hesabın var mı? giriş yap

  • normalde olması gerekendir. anayasa hükmü açık, kişinin cumhurbaşkanı seçildikten sonra vekilliği düşer. yani ysk sonuçları resmi gazetede yayınladığı an rte derhal istifa etmelidir çünkü artık cumhurbaşkanı secilmistir. eğer istifa etmez ise mevcut cumhurbaşkanı başbakanlık görevini bir başka akpliye vermelidir. yazdıklarıma ben bile güldüm amk, hukuk devleti mi lan burası.

  • "bu hükümet olmasaydı akademisyen olamazdım" şeklinde bir beyanda bulunmuş şahıs.

    en azından gerçekten bilimden anlayan, bilime önem veren ve kurumlarını buna göre düzenlemiş bir toplumda akademisyen olamayacağının farkında olması güzel bir şey.

  • genellikle acile grip nedeniyle gelip ilaç yazılıp gönderilmesine tepki olarak :
    - bi seron bile takmadınız
    diyenlerin , zorla kendilerine serum taktırmayı başardıklarında , müşahade odasında selfiesini çektikten sonra
    - ay bitmedi bu serum da
    diyerek yapmaya kalkıştıkları eylem.

  • şampiyonlar ligi'nde güçlü ekiplerin türk takımları karşısına yedek ağırlıklı kadroyla çıktığında akla gelmeyen kural. iki yüzlülük bunu gerektirir çünkü.

  • oyundan sıkılanlara şöyle bir tavsiyede bulunmak istediğim simülasyon.

    aracın ön konsolunda bulunan dahili navigasyonu kapatıyoruz. sol alt taraftaki harici navigasyonu da kapatıyoruz.

    yükümüzü aldıktan sonra haritaya bakıyoruz. varacağımız yere gidene kadar geçeceğimiz şehirleri bi kağıda not edip haritayı kapatıyoruz. sonra da yoldaki şehir tabelalarına bakıp varacağımız yere gitmeye çalışıyoruz :)

    edit: sağ alt taraftaki harici navigasyon olacaktı.

  • muhasebe sınavı:

    soru: kasa sayımında 100bin tl eksik çıkmıştır. bunu büyük defterde* muhasebeleştiriniz.

    cevap: tekrar sayın, eksik çıkmaması lazım.

  • insanoğlunun göçmen kuşlarla ilgili ilk yazılı kuş göçü kayıtları, eski yunan yazarları hesiod , homer , herodotus ve aristoteles'in de belirttiği bilinmektedir. bense bu durumun detaylarını okuduğum veteriner fakültesinde ki derslerimde öğrendim.

    öncelikle her kuş türü göç etmez dünyada göç eden kuş sayısının 50 milyar olduğu tahmin ediliyor. kuşlar, düşük veya azalan kaynak alanlarından yüksek veya artan kaynak alanlarına ulaşmak ya da yuvalama ve yavrulamak için göç ederler. bu durum için kilometrelerce hatta aylarca havada kalabiliyorlar yanlış duymadınız aylarca.

    isviçre'de lund unversity'den araştırmacı ekibine liderlik eden biyolog anders hedenström, ekibiyle birlikte bir ons ağırlığındaki bir kuş sırt çantası yaptılar ve bu çantanın içine bir ivmeölçer ve bir ışık sensörü ile eşleşen bir veri toplayıcı yerleştirdi. bu çantaları bir grup ebabil kuşunun sırtına yerleştirdi sonrasında kuşları tekrar yakaladıklarında verilere göre üçünün 10 ay boyunca hiç yere inmediğini fark etti.kaynak

    bir ilginç olayda 1822'de, alman mecklenburg eyaletinde , uzun mesafeli leylek göçünün en eski kanıtlarından biri olan pfeilstörche yani almanca ok leylek ismini verdiler. ok leylek demelerinin nedeni leyleğin üzerinde bir ok bulunmasıydı dönemin bilim adamları oka baktıklarında okun malzemelerini afrikaya özgü bir ağaçtan yapıldığını fark ettiler ve uzun mesafeli kuş göçü için ilk somut kanıt sağlandı.görsel

    bu kadar şey öğrendikten sonra bu canlıların kilometrelerce ilerlerken nasıl yön bulduklarına bakalım.göç yolları

