nin endişelerini daha da arttırmaktadır. kısa sürede, tanıştığı son sınıf öğrencileri sam ve patrick ile hayatı değişmeye başlar. her ne kadar mektupları charlie yazıyor olsa da kitapta karşımıza sadece onun hayatı değil, neredeyse kitaptaki herkesin hayatı çıkmakta bu da kitabı daha da zenginleştirmektedir.

    charlie'nin çocukluğunda yaşadığı travmaları ve lisede yaşadığı olayların bünyesinde yarattığı etkileri güçlü bir samimiyetle yazdığı mektuplara aktarması kitabı çok kısa sürede bitirmeme sebep oldu. uzun zamandır kendimi bu kadar yakın hissettiğim, benzer yanlarımızı gördüğüm, bağ kurabildiğim, anlayabildiğim, ne anlatsa dinleyebileceğim bir roman karakteriyle karşılaşmamıştım. rahatlıkla söylenebilir ki charlie, sakin kimliğinin yanı sıra eşine az rastlanır bir dürüstlük ve anlayışa sahip. belki de bu üç unsurun yarattığı etki charlie'yi okuyucunun gözünde hiç görmediği, bilmediği ama hep istediği bir dost konumuna taşıyor. charlie'nin mektubu yazdığı kişiye duyduğu yakınlık bunla aynı paralelde midir, bu tartışabilir tabii ki. öte yandan charlie bu mektupları bana, çok değerli sana ve bu kitabı okuyan herkese yazıyor şeklinde de düşünebilir ve bu nedenle charlie ile aramızda oluşan bağın daha kuvvetlendiğine kanaat getirebiliriz. charlie'yi tanıdığım için çok memnun ve mutluyum.

    yazarın filme de el atması ise muhteşem bir casting'in ortaya çıkmasına sebep olmuş. her ne kadar film patrick üzerine beklediğim kadar yoğunlaşmasa da ezra miller* patrick karakteriyle de ne kadar yetenekli ve çok yönlü bir aktör olduğunu göstermeyi başarmış. emma watson ise saçlarını kısa kestirmesinin ve sade oyunculuğunun etkisiyle izleyicinin aklına film boyunca hermione granger'ı nadiren getirmektedir. logan lerman ise charlie için tam bir nokta atışıdır.

    hem kitapta hem de dolayısıyla filmde onlarca romana****, filme**** ve şarkıya**** gönderme var, sadece ama sadece bu yönüyle insana 500 days of summer'ı hatırlatmaktadır.

  • yaş iki, çocuk parkında karınca yuvası inceliyoruz:

    - baba, bu karıncalar nereye gidiyor?
    - yemek bulmaya gidiyorlar canım.
    (karıncalara eğilip parmağıyla ileriyi işaret ederek bağırır)
    - karfur* buradaaaa!