hesabın var mı? giriş yap

  • kayserispor - vestel manisaspor üst
    malatyaspor - samsunspor 1 handikaplı
    çaykur rizespor - denizlispor 2
    ankaraspor a.ş. - trabzonspor a.ş. 2
    mke ankaragücü - gaziantepspor 1
    konyaspor - sivasspor 1
    fenerbahçe - kayseri erciyesspor 1
    beşiktaş a.ş. - galatasaray a.ş. 2

  • filmi izlediğinizde, uyarlandığı hikayenin yazarı robert a. heinlein'ı da takdir etmeyi unutmayın. adam 1958 yılında neler yazmış sen 2014'te filmini izleyip şaşırıyorsun.

  • 2. dünya savaşı yıllarında aşk yaşanılacak kadın. savaştan dönen ya da savaşa giden askerlerin tren garında öptükleri kadınlara da benzemiyor değil. bayılırım 2. dünya savaşı yıllarının koyu kırmızı rujlu, şapkalı asil kadınlarına. kalmadı artık böyle kadınlar.

  • üç-dört yıldır yükselmekte olan free jazz'in kapısından modal açıyla bakan bir coltrane gördüğümüz impulse! records'tan 9 aralık 1965 tarihinde çıkmış leziz john coltrane albümü. farklı yorumları, farklı listeleri bir kenara koyarsak dört şarkılık bir devinim, bir başka caz devrimidir a love supreme.

    kanımca en iyi özetlerden biri olarak, joshua redman'ın yorumunu belirtmek gerekiyor:

    "coltrane, in a certain way, is a paradox, because he is one of the most elusive and one of the most uncompromising artists - one of the purist artists in the history of jazz. you can't get purer than coltrane. everything that he did was all about music and all about the artistry and spiritual quest. no concessions were made to commercial issues or even performance issues - issues of audience satisfaction. yet, at the same time, he is one of the most compelling, and in some ways one of the most accessible artists in the history of jazz. there are people who own coltrane albums, and those are the only jazz albums they own or they are the only jazz albums that they like. i think he was accessible and compelling precisely because he was so uncompromising . the integrity and purity that he had was so apparent to people. you could hear it in the music, you could see it in photographs. all you have to do is look at the cover to a love supreme. it's beautiful and accessible in its intensity, and the sense of resolve and devotion is so visible on his face."*

    albert ayler'ın coltrane'i peygamber ilan ettiği albüm a love supreme. giant steps'in yıkıcılığı ve my favorite things'in sürrealizmi buluşmuş; diyecek hiçbir şey yok!

    belki de, redman'ın anlattıklarından çıkacak özet yine o satırlarda:

    "you can't get purer than coltrane."

    edit: pharoah sanders'ın o karakteristik tonunu ve numaralarını kimden esinlenerek ortaya çıkardığını merak ediyorsanız, a love supreme'i dinleyiniz. fark etmemenize imkan yok!

  • iyi bir gulas icin oncelikle iki vazgecilmez malzeme gerekir: iyi et ve szeged kirmizi biberi... szeged kirmizi biberi (bkz: szegedi paprika) yerine tatli kirmizi biber de kullanilabilir ama purist bir yaklasimda iseniz ne yapip edip macaristan'da bez torbalar icinde satilan szegedi paprika bulmak elzemdir...

    ideal et dana etidir, biraz irice kusbasi haline getirilmis antrikot olabilir, bonfile olursa daha iyi olur... bu arada biraz da gerdan gibi etin joleli kismindan el altinda bulundurmakta fayda vardir... ayrica bir miktar patates, ve iyi bir beyaz sarap da gerekir... orta boy bir bas sogan yeterli olacaktir, soganin fazlasi ete tatli bir hava verip bir tencere gulasi rezil edebilir...

    yag olarak geleneksel macar mutfaginda ic yagi, veya kaz (kaz, bildigimiz kaz) yagi kullanilir... genelde dananin sirtindan cikan yagin kullanilmasi iyi sonuc verir, ancak yagi cok dikkatli kullanmakta fayda vardir, sadece icinde etin kavurulacagi kadar yeterli olacaktir...

    patatesleri haslandiktan sonra orta boy kupler halinde dogramak ve nadasa birakmak gerekir... fazla haslamamak da lazimdir, sonra patateslerin dagilmasi sozkonusu olabilir, daginik haldeki patateslerin tabak icindeki goruntusu hic hos olmaz... ayrica patateslerin icinde haslandigi suyun dokulmeyip saklanmasinda siddetle fayda vardir...

    soganlari klasik deyimiyle pembelesene ve kokusu cikana kadar kavurup etleri soganli yagda biraz cevirdikten sonra kirmizi biber ve istenirse bir veya iki dis sarmisak atilir... butun bunlar iyice halvet olduktan sonra iclerine bir kadeh beyaz sarap eklenir ve bir sure cevirilerek kavurulmaya devam edilir... istenilirse cok az un dahi eklenebilir, bir zarari olmaz... ote yandan patateslerin kaynadigi su tekrar kaynatilir, daha once konulmamissa tuz eklenir... kaynadiktan sonra etlerin kavuruldugu tencereye bu su, istege bagli bir miktarda konulur ve patatesler eklenir...

    cok su konulmamasi esastir, ancak cok az su konuldugu takdirde bu gulas olmaktan cikar, macarlarin pörkölt dedigi, bizim tas kebabimiza benzeyen baska bir yemek haline gelir...

    simdi öldurucu kisim... su da eklendikten sonra etin joleli malzemeleri alinir, bir tulbentin icine konur ve tulbentin agzi sikica baglanir... bu sekilde gulasin kivami artarken, nahos parcalar tulbentin icindeki esaretlerine devam edeceklerdir...

    15-20 dakika icinde gulas hazir olacaktir... gulasin yaninda yuvarlak sus biberi tabir edilen agiz yakma konusunda uzerine biber taninmayan kurutulmus biberler kucuk bir tabak icinde getirilir... bu biberlerin ozellikle cekirdekleri ayiklanir, kurumus kabuklari elle ufalanarak gulasin uzerine dokulur... bundan fazla gerekmez, cunku gulasin aci olmasinin hic kimseye faydasi yoktur, bunu pisiren kisi hakaret olarak dahi algiliyabilir...

    gulasin yaninda bulunabilirse egri bikaver sek kirmizi sarap icilirse daha otantik bir yemek olacaktir... baska bir yemek yapilmamasi durumunda daha sonra tokaji aszu tatli sarap icilerek tam bir macar soleni yasanir, fonda sandor deki lakatos'un muzigi esliginde olursa "vay be sanki matyas pince'deyim" diyebilir insan...

  • norveç'in kuzeyindeki adalar
    kimyadaydı sanırım kovalent bağlar
    içimde bir hasretlik, yüreğim kan ağlar
    niye gittin klaas-jan huntelaar