hesabın var mı? giriş yap

  • cumhuriyetin ilk yıllarında istanbul erkek lisesi'nde ilginç bir hadise yaşanıyor. zamanın okul müdürü iyi öğretmenleri elinde tutmak için o zamanlar uygulanmayan bir yöntemi hayata geçirir: öğretmenlere yaz tatillerinde maaş ödeme. böylelikle güçlü bir öğretmen kadrosuna sahip olur ve okul, saygın ve varlıklı ailelerin tercih ettikleri bir eğitim yuvasına dönüşür.

    daha önce numune-i terakki, 1913'te istanbul sultanisi adını taşıyan bugünkü istanbul erkek lisesi'ne ittihatçıların ayrı bir önem verdiği bilinir. okulun alman tarzı eğitim veren bir müesseseye dönüştürülmesi için bu ülkeden öğretmenler getirilir. tanzimatçılar için galatasaray lisesi ne ise, ittihatçılar için de istanbul sultanisi odur. bugünkü binasına taşınmaları 1933 yılında gerçekleşmiş ve osmanlı devleti zamanında düyun-u umumiye binası olarak kullanılan binayı istanbul lisesine tahsis etmişler ve okula verilen önemi bir kez daha göstermişti devlet. okul 1964 yılında ilk kız öğrencilerini alacak ve 1982'de anadolu lisesi statüsüne geçecek ve bugünkü adını alarak istanbul lisesi olacaktır.

    okulun türkçe öğretmenleri arasında önemli gazeteciler de var. vakit gazetesinin sahibi hakkı tarık us'un yanı sıra fıkra tarzı yazılarıyla tanınan hakkı süha gezgin, daha sonra milli eğitim bakanı olacak hasan ali yücel ve memduh şevket esendal gibi yıldızları barındıran bir öğretmen kadrosuna sahip. okulun fransızca derslerine nurullah ataç, arapça öğretmenlerinden birisi ise dönemin ünlülerinden meşhur kilisli rıfat bilge'dir.

    okulun içeriğini, ciddiyetini ve kadrosunu özet geçtikten sonra gelelim yaşanan malum iğne hadisesine.

    1925 yılının ekim ayında istanbul lisesi'nde 43 öğrencili bir 10. sınıf var. hadise bu sınıfta ve arapça öğretmeni seyyit salih efendi'nin dersinde vuku buluyor. salih efendi, her zamanki gibi dersine girip sandalyeye oturmak için cübbesini düzeltirken eline sandalyeye konmuş koca bir iğne * batar. bu olaya çok içerleyen muallim bey, defterini imzaladıktan sonra öğrencilerine döner ve "ben bu muameleye layık değilim, sizlere çok teessüf ederim" diyerek saygısını bozmamış ve sınıfı terk etmiştir. hadiseyi okul müdürü besim bey'e iletir ve istifasını verir.

    yaşanan olay salih efendi'yi sarstığı kadar okul müdürü besim bey'i de ziyadesiyle sarsmış ivedi bir şekilde disiplin kurulu toplanmış ve olayın olası failleri olan öğrenciler ile bir dizi görüşmelere başlanıyor. yapılan soruşturma neticesinde öğrenciler olayın fail ya da faillerini görmediklerini dile getiriyorlar ve bu ifadeler üzerine okul müdürü besim bey, okul öğretmenlerini toplayıp onlara disiplin kurulunun sınıftaki 43 öğrencinin tümünü okuldan attığını tebliğ eder. bu karara sadece okulun idealist genç tarih öğretmeni enver behnan şapolyo dışında itiraz eden çıkmaz. enver bey cezanın çok katı olduğunu, en adi zanlının bile avukat edinmeden ve kendisini savunmadan mahkum edilemediğini, suçlunun bulunamamasının idarenin sorumluluğunda olduğunu dile getiren tek aklı başında bireydir. sözkonusu sınıfın okulun yüz akı olduğunun ve bu sınıfta geleceği parlak pek çko öğrencinin çıkabileceğini defaatle söylüyor.

    sınıftan çıkan kişilere baktığımızda enver bey'in ne denli ileri görüşlü, idealist ve muazzam bir öğretmen olduğunu görüyoruz. sınıtfaki öğrenciler arasında yer alan;
    -"h2o sait" lakaplı 228 numaralı "sulu sait", ünlü öykücümüz sait faik abasıyanık'tır.
    -"sabri efendi" geleceğin en önemli politikacılarından ihsan sabri çağlayangil'dir.
    -725 numaralı "feridun efendi" ise babıali'nin röportaj ve yurtdışı haber üstadı hikmet feridun es olacaktır.
    -"sıtkı efendi" namı ile bilinen öğrenci, demokrat parti'nin kurucularından sıtkı yırcalı'dır.
    -748 numaralı "saffet efendi" sonraki dönemlerin ünlü hukukçularından saffet nezihi bölükbaşı'dır.
    -aynı zamanda sınıfta cemil sait barlas, emin kalafat, sait naci ergin, celal yardımcı, nedim ökmen gibi isimlerı barındıran bir sınıf.