    -----güneşe göre hareket-----
    alman kuş bilgini gustav kramer kuşların uzun mesafelerde kendilerini nasıl yönlendirebildikleri konusunda araştırmalar yaptı. bunu için hayvanları güneşin farklı bir konumda olduğunu düşündürerek yani kandırıp hayvanların güneşin pozisyonuna nasıl tepki verdiğini test etmesini sağlayan bir aparat yaptı. bu aparatta kuşlar güneşin pozisyonuna göre göre hep güneye dönüyorlardı.

    -----biyolojik pusula-----
    charles walcott adlı bilim insanı 30 yıl boyunca , yabancı bölgelerde serbest bırakılan posta güvercinlerinin evlerini nasıl bulduğunu araştırmakla geçidi. gündüzleri güneşi takip ettiklerini biliyordu faka güneş yokken nasıl yönlendiklerini merak ediyordu. bunu üzerine kuşlara küçük mıknatıslar taktığında manyetik anomalilerin kuşları yanlış yöne sevk ettiklerini ya da yön bulmada karışıklıklar yaşadığını fark etti. daha sonraki incelemelerde göçmen kuşların kafa yapısında bulunan taneciklerin demir açısından zengin bir mineral olan manyetit (fe3o4) olduğu anlaşıldı.

    ------koku alma koordinat şebekesi------
    bu konu tam olarak netleşmese de, kuşların koku alma mirasını dinozorlardan aldığını düşünülüyor. araştırmalara günümüz kuşların koku alma duyusu asgari 700 km'ye kadar olan mesafelerde yön bulma için vazgeçilmez bir vasıta olduğunu ve havadaki zerrecikleri algılamakta, bunlar yardımıyla yabancı bölgelerde mevki tayini yaptıkları düşünülüyor. fakat bunun için hangi maddelerin söz konusu olduğu şu ana kadar tespit edilememiştir.

    -------- yıldız konumları-------
    tabi ki kuşlar sadece gündüzleri uçmuyorlar. gece uçuşlarında kuşların yıldız sistemlerini bir harita gibi kullandıkları bulunmuştur. bunu için planetaryum(güneşin, yıldızların, gezegenlerin ve diğer gök cisimlerinin yapay görüntüsünü oluşturan özel bir yansıtıcı) burada ki deneyde yıldız konumları yer değiştirerek kuşlar salınmış ve kuşlar her seferinde yıldızların konumuna göre yeni rota oluşturmuşlar.

  • otonom sinir sistemi istemsiz kaslarımızı, salgı bezlerimizi yöneten sinir sistemidir. yani iç organlarımızı. bunun dışında kalan sinir sistemi ise dış organlarımızla, yani "istemli" kaslarımızla, ve bilişsel işlevlerimizle ilgilidir. yani benliğimiz dış organlarımızı yönetir, iç organlar ise benliğin müdahale alanının dışındadır. yani aslında benlik dediğimiz yapı, vücudun sadece "istemli" bölümünün benliğidir. yani iskelet kaslarımızın, yani davranışlarımızın kontrol merkezidir. iç organlarımızın işleyişi ise tıpkı dış dünyadan bize ulaşan yabancı etkiler gibi benliğimize yabancıdır. nasıl ki dışardan bize dokunan bir nesne (örneğin bir kedi) bizim irademiz dışında bize dokunmuşsa içeriden bize gelen bir uyaran da (örneğin sancıyan bir böbrek) bizim irademiz dışında gelmektedir. ancak bilnçle kediyi tutabilir, kovabiliriz ama böbreklerimizde hasıl olacak bir duruma, parmağı oynatmak gibi doğrudan yöntemlerle müdahale edemeyiz. dışımızda dışa doğru bir yabancı dünya varken içimizde de içe doğru bir yabancı dünya vardır, ve benliğimiz dış dünyaya müdahale edebilen sinir sisteminin benliğidir.

