• hicbir muzik kuralina bagli kalmamayi temel alan bir jazz stili. free jazz calan bir gruptaki muzisyenler ayni anda emprovizasyona baslarlar.
  • 1960'ların başında abd'de ornette coleman, don cherry, cecil taylor, eric dolphy, charlie mingus ve john coltrane'in yenilik arayışları sonunda ortaya çıkan caz okulu.
    new thing (yeni şey) diye de adlandırılan free caz, geleneksel kalıpları yadsıyarak hem müziği hem kültürü özgürleştirme çabasıdır. tümüyle özgür doğaçlamadan yana olan free cazcılar, ne melodi çalmaya yanaştılar, ne armonik dokuyu gözettiler, ne de düzenli tempoyu sürdürdüler. 1960’ların ikinci yarısında doruğuna ulaşan bu akım uzun tartışmalara yol açtı. gerçekte “free cazcılar”ın çoğunun başkaldırısı yalnız estetik olmakla kalmıyordu; daha geniş kapsamlı ve siyasal nitelikliydi (marxist sol). (bkz: john coltrane)
  • popüler olarak ornette coleman ve cecil taylor'ın 1959 sonbaharında bir kafede tanışmalarıyla başlar. [halbuki kırklarda tristano neler neler yapmıştır!] ikisi de birbirini tanır, daha doğrusu birbirlerinin uç noktalarda gezinmeyi sevdiklerini ve kalıplara bağlı kalamayacaklarını bilir; ancak yine de ortak 'quartet' oluşturamazlar. çünkü ornette coleman için free cazda piyano gereksizdir; -bir süre sonra ornette on piano isimli albümündeki piyano çalışıyla kendi farkını kanıtlamak ister.- üstelik yanında don cherry gibi fantastik bir pocket trumpeter da vardır. bunun üzerine ornette coleman, charlie haden ve don cherry ile birlikte free jazz'in en iyi quartetını oluşturur. cecil taylor ise albert ayler'ı yanına alarak avant-garde yoluna çentik koyup kuralsızlığın en sonunu hedefler. ancak ikisi de birbirinden haberdar olup, konser öncesi söyleşilerde birbirini desteklemektedir. coleman 2003'teki röportajında 'cecil ve ben o kadar aykırıydık ki, birlikte çalmamız için birimizin cazı bırakması gerekiyordu.' diyerek özgür ruh dozlarının yüksekliğini kanıtlamaktadır.

    free jazz; gerektiğinde saksofonun deveboynunu çıkarıp elle kapatarak müziğe yön vermek, yeri geldiğinde dili bek ve kamış arasına sıkıştırıp coltrane'in live at the village vanguard again'indeki 25 dakikalık my favorite things'ini anmak, dinleyicinin takip edemeyeceği ritmleri gizli bir düzen içinde çalmak; trompette bas-tiz uyumunu hafiften yakalayarak ilerlemek; yeri geldiğinde kontrbassa sırtını dayamaktır. kalıp dışına çıkmak gibi bir kavram free jazz'in doğasına aykırıdır. çünkü amacınız cazı sonsuz -ve sınırsız- özgürlüğe kavuşturmaksa, kalıp kavramını başından kafanızdan silmelisiniz.

    free jazz'in ortaya çıkış teorilerinden -hatta teori demektense bilgi demek gerekiyor.- biri de o döneme kadarki cazın (bop, swing ve cool) bazı kesimlerce 'siyah adamın beyazı eğlendirmesi' olarak görülmesi ve 1957'de bu konuda new orleans jazzhouse'ta çıkan iki makaledir. makaleler, benzer ritmler ve kalıplarla siyah adamın beyaz adama müzikal keyif verdiğini ve bunun büyük bir zevk olduğunu belirtir. coleman, taylor, cherry, ayler, haden, higgins vs. buna karşı çıkmak ister; ve başarırlar da. eğer sevebiliyorsanız, vageçilmezdir free jazz. dewey redman'ın tenorda, ornette coleman'ın ise kemanda olduğu rock the clock ile selam eder, entryi bitiririm.
  • (evde free jazz denemek isteyenlere gelsin efendim.)

    dışarıdan bakan önyargılı bir insanın gözünden kolaymış gibi durur. ne de olsa kalıpların dışına çıkmak, her anlamda özgür hissetmek ve o ana kadarki eserleri görmezden gelmek basit(!)tir.

    yalan efendim, free jazz dünyanın en zor; ancak başarabiliyorsanız en keyifli işidir. sound grammar gerekiyor orası ayrı, ancak kişinin benliği önceki türleri özümsedikten sonra onları kendinden uzak tutabilmelidir. yıllarca cannonball adderley ya da freddie hubbard dinleyen bir adam ister istemez hard bop'a kayacakken; miles davis'in dozunu kaçırdıysa cool jazz, herbie hancock ile sabahladıysa modal jazz, albert ayler ile uyuduğunu düşünüyorsa avant-garde aşığı olup o yönde ilerleyebilir. işte esas olan, bu evrede improvizasyonları bile belirli kalıbın dışında tutabilmektir.

