hesabın var mı? giriş yap

  • %50 joker hakkı yerine, seyirciye sorma joker hakkını kullansaydı, şimdi hiç bu kadar sorun yaşamayacaktı.

  • (#142395782) uruguaylı'nın kaldığı yerden devam edeyim. sanırım robery young'du ''modern antroplojik kültür kavramı, sınıf ve ırk çatışmasının bağrında doğdu'' demişti. 18. ve 19. yüzyıldaki keskin değişimler, sömürgeci güçlerin şekillendirdiği bir dünyanın antropolojisine bakarken kültür fikrinin ırkçı ideolojiye ne denli içli dışlı olduğunu görmek için yeterli aslında. 20. yüzyılda ve oradan bugünlere uzanırken ve bazı yazar, yönetmen yani sanatçıların ısrarla örtük izlerini aralamak için ısrarla vurgu yaptıkları ırkçılık gibi kavramların bugünlerde tekrardan ''kültür'' kavramı ekseninde hortlaması ya da sözde eşitlik ve demokrasi temsili olarak tüm dünyaya küresel kültürün bir parçası olarak satılan politik doğruculuk gibi kavramların ardına gizlenerek kendine başka ifade biçimleri bulması tesadüf değil. kültür kelimesinin kökenlerinden biri latincede işgal etmek, yerleşmek anlamlarına gelen colere fiilinden geliyor mesela. böylesine bir sözcüğün altından böyle pis kokular, anılar saçan bir anlamın ortaya çıkması da tesadüf değil kesinlikle. ironiyi anlamak için de anştayn olmaya gerek.

    terry eagleton, kültür kitabında sömürgecilerin sömürge halkları baskılayıp, köleleştirirken aynı zamanda egzotikleştirdiğinden söz eder. örneğin irlanda'nın durumuna uygun olarak gücünü kaybeden keltlere sınırsız bir şiirsel önem atfedilir. afrikalıların, kızılderililerin ya da dünyada sömürgeleştirilip, tutsak edilip, yok edilen her halkın geçmişiyle ilgili bir tür ağıda dönüşen ve onu sömüren faydacı uygarlığın orada hayalini kurduğu egzotik bir yuva hayali vardır. uygarlığın temsili olan batı kolonyalizminin kültür sahibi yerli halkların yuvasını işgal etmesindeki bilinçaltı temsili böyle oluşur. yani kabaca ifade etmek gerekirse sömürgeciler uygarlığa, sömürülenler tüm yerleşiklikleri ve kapalılıklarıyla kültüre sahiptir.

    tüm bunları 3 filminde de sözde bu dertleri kendine meşgale edinen jordan peele'inin filminin tematik dertlerini biraz olsun açabilmek için yazdım. zira peele bir sinemacı olarak filminde maalesef bu dertleri açmak, aralamak, izah etmek, metaforik, sembolik ya da metonomi bağlamında izah etme noktasında oldukça zayıf, kafası karışık, izleği belirsiz, yönü olmayan bir film yapmış. ortaya karışık, içine ne varsa koydum, nasıl olsa çok bilmiş kültür yorumcuları, freudçular, psikanalizciler, komplo teorisyenleri benim aklıma bile gelmeyen fiyakalı okumalar yaparlar ve ben de tüm vakurluğumla işime gelenleri onaylarım tadında bir yaklaşım bu. tür karmasının yanına öykündüğü birçok iyi sinemacının (örneğin david lynch ya da david cronenberg) sinemasal yaklaşımlarını kopyalayıp sözde özgünleştirdiğini düşünerek ve elbet özellikle siyahi kanadın (normal olarak) sinemasına duyduğu katıksız güvenin sarsılmazlığına da sırtını yaslayarak uçabildiği kadar uçmuş.

    sorun türler, sinemasal yaklaşımlar arasında yaptığı gezintiler değil. sorun tam da yazının başında kültür tarihine küçük bir referans yaptığım haklı olmanın verdiği güvenle filmi için onu gerçekten benzerlerinden ayıracak, orijinalleştirecek bir anlatımı tutturaması. o anlam arayışından, onu izah etmekten ziyade onu izah etmenin ruhundan, kültürüden, edebiyatıntan, öykücülüğünden yoksun teknik bir üslupla anlatmaya çalışması. yani tıpkı uygarlığın yok ettiği ruhun yerine koymaya çalıştığı bilimin anlamdan uzak bir parçası gibi işlemesi. parçalı, fragmanter, bağlamsız ve onu değerli kılacak tutkusunu, duygusunu, retoriğini izah edecek pathostan yoksun olması. bir sürü anlamsız parçanın bir kültür tarihi yorumu olarak bir araya getirilip postmodern anlatının, zamanın cüretinin verdiği yetkiyle böyle incelik, duyarlılık ya da ince işçilikten uzak bir şekilde sadece etkileyici ya da şaşırtıcı olmak dışında bir meyyal bulamaması cidden üzücü. zira tıpkı eleştirisini yaptığı kolonici batılı gibi o da müşterisiyle bir sömürü ilişkisi içine giriyor. fiyakalı olmaya çalışırken hakikatin sabitini ıskalıyor. anlatısını büyük anlarla güçlü kılmaya çalışırken insana dair tinsel, metafizik, egzotik alanın varlığını tümden yok sayıyor. ideolojik metaforları idealize edici bir eksen gibi allayıp pullayıp birbirinden bağımsız parçaların içine rastgele savururken tahakküm toplumunun değişmez setlerine yaptığı sözde eleştirisiyle kendi imge ve anlamını da geri plana atarak ruhsuzlaşıyor.

