hesabın var mı? giriş yap

  • beylikdüzü'nde sabahları koşu yapabileceğiniz güzel bir çamlık var. burada ayrıca pek fonksiyonel olmasalar da milleti tatmin edecek spor aletleri de mevcut. tam bu noktada insanlar ısınma, açma germe hareketleri de yapıyorlar. işte bu insanlardan biri olan teyzenin teki daha önce herhangi bir spor camiasında görülmemiş ilginç bir hareketle ısınıyor. 24-25 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kişi ise işini bırakıp teyzeye dikkat kesilmiş. en sonunda:

    - teyze bakar mısın?
    + buyur evladım.
    - öyle bir hareket yok.
    + anlamadım!?!
    - (teyzenin hareketini taklit ederek) bu nedir ya? burda bir sürü insan var. bilmiyorsanız bakın öğrenin. kendi kafanızdan hareket kasmanın ne alemi var?

    eleman bu lafından sonra arkasını dönüp spor alanının dışına doğru sinirli bir vaziyette ki yamulmuyorsam içinden küfrederek gitti. zavallı teyze ise etrafındaki insanlara bakıp 2-3 hareket yaptıktan sonra sırra kadem bastı. yarın gelir mi bilinmez. spor yapan insanlar daha stressiz, aklı başında olur sanırdım. millet toptan kafayı yemiş.

  • bu aralar ahmet hakan'la tartışan her dönemin yazarı varlık.

    ahmet hakan (11 mayıs)
    "dünya ne sana ne de bana kalmaz.
    sultan süleyman'a kalmadı.
    kenan evren'e kalmadı.
    sana da kalmaz.
    ona da kalmaz.
    böyle hiçbir kitap yazmaz.
    ne diyelim?
    barlasların başı sağ olsun."

    mehmet barlas (12 mayıs)
    "rahmetli erbakan'ın karşısında süt dökmüş kedi gibi beyaz çorapları ile otururken biraz sonra aydın doğan'ın sofrasında şarap servisi yapmayı sınıf atlamak zanneden dalaksız mürtediler, yine kaşınıyorlar. neticede bu gibilerin sonunun önce sözcü'ye gönderilmek ve sonra da aydın doğan'la davalaşmak olduğunu biliyoruz. bu sonu bekleyin, görürsünüz."

    ahmet hakan (14 mayıs)
    "seni cenazede neden göremedik mehmet?
    kenan evren ölünce, kenan evren'in en yakın arkadaşı mehmet barlas'a "başın sağ olsun" dedim. o da bana cevap verdi:
    "beyaz çorap, erbakan, nişantaşı, sınıf atlama, kafe falan..."
    zaten mehmet barlas'a ne zaman "sen kenan evren'in arkadaşı değil miydin, evinde ağırlamadın mı, millet zindanlarda çürürken sen kenan evren'le kah kah kih kih mavra çevirmiyor muydun" diye sorsam... aynı cevabı veriyor:
    "beyaz çorap, erbakan, nişantaşı, sınıf atlama, kafe falan..."
    sen bırak bunları da cevap ver:
    neden arkadaşının cenazesine gitmedin?
    muteber bir devlet başkanı iken evinde ağırlamakla hava attığın şahıs, itibarı kalmamış bir halde ölünce... neden sırtını çevirip kaçtın?
    hiçbir soruma doğru dürüst cevap vermiyorsun.
    bugünün muteberlerine de yarın öbür gün aynı muameleyi yapmayacağının bir garantisi var mı, bari bu soruma cevap ver."

  • kafamda bayağı düşünce döndüren ilginç bir seridir star trek. özellikle günümüzdeki yeniden hayal edilmiş versiyonları gözönüne alındığında aslında bir anlamda çağını yansıtır. bu yazı dahilinde original series'tan çok the next generation'a değineceğim zira benim yetiştiğim seri o. belirtmeye gerek yok, buradaki söyleyeceklerim benim kendi düşüncelerim, yani öyle genelgeçerlik iddiam bulunmamakta.

    original series 1966'da yayına giren ve girdikten sonra bilimkurgu ile ilgilenen herkesin bir şekilde dimağına yerleşen bir seri. bu serinin ana karakterleri olan bir eli şeyinde diğer eli fazerinde kaptan kirk'ü, mantığını kullanan spock'u ve düz normal insan mccoy (doktor) bir anlamda id, süperego ve egoyu temsil ediyor bile denebilir. bu serinin hem dönemin hem de dönem bilimkurgusunun kadın/erkek kabullerini de yansıttığını düşünüyorum bu arada. yani erkeğin errrrkek olduğu, bir nevi amerikan kadirizminin alıp başını gittiği dönemlerdir bunlar. erkek dediğin göğüs kıllarını kesmez, evrendeki tüm "manitalara" yazar, tüm düşmanlarını da biçerdöver gibi keser. ancak tüm bunları dedikten sonra şunu da vurgulamak gerekir. bu seri dönemi için bayağı devrimcidir. 1950lerde sona ermiş bir mccarthycilik dönemine rağmen hala soğuk savaş gırla devam ederken kaptan köşkünde bir rus, malcolm x henüz ölmüşken ve ırksal gerilimler süregelirken zenci bir kadın göstermek falan çok risklidir. evet görece olarak küçük rollerdedir bu insanlar ancak yine de vardırlar.