    dinlemelisiniz. cazın her şeklini, -maalesef- baltaların konuştuğu ormanların hediyesi afro-beat'i*, yetmişlerin soul/funk'ını, türk halk müziğini, çad senfoni orkestrasını, ornette coleman'ın özgürlüğünü, cecil taylor'ın inatçılığını, charles mingus'ın öfkesini, cannonball'un* doğallığını, john coltrane'in tanrılığını, ricky ford'un körüklü nefesini, ella fitzgerald'ın kutsal sesini, pharoah sanders'ın melankolisini, dexter gordon'ın ruhunu, clifford brown'ın enerjisini, joe henderson'ın kalıplara bağlılığını, louis armstrong ve benny goodman'la swing'i; oscar peterson, eumir deodato, dave valentin, eddie palmieri ve ray barretto ile latin cazı, dizzy gillespie ile takım olmayı bilmeli, dinlemeli ve öğrenmelisiniz. yine de başlangıçta, hatta uzun süre içerisinde free jazz elde edemeyeceğinizi kabullenmelisiniz. insan, henüz bir yaşından itibaren sesleri anlamlandırır ve broadmann'ın 22 numaralı alanı olan wernicke merkezi'nde bu sesleri yorumlar. ardından broca alanı'nda motor konuşma sistemini oturtur. kısacası, konuşmayı öğrenmek bile bir taklittir, tekrardır. yılmayın, zamanla kalıpları geride bırakacak ve alışılagelmemiş özgürlüğü yakalayacaksınız.

    işte, o zaman free jazz sizi kucaklayacak; siz de onu daha çok seveceksiniz.
  • caz ve spontan gelişen romantizmi bir arada tutan onlarca bilimsel makale vardır. zaten cazdan haz alan birine kind of blue'yu dinletirken aynı zamanda kortikal sintigrafi çekebilirseniz, beyindeki aktif odakların yoğunluğu ve thalamus'tan subcortical nucleuslara giden ileti liflerini -kısmen- fark edebilirsiniz. eğer bunu non-scientific açıklamak gerekirse; modal caz ve cool jazz her zaman huzur verici görülmüştür. (contemporary jazz de bu bağlamda kabul edilebilir.) diğer yandan romantizm ile ilgili uyarılar (ortamdan söyleme, dokunuştan iletilere) eşliğinde çekilen sintigrafide de farklı odaklar dikkat çekecektir. tabi, ortak noktaları bulmanın verdiği haz sizin için büyük bir kazanç olarak kabul edilebilir.

    ancak,

    "free jazz tüm beyninizin deşarjı, özgürlüğünüzün bayrağı olabilir. hatta bayrağa da gerek yok; kişinin evrenin bir köşesinde var olduğunu bilmesi ve bunu notalara yansıtabilmesi sizin için idealdir."

    don cherry/1969
  • notalara döküldüğünde değer kazanması temelde iyi gibi görünse de aslında üzücüdür. free jazz adı üzerinde bağımsızdır. mutlak gösterimi olmak zorunda değildir, tercihsel belirteçlere ihtiyaç duymaz, kural tanımaması için bütün kuralları ezbere bilmesi gerekmez. bu bağlamda içinde "caz" olması bunu ilk kez adlandıran ornette coleman'ın söylemi dışında pek de önemli değildir. aslolan müzik kavramını kişinin içselleştirmeden yansıtması, bununla yaşamasıdır.

    coleman iki yıl önce pulitzer aldığında çoğu cazcı köpürmüş, "kafasına göre sallayan adam nasıl bu ödülü kazanıyor?" benzeri yorumlar ortaya atmıştı. fakat haklı olmadıklarını kendileri de biliyorlardı. çünkü ornette coleman için müzik hiçbir zaman tanımsal olmadı, (her ne kadar bu işi ustalıkla yaptıysa da) notalara dökülmek zorunda değildi. 1958'de, henüz yirmisindeki charlie haden'a "çalarken bana takılmayı bırak, artık kendini yönetmelisin!" dediğinde, don cherry hakkında "uyuşturucu kullandığında bizden kopup bir süre sonra kendini tekrar bularak çaldığımız parçaya dönmesi kadar hoşuma giden bir şey yok."* sözlerini sarf ettiğinde o bile günümüzde bambaşka bir yol yarattığının farkında değildi. gel gelelim dönemin modal/cool bir yana avant-garde cazcıları tarafından da kabul edilmedi coleman. ancak bu konuda akademik çalışmaları olan bir caz müzisyeni altmışların sonunda free jazz'i ipten alıp yola devam etmesi gerektiğini bilecekti: anthony braxton.

