hesabın var mı? giriş yap

  • nagehan alçı, habertürk’te katıldığı canlı yayında “suriyeli göçmenlere yönelik nefret dilini adeta bir alışkanlık haline getirenler, bakalım ukraynalı göçmenler gelince de aynı şekilde itiraz edecekler mi?”demiş.

    (bkz: kiev’den yola çıktılar kocanıza sahip çıkın)
    bu kadından ne farkı var nagehan alçı’nın?

    evet nagehan itiraz edeceğiz. eğer 20’li yaşlarında işsiz güçsüz, s*kini sallaya sallaya, milyonlarca, kayıtsız, kontrolsüz gelip orda burda kadınlara sarkıntılık ederlerse mesela itiraz edeceğiz.
    devletin fakir halkından esirgediği sağlık hizmetlerinden, bedelsiz faydalanırlarsa mesela itiraz edeceğiz.
    bankamatik kuyruklarında jöleli saçlarıyla devletin bağladığı maaşı yıllarca alırlarsa mesela itiraz edeceğiz.
    belli şehirlere, illere, nahallelere yerleşip demografik yapıyı bozarlarsa mesela itiraz edeceğiz….

    ayrıca merak etme gelmezler, çünkü avrupa’da serbest dolaşım hakları var.
    link

  • kucuk olcekli tipik turk esnafidir. alisverise gitmissinizdir ve misal kazak alacaksinizdir. kazagi denersiniz, hosunuza gider ve almaya karar verirsiniz. ancak hemen hemen her turk insani gibi pazarlik yapacaksinizdir dukkan sahibiyle etiket fiyati uzerinden indirim yaptirabilmek icin. olaylar gelisir;

    siz: "bu kazak guzelmis? etiket fiyati uzerinden ne kadarlik bir indirim yapabilirsiniz?"
    esnaf: "valla, biz, bize gelis fiyatiyla satiyoruz bu kazagi" (ic sesiniz: at yalani .... inanani seklindedir)
    siz: "olur mu ya? bu cok pahali. alaman ben bu kazagi bu fiyatiyla. yapin artik bir indirim (israrlar, israrlar, israrlar)."
    esnaf: (imana gelir) "tamam o zaman bakalim ne yapabiliriz" der

    ve hastasi oldugum surec baslar. esnaf, masasinin ustunde duran devase hesap makinesini (devasa hakikatten, boyle kafam kadar, devasa olmasina devasa ancak ironik bir sekilde ancak dort islem yapabiliyor) alir ve diffirential equation cozermis edasiyla bir o tusa bir bu tusa pasar. derin dusunur. ve

    esnaf: "valla en son bu olur, daha azi bizi kurtarmaz" der ve hesap makinesinde cikan sayiyi size gosterir. (ic sesiniz: hani lan size gelis fiyati buydu? seklindedir ve hala inanmazsiniz o kadar cok tusa basip bu sayiyi bulmasina)
    siz: "tamam o zaman aliyorum" der, odemenizi yapar ve iyi gunler dileyerek dukkandan ayrilirsiniz. esnaf ise bir sonraki musterinin gelmesini ve bu baglamda bir sonraki hesap makinesini kullanimini dort gozle beklemeye koyulur.

  • kendisi 1955, adelaide, avustralya doğumlu bir ustadır. 19 yaşında başladığı resim sanatında, 10 yıl içinde akrilik ve yağlı boya kullandığı resimleriyle 50'ye yakın ödül kazanmış. güney avustralya sahillerini ve yağmurlu şehir gecelerini tasvirleriyle tarzını belirginleştirmiş. özellikle sahili "gerçek bir uzay hissi yaşayabileceğiniz tek yer" olarak tanımlıyor. kendisi hala avustralya ve ingiltere'ye işler yapmakta, sanatını devam ettirmekte...