    devamında gelen the next generation ise belki bir milletler cemiyeti, bir birleşmiş milletler cinsinden bir idealizme sahiptir. aksiyon adamı kirk gitmiş, diplomasiyi ön plana koyan bir picard gelmiştir - gerçi bu geliş biraz yavaştır 1. sezon serinin diğer sezonları ile kıyasla tam bir kepazeliktir, 2. bölümde tüm geminin orjiye falan bağlamasının nasıl bir akıl fikir sonucu olduğunu hala merak ederim. ancak devamında, karakterler oturduktan sonra, dönemi için bir bilimkurgu eserinde olmayacak derecede ciddi konulara girer. mesela ilk sezonda çok da sallanmayan prime directive konusu burada önemli bir yer tutar. bir anlamda sömürgecilik döneminin ciddi bir eleştirisidir bu. nitekim bu dönemde yapılan neredeyse tüm müdahaleler "beyaz adamın yükü" olarak temellendirilmiştir. sömürge altındaki ülkeleri başka gezegenler olarak hayal ederek aslında bu yükün ne kadar varolduğunu sorgular tng bu kavramla. ancak dizinin bu konuda çok oynak bir çizgide hareket ettiğini ve kesin bir fikir belirtmediğini söylemem gerekir - son tahlilde olay "uzay yolculuğu yapamayan medeniyetleri ellememek gerekir, picard aksini düşünmedikçe"'ye bağlar. ne yalan söyleyeyim bu beni hayal kırıklığına uğratan bir istisnai düşüncedir - bu konuyu tartışmaya açıp en nihayetinde amerikan istisnacılığına benzer bir biçimde picard istisnacılığına bağlamak da ne bileyim bana oldum olası yavan gelen bir sonuç oluyor.

    tng'nin konu aldığı bir diğer olay da "insan olmak nedir" sorusudur data özelinde. bu aslında spock ile beraber tos'ta da ele alınan bir konu olmakla beraber, canlı olmayan bir varlık özelinde sorulması bu soruyu daha özel kılar. data belki de terminatör sonrası bilimkurgu evreninde insanlığı yoketmeye çalışmayan nadir yapay zekalardandır. asimov'un r. daneel olivaw'ıyla kıyasla robotik görünür - hatırladığım kadarıyla asimov'un çelik mağaralar adlı kitabında dedektif baley olivaw'ı ilk gördüğünde bir robot olduğunu anlayamaz - ama bende bıraktığı intiba daha insani bir varlık olduğu yönündedir. burada en büyük etki sanıyorum olivaw'ın robotluğundan son derece memnun olup insanlaşma konusunda çok da bir çabasının olmaması ve insanlarla beraber bir ekipte yer almamasıdır. data robot da olsa bir yaşam formu olarak görülür - bu konu zaten bir bölümün başlıbaşına konusudur (https://en.wikipedia.org/…rek:_the_next_generation)).

    robot demişken borg'a da değinmek gerekir. borg tng dahilinde sanıyorum en korkulan rakiptir. bunun temel sebebi olarak teknolojik üstünlüklerinden ziyade tek tip ve empati kurulamayacak derecede olmalarını görüyorum ben. borg, mekanik bir toplumun aşırılaşmış halidir. herşey belli bir düzende yapılır - bu düzene uymayan şeyler de ya yok edilir ya da zorla "uydurulur". bu, çoğulculuk ile kendini ifade eden federasyon için tam bir antitezdir. yani romulanlar bile bu kadar nefret ve tiksinti uyandıracak şekilde tasvir edilmezler. evet belli bir habislikleri vardır ama en nihayetinde diplomatik ilişki kurulabilir, laftan anlayan bir medeniyettir.

    gelelim günümüzdeki tekrardan hayal edişlere. filmler eski seriyi konu alsa da önümüze çok değişik bir federasyon konsepti çizer. bu federasyon silah araştırması yapmaktan çekinmeyen, gizli örgütlere sahip olan, tng'nin federasyonu ile kıyasla vahşi denebilecek bir yapılanmadır. benim bildiğim kadarıyla tos ve tng'de section 31 gibi bir yapılanmadan bahsedilmez - ki zaten federasyonun ilkelerine de aykırıdır. her şeyi demokratik biçimde, diplomasi ile halletmeye çalışan, tüm çözüm yolları sona erdiğinde şiddet kullanan bir yapılanmada gölgeler içinde hareket eden bir örgüt nasıl ve nereye konumlanacaktır tartışılır. ki deep space 9'da da konu alınması 1998lerdedir. yani soğuk savaşın bittiği ve geleceğe yönelik o idealizmin şaşırtıcı biçimde kırıldığı yıllardır bunlar - 3 sene sonra zaten 9 eylül saldırıları olacak ve akabinde ilginç sonuçlar doğuracaktır. zamanın değişen çizgisine star trek'de eşlik eder - o kadar temiz ve idealist bir star trek değildir artık bu. ki voyager hakkında duyduğum bazı şeyler bu kafanın daha da ilerlediğini söylüyor, şahsen izlemediğim için yorum yapmayacağım.