    iç dünyamıza ise otonom sinir sistemi tarafından müdahale edilmektedir. ancak bu sinir sistemini hep bir sinir ağından ibaret maddi bir yapı olarak tahayyül ederiz. peki, dış dünyaya müdahale eden sinir sistemi bölümünün bir benliği var da iç dünyaya müdahale eden sinir sisteminin neden bir benliği olmasın?

    benlik, sinir ağlarının işleyişinin merkezi yapısının adıdır. görünüş itibariyle merkezi bir yapıya (beyincik) sahip olduğuna göre otonom sinir sisteminin de iç işleyişinde merkezi bir düzen sahibi olduğunu söylemek abes kaçmayacaktır. şu durumda otonom sinir sistemimizin bir benliği vardır. biz nasıl ondan bihabersek o da bizden bihaber, kendi işleriyle meşguldür. biz nasıl müdahalelerimizle kendi dünyamızdaki durumları düzenliyorsak, o da kendi müdahaleleriyle kendi dünyasındaki durumları düzenlemektedir. peki nasıl bir şeydir "otonom kişi"nin dünyası?

    bizim dünyamız, bedensel varoluşumuzun kısıtlı algısı uyarınca, ten sınırımızın dışından itibaren tutabildiğimiz yakın çevremizden başlayarak müdahalemizin giderek zorlaştığı uzaklıklara, "sonsuz" uzaktaki yıldızlara doğru ilerliyor. ten sınırının içindeyse ne olup bittiğini algılayamadığımız, sadece olmadık zamanlarda çıkardığı sorunlarla kendini belli eden bir iç organ dünyası var. otonom kişimizin dünyası ise bunun tam olarak ters yüz edilmiş hali olsa gerek. onun için de bir "ten sınırı" söz konusu. ten sınırının dışında, bizim iç dünyamız, onunsa dış dünyası olan "organ evreni" var. yakın alanında kolaylıkla müdahale edebildiği büyük organların ana işlevleri var. biz nasıl gün boyu işimizle meşgulsek, konuşup gülüşüyorsak, o da gün boyu kalbi çarptırıyor, mideyi kasıltıyor, bağırsakları büzüp gevşetiyor. organ dünyası, onun dışarısına doğru, daha zor müdahale edebildiği daha ayrıntı kas gruplarına, daha yerel dokulara doğru "uzaklaşıyor". bizim yıldızları gördüğümüz yerlerde o hücreleri görüyor olsa gerek. onun müdahale edemediği iç dünyası ise bizim dış dünyamız ve psikolojik durumumuz. ten sınırının içinde, ummadığı zamanlarda ona sorunlar çıkaran bir şeyler var. örneğin biz kafamızı duvara çarpıyoruz, o ne olduğunu bilemiyor, sadece oraya kendi bildiğince müdahale etmeye çalışıyor. biz nasıl ki durup dururken başımız ağrıdığında nedenini bilemeyiz ama kendimizce müdahale ederek başımızı oğuştururuz, işte o da biz kafayı çarptığımızda ne olduğunu bilemiyor ama hormonlar salgılayarak kendince "oğuşturuyor". içimiz sıkıldığında bir gariplik hissediyor ve kalbi güçlü çarptırıyor, çarpıntı yapıyor.

    biz sosyal içgüdülerimiz nedeniyle başka insanlara ihtiyaç duyuyor ve onları algıladığımız zaman kendimizi yalnız hissetmiyoruz. otonom kişi arkadaşları olmayan bir benlik, ama sosyal de değil, o yüzden yalnızlık hissettiğini pek sanmıyorum. hissediyorsa da arada bir biz uyuduğumuzda şööyle bir kalbi yavaşlatıp, bağırsakları mideyi dinginleştirip, uzakta gözkırpan hücreleri seyrederek kendi varoluşu üzerine düşünüyor, bi ufak endorfin salgılayıp efkarlanıyordur belki...