    braxton 1968'de for alto'yu kaydettiğinde delmark records'un sahibi bob koester tüm zamanların en az satacak caz kaydını hazırladıklarını söylüyor, braxton'ın improvizasyonunu ne kadar takdir ederse etsin müzisyenliğinin döneme göre değerli olmadığını, zamanının ötesinde olduğunu düşünüyordu. ancak braxton bir üniversiteye* kapağı atıp kısa sürede üstün başarı gösterip profesörlük ve ardından dekanlık unvanlarını elde ettiğinde yaptığı saçmalık(!) aynı kitlelerce övülmekten bitirilemiyordu. altmışlarda braxton'ın bu ilkeli çıkışı seksenlerde evan parker ve lester bowie üzerinde etkili olacaktı.

    free jazz aslında cazın bir alt türü değil, uzaklarda bir yerde kendi köşesinde sessiz sakin ilerleyen bir yoldur. bu vakur ve yüce yoldan ilerlemenin verdiği haz sözcüklerle ifade edilemez.
  • free jazz'de doğaçlamaların rolü, konumu ve statüsü bugüne kadar süregelen geleneklerden ayrı düşüyor; çoğunlukla, bir gruptaki bütün müzisyenler artık hem birlikte hem de her biri tek başlarına doğaçlıyor. toplu doğaçlamalardaki bu ilkesel yenilik (kendi deyimleriyle) bu yeni siyah-amerikan müziği'ni, eleştirmenlerin new orleans çoksesliliği diye adlandırdıkları oluşumla bir kez daha ilişkiye sokuyor.

    "müziğin birlikte ve özgürce çalınabildiği new orleans'ın o eski havasını yeniden canlandırmaya çalışıyoruz." diye açıklıyor albert ayler. dahası, birbirlerinin peşi sıra geldiklerinde kendilerini önceliklere katan ya da onlara karşı çıkan free jazz doğaçlamacıları, sırası gelenin uzatıp yaydığı aynı temalar yerine tıpkı yerkabuğu gibi çeşitli katmanlar, dokular, tabakalar halinde yankılanan temalardan oluşur. böylelikle yapıtın tamamı, bir bütün olarak yapısıyla biçiminin bireysel cümlelerin az çok tahmin edilebilir değişimlerden doğmasıyla bir doğaçlama haline gelir. çokmerkezli özgür toplu doğaçlamalar aslında new orleans cazı çoksesliliğinin yeniden hayata geçirilmesi pseudo-ütopyasından da fazlasını ifade etmektedir. yapısı özü nedeniyle muğlaktır, kışkırtıcı, tehlikeli ve şakacıdır. çoğu free jazz müzisyeni afro-amerikan müziği çalmak için akademik batı eğitimi almaya gerek olmadığını ispatlamıştır: (bkz: ornette coleman) (bkz: cecil taylor) (bkz: anthony braxton) (bkz: andrew hill) (bkz: don cherry) (bkz: albert ayler) çalgıların alışılmış kullanımlarının dışına çıkmaya yönelik yaygın eğilimin nedeni, batı normlarınca dayatılan icra sınırlarının ötesine geçme arayışıdır. eskiden bir kaza ya da istisna olarak görülenler artık yeni ses olanakları haline gelir: charlie parker'ın kayıtlarından birer hata olarak görüldükleri gerekçesiyle silinen üflemelilerin ıslıksı vızıldayışı, bugün bir bütünün ayrılmaz parçası olarak değer kazanıp kabul görmekte; bugüne dek sesin temizliğini bozan parazitler olarak nitelenip kaçınılan nefes sesleri artık başlı başına müzikal öğeler olarak kullanılmaktadır. ayler, seslerin artık notalardan daha önemli hale geldiğine dikkat çekerek, bu yüzden müzisyenin seslerin temiz ya da kirli olarak değerlendirilmesine aldırış etmemesi gerektiğini söyler. feryatlar, gürültüler, vurma sesleri, homurtular, gıcırtılar; müzik-dışı olarak görülen her türlü öğe doğaçlamanın bütünlüğünde kendine bir yer bulur.

    kaynaklar: mikan knizak/destroyed music (1963-1980) sf. 132-133, wikipedia, pbs jazz (2001)
  • hani fight club'la birlikte başlayan bir dayaktan haz alma modası var ya, insan "abi bir insan dayaktan nasıl keyif alır?" diye sorar kendine...

    hah, işte bu müzik, ve bu müziği severek dinlemek, bu dayaktan keyif alma hadisesinin entelektüel boyuttaki karşılığıdır.
  • kafayı bayağı zorlayan ve karıştıran olay. konsantrasyon ve çalışma azmi gerektiriyor. free jazz dinlemek hukuki bir metin okumak gibi, her satırı aynı dikkatle okumak zorundasınız, bir dağılırsanız gerisi gelmeyebilir!

    bir de not, 30-40 dakika free jazz dinledikten sonra bi tane efendi jazz parçası koyup onu dinleyin, bi kafanız yerine gelsin. sonra tekrar devam edebilirsiniz. hani şarap içerken arada su da içmeyi unutmamak gibi.
hesabın var mı? giriş yap