    star trek discovery ise... benim picard ile kurduğum birleşmiş milletlervari federasyon'a tam ters giden bir istikamette konumlanıyor. nereden başlasam bilemiyorum, ancak ilk bölümde sarek'in yetiştirdiği söylenen ama kaptana gider yapan, hatta isteği olmayınca bir nevi darbe yapan bir first officer olunca hafiften bir spock kaş kaldırması yaşatıyor. böyle radikal dinci, ten rengine falan sahip klingonlar görünce de insan "abi naaptınız siz" sorusunu ister istemez soruyor ekrana karşı. kabul, klingonlarda her zaman dini bir tandans vardı da bu gidip isisvari bir biçimde tezahür etmiyordu en azından. spoiler vermemek adına daha ötesine gitmeyeceğim ama dizinin ilerleyen bölümleri de teknik olarak şaheser olsa da senaryo ve anlatı açısından çok alakasız yerlere gidiyorlar.

    şimdi ben şu konuyu açığa kavuşturayım, şahsen tos döneminde bir dizi yapılması beni rahatsız etmiyor; karakterin sarek ile olan bağlantıları hariç karakter özelliklerinde de sorun yok, yani sorunlu bir karakter ilginç bile olabilir - ama bu reimagined dizi ve filmlerin illa tos'tan bir karakterle organik bağlantı kurma ihtiyacını çok anlamlandıramıyorum. bir yeni yapımda da spock veya sarek duymayalım ya. hayır karakterleri bu şekilde temellendirince ben ister istemez "bu karakteri sev çünkü sarek ve spock ile kanka. kankalık müessessi! seveceksin! sevmezsen bu karakterleri de sevmiyorsun" temelli bir yancılık hissi hissediyorum.

    bakın federasyon ve star trek evreni devasa bir evren, devasa bir yapı. şu anda öyle bir hale geldi ki tüm evren spock etrafında, picard etrafında falan dönüyor. şu gerçeğin farkındayım, eski serilerde de diğer serilerden karakterleri görüyorduk ama atıyorum picard'ın büyükbabası kirk falan değildi veya data'yı spock bulmuyordu. tng'nin ilk bölümünde bones gemiyi ziyaret edip gidiyordu mesela.

    picard'ı izlemedim, o yüzden bir yorum yapamayacağım ama izlediğim diğer reimagined eserlerden temelli büyük hayallerim yok, bilakis hayalkırıklığı olacağını düşünüyorum. patrick stewart'ı nasıl ikna ettiler ("money, dear boy" dediğini duyar gibiyim ama umarım öyle değildir) bilmiyorum ama star trek günümüzün dünyası için fazla, hem de çok fazla, idealist kalan bir evren. bu evreni gerçekçi kılmak adına cinsiyet politikalarını, ayrımcılığı ve günümüzün diğer sorunlarını ekleştirdiğinizde ortaya çıkan şey, orjinalinden çok alakasız bir şey oluyor. bakın, tekrardan altını çizeyim - bu yeniden çekilenler atıyorum star mrek olsaydı ve kendi başına bir evren tasvir etseydi bu güzel bile olabilirdi, ama star trek evreni izdüşümünde gerçekten çok alakasız bir yere düşüyorlar.

    bu kadar yazdık, her kültür ürünü kendi çekildiği zamanın değer ve kabullerini yansıtır. star trek de bundan azade değil tabii ki. ama şu yeni dizileri izlediğimde sorunun bizde olduğunu düşünmeden edemiyorum. gene roddenberry'nin hayal ettiği star trek bizim kirli günümüzde o kadar ütopik, o kadar inanılmaz kaçıyor ki, kendileştirdiğimiz zaman özünü kaybeden bir hale geliyor. biz, onun hayal ettiği gibi ilerleyemedik, daha iyi bir insan medeniyeti olamadık gibi duruyor kısacası.

    okuduğunuz için teşekkür ederim.

  • eve gidince ara diyen bi arkadaşım vardı. asla yapmam ama ilk kez eve gidince aradım. telefonu kapalıydı (saat 23 suları). ertesi gün akşamüstü beni aramışsın diye aradı geri. eve geldim dedim. daha yeni mi dedi. hee dedim kapattım.

  • "en ufak detay benden soruluyor. sebze çorbasına koyulacak etin kuzu eti mi dana eti mi olacağından tutun, o gün hangi oyunu ne kadar oynaması gerektiğine kadar her şeyi hesaplıyorum." demiş bir röportajında.
    bu ünlüler de bi tuhaf oluyorlar çocuk sahibi olunca. dünya üzerindeki annelerin çok büyük bir çoğunluğu sizin bu bahsettiğiniz şeyleri fazlasıyla zaten yapıyorlar. bazıları yaparken farkına bile varmıyordur hatta. hayır anlamıyorum ki bu durumu büyütmek, abartmak neden? çocuğunun çorbasına kuzu eti mi dana eti mi konulacağına da biz karar vermeyelim bi zahmet yapıver yani.