  • toplasan 3 bornoz 2 nevresim 2 kırlent var o mağazada, bunu kaldıramıyorsanız eğer boşanın, çünkü daha bunun mango'su, zara'sı var. bahçelievler mango önünde bekleyen erkekler arasından 5 adet müzik grubu, 3 adet halı saha turnuvası çıktı, bazılarımız bir araya gelip tekstil işine girdik sırf bu zulm bitsin diye. adamlar mağazanın yanına banka açtılar beklerken sıkıntıdan hisse alıp satanlar broker oldu orada. zaman geçsin diye park eden arabalara yardımcı olayım derken değnekçi olanlar var.

  • asgari ücretin 1400 tl, dört kişilik bir ailenin açlık sınırının ise 1500 tl olduğu bir ülkede tartışılan durum. hangi ütopyanın karikatürüsünüz siz ya, ben onu anlamıyorum her şeyden önce.

    bakın meselenin cinsiyetçi boyutunu geçiyorum: nasıl geçinecek bu insanlar?

    annem de babam da çalışıyor. babam bir gün bir kaza sonucu ayağını kırdı. bedensel güç gerektiren bir işte çalıştığı için iyileşene kadar çalışması zaten mümkün değildi. iyileşince de yaşı nedeniyle kimse işe almadı ve babam senelerce işsiz kaldı. sizin o bayat türk dizisi kıvamındaki mutlu aile tablonuzda olduğu gibi annem de çalışmıyor olsaydı, neyle geçinecektik biz? iki çocuk var, ikisi de kız -çalışması tabiatına aykırı (!) olan cinsiyetten yani. ne yapacaktık o zaman bana bunu söyler misiniz? evdeki dantel işlemeleri mi yiyecektik?

    hayır bir de sonra kadınlar zengin koca peşinde koşuyor diye ahlanıp vahlanıyorsunuz. sizin gibilere müstahak öyle kadınlar. umarım o hayalinizdeki "genç, güzel, doğurganlığının zirvesinde" kadınlar iliklerinize kadar sömürür sizi. bunu hak ediyorsunuz.

    tarih boyunca kadınlar sadece ev işi yaptı, şimdi de yapsın iddiası komik. hepinizin mi ananesi paşa torunuydu da evinde hizmetçileri vardı, ben anlamıyorum. kadınlar çalışsın derken bizim kastettiğimiz şey kadınlar sömürülsün değil -ki kimse sömürülmesin- kadınlar ekonomik özgürlüğüne sahip olsun, kendi hayatına sahip olsun, kendisine kötü davranan bir adamla karşılaştığında hiç düşünmeden postasını koyabilsin. yoksa kadınlar ezelden beri eşşek gibi çalışıyordu zaten, ekonomik özgürlüğü yoktu sadece. orayı hiç merak etmeyin yani. kadının doğasına aykırıymış da, fiziksel gücü yetmezmiş. modern ataerkil plaza erkeğinin derdine tasasına bak sen. benim ananem çocukken tarlada, gençken halı dokuma atölyesinde çalışmış, evlenince evden iş yapmaya devam etmiş (çünkü kayınvalidesi işe gitmesini istememiş), üzerine üç çocuk büyütmüş, bir kaynana bir kocaya bakmış. yetmemiş elalemin çocuklarına bakmış. çamaşır, bulaşık makinesinin olmadığı bir zaman diliminden bahsediyorum farkındaysanız. babaannemin misafir ağırlamaktan üç gece üstüste uyumadığı zamanlar olmuş. şurada alfa erkeğim diye kasım kasım dolanan tiplerden kaç tanesi bu kırılgan ve naif kadın doğasına erişebilir?

