hesabın var mı? giriş yap

  • her insanın hayatında en azından bir kere yaşadığı huzur.

    güzelce yüzünü yıkıyorsun. pencereyi açıp dışarı doğru geriniyorsun. kuş sesleri... güneşin yavaş yavaş doğuşu. sevdiğin kıyafetleri giyiyorsun...

    şaka lan şaka. perdeyi bile açmıyorum, güneş yüzüme vurmasın diye. pantolonu asansörde giyiyorum. sokayım böyle hayata.

  • nöbetçi astsubay hafifçe kapınızı tıklatır. iki kolunun altında iki güzel kız, birini seçmenizi ister. ikisininde elinde birer kahvaltı tepsisi, seçtiğinizi odaya bırakır ve diğer kızla gider. mango aromalı o ferahlatıcı içeceğinizi bitirdikten sonra da hem onu tazelemek, hem de biraz daha serinlemek için havuz başına, diğer komutanların yanına geçilir. fonda da jazz havalarında ya da big band formatında yaylalar coverı dönmektedir.

    her seferinde ısrarla sormama rağmen sonrasını anlatamadan düşüncelere dalıp gittiler, bana anlatılan bu.

  • böyle bir saçmalık olabilir mi ya. yemin ediyorum artık tiksindim şu ülkeden.

    ulan benim zamanında 100 100 para biriktirerek, sana da vergisini vererek alın terimle aldığım telefonumu sen şimdi ne hakla iletişime kapatıyorsun. sen kimsin ya. senin varlık sebebin bana hizmet mi etmek bana eziyet mi etmek.
    gece gece bütün sinirlerimi zıplattılar yemin ediyorum

  • siz deyin gençlik heyecanı, ben diyeyim derginin bir türlü doğru eleştirilmediği hissi, ya da psikologlar desin başka bir şey; zamanında nahoş şeyler yazdım ben bu dergiyle ilgili. şimdi arasanız bulamazsınız, bir yıl kadar önce çöp tenekeme yollanmıştı zaten. ama şimdi en azından kendi adıma bir iade-i itibar zamanı roll için, kendilerinin buna hiç ihtiyacı yok, orası kesin, ama benim yapmam şart.

    sırtını büyük bir sponsora veya medya tröstüne dayamamış bir müzik dergisinin 100 sayısını, arada tökezlese bile bunu hissettirmeden yayınlamış olması nereden baksanız büyük başarı. dahası gerçekten ülkede bir kuşağı etkilemiş olduklarını, internet sayesinde neredeyse her şeyin erişilebilir olduğu dönemde röportajlardaki, ufacık yorumlardaki, ajans sayfalarında üstlerde geçen küçücük alıntılardaki üslubun tadına varmak için onların takip edildiklerini düşününce takdirim artıyor.

    evet, dergi elbet eleştirilebilir, les inrocks çevirilerinin kimi zaman fazla abarmasıyla, bazen dünya görüşlerini müzikalitenin önüne koymalarıyla, son dönemde derginin bazı kısımlarının zayıflamasıyla... ama yine de bunlar bile roll'un önce samimi, sonra da ne dersek diyelim, olabildiğince tutarlı çizgisi sayesinde göz ardı edildi. en çok da kendilerine özgü tarzları sayesinde. evet, bugün bir gerçek var yadsınamayacak olan, roll sadece roll'la açıklanabilecek bir tarza sahip. ikinci sayfaya kimin sözlerini koyduklarından, "acaba x'e ne sormuşlar" merakını uyandırmalarına, özellikle 100. sayıdaki ekleriyle de belli ettikleri gibi "bağırmayan ama anlatan" görselliğine kadar uzanan bir kendine özgülük bu. şimdi 100 kapağın yan yana durduğu postere bakıp da iç geçiriyorum, üzerindeki sanatçıyı sevip sevmemek bir yana, kapağını bu kadar güzel, sakin yapabilen kaç dergi var dünya üzerinde? tamam, galiba 100. sayıyı, tüm kapakları görünce anılar da depreşti, hangi kapağı neredeyken almıştım; kimleydim, ne yaptım, ne ettim, ne dinledim o zamanlar diye düşünmek de etkili oldu, duygusal baktım olaya. nazan öncel'i mor ve ötesi'nin üstüne koymalarından tutun, "binaural" zamanı pearl jam'i babalamalarına, roll disko'daki hakan taşıyan'a kadar bir dolu kızgınlık da unutuldu. insanların türlere karşı 9 yıl öncesine göre daha az önyargılı olmalarındaki küçücük fıçıcık da olsa paylarını hesaba katarak tabii...

    hepsi geride kaldıysa bir şey baki. iyi ki varsın roll, nice 100 sayılara!