    uruguaylı'nın da belirttiği gibi, cemiyetin, cemaatin, kültürsevicilerin onlarla ilgili yarattığı illüzyona kapılan bu tip yönetmenlerin hepsinin düştüğü hataya düşüyor peele. tam da içinde doğup büyüdüğü dünyanın en büyük pazarına kayıtsız bir şekilde hizmet ederken dert edindiği sözde büyük temalarını sınırsızca, daha büyük, daha gürültülü, daha görkemli anlatmanın hibrisine kapılarak tam da eleştirisini yaptığı sömürgeci uygarlığın hissizleştiği duvarın bir tuğlası olmayı başarıyor.

    ne diyelim yolu açık olsun, insanlar öve dursun ama 3 filminde de giderek gerileyen sinemacılığının dehasını tek kurşuna sakladığını görmek şaşırtıcı gelmiyor. zaten muhtemelen bundan sonra orijinal fikirler bulma konusunda sıkıntıya düştükçe daha da saçmalayacak ve eleştirilemez oluşunun verdiği yetkiyle anlatıda yapıbozumu daha benimseyecek gibi duruyor. sinemanın tanrıları ona ve sevenlerine zeval vermesin.

  • sonunda bu sezonun fatality hareketini de yedik. aslında taraftarı olmasak bu beşiktaş çok komik bir takım.

  • kisinin portakala bakis açisini degistirebilen film.

    don vito corleone manavdan portakal alirken tetikçileri farkeder. kaçmaya çalisirken portakallar yere dökülür. portakallarin elinden gitmesi, ondan uzaklasmasi, bir saldiriya ugrayacagini fakat sonunda kurtulacagini haber vermektedir.

    the godfather part3 te michael corleone babalar meclisinde otururken masa birden sarsilmaya baslar. michael`in önündeki portakal sarsintiyla yere düser, michael portakalin yuvarlanarak kendinden uzaklasmasini izlerken, tepeden kursunlar yagmaya baslar. portakal, michael`dan uzaklasmistir, michael saldiridan kurtulmustur.

    vito corleone torunuyla oynarken ölmüstür. ölmeden önceki hareketi de agzina portakal kabugu yerlestirmek olmustur.

    part3 te michael`in düsüp ölmeden önceki görüntüsü incelendiginde elinde tuttugu portakal farkedilecektir.

    babalar meclisinde önüne portakal konan babalar öldürülür.

    part2 de michael`a portakal ikram edilir, fakat almaz. o gece saldiriya ugrar lakin ölmez.

    part2 de fanucci öldürülmeden önce eline portakal alir.

    bu üçlemede portakalla bir sekilde iliski kurup öldürülen daha nice kisi vardir.

    etkileyici sayilabilecek bir diger sahne ise part3`te portakal suyu ile ilgilidir. michael seker komasina girince hemen portakal suyu ister. portakal suyu onu hayata döndürür. kanaatimce bu sahnede michael`in yasamak için ölümlere, düsmanlarinin kanini içmeye mahkum oldugu anlatilmaktadir.

  • bati ulkelerinden birinde, matematikten surekli zayif notlar alan cocugu, ailesi bir faydasi olur dusuncesiyle katolik okuluna gonderir.
    bakarlar ki cocuk hep tam not almakta...

    sebebini cok merak edip sene sonunda cocuga sorarlar:
    "ne degisti?"

    cocuk cevap verir:
    "okulun ilk gununde arti isaretine civilenmis adami gorunce durumun ciddiyetini anladim."

  • ne kadar güzel gözükse de beraberinde halis türk erkeğinin pek hoşuna gitmeyecek sonuçlar getirebilecek hede..

    türk erkeği: kaç yaşındasın yavrii?
    elf hatun: 764.
    türk erkeği: benden önce başka biri oldu mu?
    elf hatun: ....
    türk erkeği: gene mi ya!!!!....

    edit: imla

  • sektör:matbaa
    kağıt bile yurt dışından dolar ile getirildiğinden. kağıtçılar artık vadeli satış yapmıyorlar. naktin varsa kağıt alabiliyorsun.

  • dövmekle az bile etmiştir. kendini kurtarmak için başkasını riske atanın hakkı kötektir. adam ceza yese bi allah'ın kulu sahip çıkmaz. artı mühürü kesmişler adamın başı sadece bundan dolayı bile belaya girebilir. show tv boş yapma