    yaşanan gelişmeler sonrasında öğrencilerin yanında yer alan enver behnan şapolyo, matbuat aleminde yazıları yayımlanan çevresi geniş bir kişi. çocuklara akıl hocalığı yaparak hepsini cumhuriyet gazetesi başta olmak üzere babıali'nin büyük gazetelerini dolaştırır. bunun neticesinde ise kadrosu istanbul lisesi'nde kalmak şartıyla vefa lisesi'ne tayin ediliyor.

    ve şapolyo amacına ulaşıyor, olayın basına yansımasıyla ilk tepkiler geliyor. fakat öğrencilerin beklentisinin tam tersine. onların daha sert biçimde cezalandırılması yönünde. tarihler 17 ekim 1925'i gösterirken akşam gazetesi, öğrencilerin okuldan uzaklaştırılmasının normal ve yerinde bir ceza olduğuna yönelik bir yazı yayınlıyor. gazeteye göre sınıfta uygulanan disiplin yönetmeliği adeta memleket kanunlarının küçük bir örneği olduğunu dile getirir. öğrenciler bu esnada diğer gazetelere giderek seslerini çıkartma, savunma yapma çabası içerisindedir: "sınıfın kapısı sürekli açık olduğu için bunu herhangi bir kişinin de yapabileceğini" dile getirirler.

    olay bu kadar büyüyünce maarif vekaleti, günümüz milli eğitim bakanlığı olayları incelemek için bir müfettiş görevlendirir. tüm bu olaylar yaşanırken cumhuriyet gazetesinde mehmet asım, bu olayı baz alarak okullardaki disiplin bozukluğuna dikkat çeker ve suçu biraz da öğretmenlerin üzerine atar. tabiri caizse tüm ülke 43 öğrenciye büyük bir mobbing yapıyor o sıralarda..

    fakat zamanla gazetelerdeki sert söylemler yerini daha yumuşak ifadelere bırakmaya başlar. bu konudaki ilk adımı akşam gazetesi yazarlarından necmettin sadak atıyor; sadak'a göre işlenen suçun büyüklüğü tartışılamaz fakat yaşanan bu sürecin öğrencilere en büyük ceza olduğunu belirerek ilk adımı atıyor. daha da önemlisi eğitimin asıl amacı, kişilerin terbiye edilmesi olduğunu, suçluların bile hapishane ya da ıslahevlerinde terbiye edildiğini bu öğrencilerin okuldan uzaklaştırılmalarının, eğitimin temel amaçlarına aykırı olduğunu beyan ediyor. eğitimin topluma faydalı ya da en azından zararı dokunmayacak kişileri yetiştirme eylemi olduğundan dem vuruyor.

    öğrencilerin okuldan uzaklaştırılmasının gazetelere yansımasından sonra maarif vekaleti daha geniş kapsamlı bir soruşturma başlatıyor ve soruşturma sürecinde öğrencilerin derslere girmesi yasaklanıyor. bu öğrencilerden çoğu yatılı ve uzaklaştırma çıktıktan sonra anadolu'da yaşayan bu öğrenciler için zor günler başlıyor. çocuklar darülaceze'ye yerleştiriliyor ve hatta ihsan sabri çağlayangil anılarında, nerede ise 2.5 ay aylak aylak dolaştıklarını, ne resmi ne özel hiçbir okulun kendilerini almadığını dile getirir. öğrencilerin yaşadığı bu durum, kamuoyunun vicdanını iyice yumuşatır.

    basında ve kamuoyunda oluşan bu yumuşamanın aksine öğrencilere bir darbe de gazi paşa'dan gelir. reis-i cumhur mustafa kemal atatürk meclisin açılışı sırasında yapmış olduğu konuşmada, yeniden rüzgarın öğrenciler aleyhinde esmesine yol açar. gazi paşa konuşmasında: "okullarda disiplinin sağlanmasının en önemli ilke olduğunun" altını çizerek belirtiyor ve bunun üzerine soruşturma hızlandırılıp öğrencilerin ifadeleri tek tek alınıyor. fakat soruşturma neticesinde fail bulunamıyor.

    sonuç itibariyle bir orta yol bulunuyor, arapça öğretmenine yapılan bu terbiyesizliği mezuniyetlerine 1 yıl kalmış öğrencilerin bir şekilde kazanılması gerekli görülüyor ve müfettiş kararı 16 kasım tarihinde belli oluyor. 43 kişilik sınıfın istanbul lisesi ile ilişkisi kesiliyor ve bu öğrenciler istanbul dışındaki liselere sürgün ediliyor.

