hesabın var mı? giriş yap

  • hiç beklenmedik şekilde karşılaşınca daha çok gülümseten detaylardır.

    haftalık dergilerimi almak için gittiğim gazete bayisinde dergilerimden birini raflarda bulmaya çalışırken bayinin küçük kızının dükkanın göz önünde olmayan bir yerinden dergiyi çıkartıp gülümseyerek getirmesi ve arkasından babasının yaptığı açıklama;

    -dergiler bu hafta erken geldi ve hemen satıldı, son bir tane kalınca "abi gelirse bulamaz" dedi arkaya sakladı.

    aynı adamın kardeşi de daha önce "siz sürekli alıyorsunuz bu dergiyi, belli ki seviyorsunuz" diyerek uykusuz cildi hediye etmişti. mahallede insanları gülümsetmeye odaklı, sempatik ve güleryüzlü bir ailenin dükkan sahibi olması da ayrıca güzel bir detay.

  • bir kaç markette bu ifadeyi gördükten sonra anladım ki, herhalde yumurtası lezzetli ve kaliteli bir tür tavuk ya da bir kızılderili ismi, artık bilmiyorum.

  • 1997 yılında dünyayı çoğaltımsal klonlama ile tanıştırdı. o bir klondu, çünkü o ve annesi aynı çekirdek dna’yı paylaşıyorlardı. diğer bir ifadeyle, hücreleri aynı genetik maddeyi taşıyordu. farklı nesillerde büyütülen tek yumurta ikizleri gibiydiler.
    vücudunun belli bir göreve hizmet eden bir parçasından alınan bir hücrenin tümüyle yeni bir organizma yaratmak için kullanılabileceğini bilim camiası dolly ile öğrendi, daha önce neredeyse tüm bilim insanları, bir hücrenin belirli bir görev edindikten sonra ancak aynı göreve hizmet eden hücreler üretebileceğine inanıyorlardı; bir kalp hücresi sadece kalp hücreleri, bir karaciğer hücresi sadece karaciğer hücresi yapabilir gibi...
    caanım dolly, genel olarak normal görünmesine rağmen, akciğer kanseri ve felç getiren romatizmanın neden olduğu acılardan sonra ötenazi ile hayatına son verildi.
    burada şöyle bir şey var, klonlamanın başarı oranı gerçekten düşük olduğu için -%1’den daha küçük- dolly’nin yaşaması mucize sayılabilir. 11-12 yıl yaşayabilen bir canlı normalde, dolly’nin hayatına kaç yaşındayken son verildi bilmiyorum ama sebepsiz seviyorum kendisini. mentos koyununu filan çağrıştıyor bana, şimdi görsellere baktım, bayağı da normal bişey aslında, ne bileyim, ben bazen hiç bilemiyorum

  • nezle / soğuk algınlığı ("common cold") ve grip (flu / influenza) farklı hastalıklardır. bu hastalıklara neden olan virüsler de farklıdır.

    - grip nezleden daha ağır seyirli bir hastalıktır. nezle genellikle 7 - 10 gün içinde geçerken gribin iyileşmesi haftalar alabilir.

    - grip ve nezlenin başlangıçları farklıdır. nezlenin başlangıcı üç aşağı beş yukarı şuna benzer: önce boğazınız kaşınmaya başlar, bir sonraki gün boğaz ağrısı ya da yanması başlar daha sonraki gün diğer semptomlarla beraber burnunuz akmaya başlar. grip ise böyle başlamaz, anidir, iyi hissederken bir anda ya da birkaç saat içinde duvara toslamış gibi olursunuz, önce yüksek ateş ve baş ağrısı başlar boğaz ağrısı daha sonra ya da sonraki günlerde gelir.

    - grip yüksek ateşe neden olur, gripte kol altından ölçülen ateş 38, 38.5 derecenin üzerindedir. nezlede ise ateş ya hiç yoktur ya da en fazla 37.5 derecedir. (kol altı ölçümü)

    - grip, burnu nezle kadar tıkamaz. nezlede sürekli hapşırma eşliğinde burnunuz yer yer nefes alamayacak kadar tıkanır ve akar. gripte ise akıntı olsa bile tıkanıklık bu derece değildir. bununla bağlantılı olarak nezlede tat ve koku alma hissi de bir süreliğine ortadan kaybolur gripte ise ya hiç kaybolmaz ya da bunun derecesi çok azdır.

    - grip hemen hemen her zaman yaygın kas ağrılarına neden olur, nezlede ise kas ağrısı yoktur.

    - grip, boyunda ve koltuk altlarında lenf bezi şişmelerine neden olur. nezlede ise bu yoktur.

    - grip, zatüre gibi komplikasyonlara sebep olabilirken nezle genellikle olmaz.

    - gripten korunmak için (en azından bir seviyeye kadar) ya da gribin vuruculuğunu azaltmak için her yıl tekrarlanması gereken grip aşısı mevcuttur ancak 200'den fazla çeşitteki virüsün sebep olabildiği nezleden korunmak için ne yazık ki hiçbir aşı yoktur.

  • elinin mürekkebiyle kadın işine soyunan, kısaca yalnız yaşamaya başlayan erkeklerin beslenme ihtiyaçlarını karşılamak için yemek yapmayı öğreten bir kitap arayıp durdum yıllarca. anladım ki yokmuş. tüm kaynaklar sanki hepimiz boluluymuşuz da sabah şekerlerindeki gibi koca kıçlarımızı sallaya sallaya şıp diye yemek yapabiliyormuşuz gibi yazılmış. neyse efendim sonuçta bir şekilde hasbelkader yemek yapmayı kendi başıma öğrendim. şimdi sizlere bu yılların birikimiyle oluşan engin tecrübelerimi anlatacağım ki yeni nesillere ışık tutsun

    öncelikle mutfak malzemelerini tanıyalım

    ocak-fırın
    ilk fark ettiğimde ben de şaşırmıştım ama mutfakta duran o kocaman şeyin çakmak bulamadığımızda sigara yakmak dışında da bir kullanım alanı varmış. yemeklerimizi onun üzerinde pişireceğiz.

    tencere-tava
    bunlar piyasada içleri boş olarak satılıyormuş. yani default halleri boş. biz bi şeyler yapıp içine koyacağız. kısaca yiyecekleri pişirmeye yarıyorlar. uzun saplı olanları tava, kenarında kulak gibi şeyleri olanlar tencere (tencerelerin kapakları da oluyor)

    buzdolabı
    yazık ki bunlar da içleri boş olarak satılıyor. reklamlarda tıka basa dolu gösterildiğine bakmayın. bunun da içini biz dolduracağız. biraların soğuk olmasına yarıyorlar. yemekler de bunun içine konuyor ama onun sebebini anlayamadım henüz. ne zaman bi yemeği buzdolabına koysanız sonra çıkarıp yine ısıtmak zorunda kalıyorsunuz. ocakla ortakyaşar gibiler. birbirlerini tamamlıyorlar. her ikisinin de aynı marka olduğuna şaşmamalı.

    lavabo
    en önemli mutfak gereçlerinden. kirlettiğimiz tabak çanağı bunun içine dolduruyoruz. bir çeşit depo görevi görüyor.

    ketçap
    yaptığımız yemeklerin içine sıkıyoruz. kırmızı ve tadı domatese benziyo

    yemeklerin yapılması gereken saatler var. genelde öğleden sonra yapmak en ideali. o saatlerde televizyonda izlenecek pek bi şey olmadığından yakma riski çok az.