  • bu aralar canım sıkkın. en çok da, "neden?" sorusuna sıkılıyor. dün gece kaçış edebiyatına dalmak istedim bu yüzden.

    beceremedim ama. kaçamadım. ellerim hep geride kaldı; kurguladığım hikaye zihnimde olup bittikten çok sonra, ancak bir tarihçi gibi kayda geçirebiliyordum. yapamayacağımı anladım ve kariyerimi yarıda bırakmaya karar verdim, ama tek neden elbette bu değildi.

    ismi çok garip geliyor. inşaat inşa edicisi veya tost pişirici makinesi gibi. edebiyat, kaçmak için değilse ne için var? romain gary de uzaklaşma ihtiyacımı karşılıyor, jrr tolkien de. burada ve şimdi varolmak istemediğim için kitap okuyorum. başka dünyaların, başka insanların varolma ihtimaline esir oluyorum kitap okurken. ne mutlu bir esaret o!

    hayır ben bu işi yapamayacağım. "belki" cevabını sevmediği için dünyanın en güzel kadınlarını elinden kaçıran benim gibi insanların, daha net bir iş tanımına ihtiyacı olur hep. esnaf olmaya karar verdim; brülör satacağım. üçe alıp beşe satacağım.

  • top beğenmeme değil, top seçmedir.

    her şey tüylerde bitiyor.

    hava sürtünmesi az olsun diye genelde ilk tercih biraz daha yeni olan toptur. yeni açılan toplarda tüyler daha yapışıktır topa, daha düz bir alan sunar. hava sürtünmesi azalır.

    aynı top ile uzun süre oynayınca tüyleri kabarır. ilk servis dışarıda olursa, ikinci servis için daha garanti olan kabarık tüylü top tercih edilir.

    bu nedenle genelde bir kabarık, bir de yeni top seçilip oyuna devam edilir.

  • adamın teki bilgeye gider ve sorar:

    - üstad, kendi kusurlarımı nasıl bilebilirim?
    bilge sorar:
    - evli misin?

    evet der adam. bilge yanıtını alınca devam eder:
    - o zaman işin kolay demektir. karına sadece onun bir kusurunu söylemen yeter.
    o sana; senin, annenin, babanın, kardeşlerinin hatta yedi sülanenin kusurlarını sayar, topluca öğrenirsin.

  • şu başlık okuyunca görülüyor ki videoyu izleyip imrenen kadar beğenmeyen ve kötüleyen de var. yazarlardan biri danışıklı dövüş yazmış. ilginç geldi.

    danışıklı dövüş'ün anlamı, ortada bir anlaşma olduğu halde yokmuş gibi davranmak ve insanları kandırmak. yani böyle konuşuyorlar videoda ama, anlaşmışlar. kimi kandırmak için? belli değil. türkiye gibi sivil ve bireysel özgürlüklerle alakası olmayan ülke vatandaşlarına "bak biz çok özgürüz, siz değilsiniz" mesajını vermek için? danışıklı dövüş olduğunu yazan kişinin söylediği bu. özgür olmalarıyla ilgisi yok, öyleymiş gibi davranıyorlar.

    kafalar ilginç.

    obama ile sözünü kesen arasında bir anlaşma olduğu doğrudur. aralarında bir kontrat vardır. o kontrata göre her ikisi de düşüncelerini özgürce ifade edebilirler ve bu özgürlükleri anayasa maddesi ile garanti altındadır. obama konuşurken sözünü kesen kişi bu kontrata güvenerek konuşmaktadır. obama da kontratın taraflarından biridir.

    abd'de de olmuyor mu bu tip bireysel özgürlüklerin kimi zaman kısıtlandığı durumlar? pekala oluyor. ülkenin ve sisteminin vizyonu şudur: abd özgürlükler ülkesidir ve bu vizyonu oluşturan, vizyonlarına sahip çıkan amerikan halkıdır. özgürlüklerin kısıtlandığı durumların artmasını ve normlaştırılmasını hiç istemezler. o yüzden ekranda sözü kesilen başkanları medeni davranır.

    sivil ve bireysel özgürlüklerden haberi olmayan kişilere sorsan tabi danışıklı dövüş. yalandan da olsa şunu biz de görelim demiyor da danışıklı dövüş diyor. bildiğin köle.