  • kokeni orta asya ya dayanan turk irkinin, yuzyillar boyunca basindan gecen her turlu dini, fiziki ve cografi degisiklige ragmen farkindan bile olmadan halen gerceklestirdikleri, turklerin ilk kabul ettigi din olan samanizm den gelen adetler butunu.

    orn:
    - uzun ugraslar sonucu sahip olunan cocuklara "sati" ya da "satilmis" ismini vermek samanizm den gelmektedir.

    soyle ki: samanizm e gore her iyinin bir kotusu olma durumu* yuzunden her yeni bebek dogan eve ayni zamanlarda olum de ziyarete gelirmis, ve zayif gordugu cocuklari beraberinde gotururmus. bu inanca gore yeni dogan cocuklari olumun pencesinden korumanin en guvenilir yolu cocugu gecici bir sure icin komsulara ya da tanidiklara vermektir. bebek baskalarina verildikten birkac hafta sonra olumun ziyaret edip gittigi farzedilir ve cocuk komsu ya da tanidiklardan sembolik bir hediye karsiligi geri satin alinir. olay itibariyle belli bir sure de olsa satilip geri alinan bu bebeklere "sati" ya da "satilmis" ismi konur.

    gunumuzde her ne kadar aktivitenin kendisi yapilmasa da konulan isim samanizm gelenekleriyle aynidir.

  • bana hediye alınmasından pek hoşlanmadığım gibi başkasına hediye almayı da pek sevmem. ama sevgili eşimin ve oğlumun hediyeleri hayatımın bir parçası olduğundan bundan kaçış yok maalesef.

    hayatımın en ilginç hediyesini oğlumdan aldım. yıl 2015 ama bana 2009 yılı beşiktaş ajandası almış. hediye

    sayfalarına bir şeyler yazmış. yazılar

    hadi gelin beraber okuyalım. önce birinci kısım. bölüm 1
    tercümesi : beşiktaş takımına ezik derler. ben inanmam. en iyi takım o. fenerbahçe galatasaray bana göre ezik. bizim takım beşiktaş.

    sırada ikinci kısım var. bölüm 2
    tercümesi : bjk güçlü. gs fb ezik. hava atmayın lan. yoksa statta gollerim sizi.

    devam ediyoruz. bölüm 3
    tercümesi : 1903'te kuruldu beşiktaş. atatürk'te o takımdan. severdi çocukları sevdiği gibi beşiktaş takımını.

    ve final. bölüm 4
    tercümesi : kara kartal uç, gagala, çiz fb'nin gs'nin kürkünü. golleri bas kaleye ve kazan. ez onları.

    belli ki arkadaş çevresi ona beşiktaş'ın ezik olduğunu ifade etmiş o aralar. o da "ben inanmam" diyor. bizim takım güçlü diyor. hava atanları "gollemekle" tehdit ediyor aynı zamanda. görüyoruz ki tam bir atatürk sevdalısı. atatürk'ün istediği gibi saldırmış beşiktaş. ve finalde "gagala, çiz" diyor kara kartala. golleri kaleye basalım istiyor. sevgili oğlum te 600 km öteden bana hayat ışığı olmaya devam ediyor.

    çocuk olmak çok güzel dimi ekşi ?

    debe edit: hiç yapmadığım bir şey. en azından bir çıkar uğruna yapmadığımı belirteyim bu editi. çok sayıda güzel mesajlar aldım. herkese teşekkür ediyorum ilgi için. ama aynı zamanda olumsuz eleştiriler de aldım. sadece beşiktaş üzerinden sürekli edebiyat yaptığımı düşünen arkadaşlar var. onlara tavsiyem beni engellemeleri. bu işin çözümü budur. ama bilinmesini isterim ki benim hayatım gerçekten beşiktaş. haybeye yazdığımı düşünen arkadaşlar için : peder 1 ~ peder 2

    özellikle ikinci resimde gördüğünüz saha, şeref stadı ve orada baba diye bahsi geçen adam ise hakkı yetendir. diyeceğim şu ki benim pederin beşiktaş aşkının bir yansımasıdır burada yazdıklarım. beni böyle yetiştirmiş. yazdıklarım debe ya da fav için değildir. yukarıda yazdım. çok basit. engellersin olur biter. oğlum üzerinden keşke daha çok şey yazabilsem. ama o başka yerde ben başka yerde.

    son olarak, perşembe günü lokomotif moskova'yı gagalayıp, golleyip, kürkünü çizerek galip gelmek ümidiyle.

    video edit : beşiktaş canavarı
    güzel çalışması ve emekleri için latimera teşekkürler.

    limited edition : debe listesine 11.sıradan girmişiz. ilginiz için teşekkürler.

  • şimdi sabah haberlerinde bir kaç gündür gözüme çarpıyor bu teyzeler, amcalar farklı versiyonlarla:

    bir adam "torununa 1 lira harçlık veremediğinden" yakınıyor, bir kadın "torununun muz istediğinden ama alamadığından"...

    ben fena kazanmıyorum, yani ortalama bir standardım var, hatta bazen çok bile kazanıyorum çeviri vs. ile. biraz da steril yaşıyorum; köyden kente, evden işe... böyle bir başınıza takılırsanız gözünüze gözünüze giremeyebiliyor gerçekler.

    bugün c sınıfı bir pazara gittim. (len pazarın da sınıfı mı olur demeyin. var: misal antalya'da altınkum pazarı bambaşka, altınyaka daha başka, sosyete pazarı ekstra başkadır.) iki üç çeşit meyve dışındakiler girmez o sınıf pazara mesela. ben bugün çakırlar pazarındaydım. balıkçıya durdum ve klasik deniz mi, çiftlik mi sorusundan sonra bir tane -bir tane- tekrar yazıyorum bir tane çupra tarttırdım: 20 lira dedi. yuh dedim. yuh deyince kenardaki küçük -adını şimdi anımsayamadığım balığı gösterdi. len dedim, ev geçindiren bir ebeveyni düşünsene, geliyor, bir balık yedirmek istiyor çocuklarına adam gibi, kenara attığı balıkları gösteriyor satıcı. içi acır lan insanın. benim evlatlarım evlat değil mi lan, der. der yani. ben olsam derdim.

    almadım, içeriye doğru uzadım. patates 3.5 lira (dün markette 5 liraydı, sinirlenip almadıydım), fasulye 7 lira, havuç 3 lira, patlıcan 3,5, bakla 7, pancar 4 tanesi 3 lira, marul 1,5, 4 tane yeşil soğandan müteşekkil bağ 1 lira... hangi sebzenin mevsimi dedim kabağı, havucu gösterdi, baklayı sonra, patates, soğan...

    çilek de 6 liraydı ha. eriği hiç saymıyorum.

    şimdi tv'de "insanlık onuru" diyor başbakan.
    insanlık onuru mu kalmış lan? verdiğiniz 900 lira maaş ile bir dede/nine torununa pazarda gördüğü meyveyi, balığı, sebzeyi alamıyor, hangi onurdan bahsediyorsunuz lan?

    yazık, vallahi yazık.

    dilerim ki bahsettiğiniz o insanlık onuru sizi ve sizin gibi çiğleri gün gelecek yiyecek!
    insanlık onuru, yalandan, hitabetten beslenen pezeveng herifleri yenecek.

    ha, muzdu di mi? muz göremedim pazarda.

  • -yarışmaya nerden katılıyorsunuz ?
    +odtü'den.
    -kiminle geldiniz?
    +arkadaşlarımla, onlar da odtü'den.

    sonuç: ilk soruda elendi.
    ------------------------------------------------------
    edit: oha debe olmuş. rezil oldun oğlum.

    elendiği soruyu da yazayım tam olsun.

    soru: profilden fotoğraf hangi taraftan çekilir?

    odtü'lünün verdiği cevap: önden (facebook instagramdan etkilendi zaaar)

    cevap: yandan.

  • oynadığı 8 yıllık dönemde kadıkoy'de oynadığımız yaklaşık 140 maçta fenerbahçe yalnızca 5 mağlubiyet almıştır. bu mağlubiyetler de 2-0'dan 3-2 kaybettiğimiz bursa maçı ve 3-4'lük beşiktaş maçı gibi, alex'in efsane oynadığı efsanevi maçlardır, geri kalanlar da şampiyonluğu garantilediğimiz maçlardır. bu dönemde bir de aghahowa'lı kayserispor'a 4-1 yenilmiştik kadıkoy'de, şimdi araştırdım o maçta da alex oynamamış :)

    ve yıllarca bize ayak bağı olduktan sonra, nihayet alex gittikten sonraki sürece baktığımızda fenerbahçe, kadıköy'de oynadığı son 7 lig maçında 3 mağlubiyet 1 beraberlik almış. özetle :

    (bkz: nasıl koydu aykut kocaman)