    şu "kadınlar çalışmasın" saçmalığı aslında sanılanın aksine şehirli modern muhafazakarlığın bir ürünü. yoksa kimsenin "ay kadının doğasına aykırı böyle şeyler, kadınlar kırılgandır" gibi bir derdi olmadı. köy ekonomisinde eli ayağı tutan herkes çalışır. herkes. çocuklar dahil. fakat tarla eve ve kocaya yakındır, dolayısıyla da kadını kontrol altında tutmak da kolaydır. şehir ekonomisiyle birlikte iş ve özel alan ayrımı başlar ki, erkekleri asıl kaygılandıran şey de budur: "karım evden uzaklaşınca ben onu nasıl zapt edeceğim?" ha bir de tabii "ya benden daha çok kazanırsa" kaygısı var -köy hayatında böyle bir dert yok tabii, kim ne kadar üretirse üretsin her şey erkeğin tasarrufunda. yoksa "kadının anaç doğasına aykırı, kadınlar da mutsuz oluyor zaten" filan kimsenin umrunda değil. yahu onu geç, türkiye gibi bir ülkede çalışma hayatının kendi doğasına tam uyduğunu düşünen kaç erkek var allah aşkına? kaçınız bu kadar şanslısınız? adam çalışma hayatının kötü koşullarına karşı savaşacağına, buna karşı örgütleneceğine çalışmak isteyen kadına karşı örgütleniyor, akım filan başlatıyor ya şaka gibi. sonra da "biz kadın düşmanı değiliz". doğru, kadın düşmanı bile değilsin, düpedüz eziksin. patronuna kölelik etmeyi normal bir şey addettiğin için "kocama köle olmak istemiyorum" diyen kadına "kocana köle olmayacaksın da patronuna mı köle olacaksın" diyebildiğin için ezik ve aptalsın. mide bulandırıcı ve gereksizsin. işyerinde sömürülmeye karşı koyamadığın tepkin içinde patlıyor ve istiyorsun ki eve döndüğünde senin sikinin ihtiyaçları etrafında dönen sahte bir hayat olsun. bunu da mutlu aile tablosu sanıyorsun, "insan doğası" sanıyorsun. komik. beyaz atlı prens masalları bile daha gerçekçi ya.

    trp'ci cahilin teki de gelip feminizmin kadınlara mutluluk vadettiğini filan yazmış. daha neye karşı çıktığını bile bilmiyor cahil. feminizm mutluluk vadetmez. özgürlük, bağımsızlık ve eşitlik vadeder. bunlar bambaşka şeylerdir, ki zaten öyle size mutluluk vadeden bir öğreti filan görürseniz koşarak uzaklaşın. birincisi kimse kimsenin neyle mutlu olacağını bilemez, hele ki astrolojik burç yorumu kıvamında iki tane kıytırık psödobilimsel blog yazısı okuyarak her şeyi çözdüğünü sanan cahiller hiç bilemez. ikincisi insaflı bir sahibiniz varsa kelimenin gerçek anlamıyla köle bile olsanız kişiliğinize bağlı olarak mutlu olabilirsiniz. tarihte azat edilmek istemeyen pek çok köle olmuştur (ve buna erkekler de dahildir). feminizm kadınlara kariyer yaparsanız mutlu olursunuz demez. feminizmin kadınların çalışmasındaki ısrarı, kadınların kendi hayatının sınırlarını kendileri belirleyecek kadar güçlü olması, dolayısıyla da birisi o kadına kötülük etmeye kalktığında arkasına bakmadan, kimseye muhtaç olmadan çekip gidebilecek durumda olması içindir. ayrıca, daha önce de söylediğim gibi elli çeşit feminizm var. ben anarko-feminizmin ya da sosyalist feminizmin kadınlara kariyer yapın çağrısında bulunduğuna şahit olmadım mesela hiç. ama cahil işte, daha neye karşı çıktığını bile bilmiyor.

    çalışan kadınlar mutsuz olurmuş, çocuktan ziyade işine odaklanırsa depresyona girermiş. ahahah dünyanın en mutsuz ülkeleri arasındayız, dünyanın en mutlu ülkeleri ise kadın istihdamının en fazla olduğu ülkeler ve adamın dediği şeye bak. canım çok güldüm ama kadınsı ve sevgi dolu güleç yüzümle değil, makatımla. ya valla ev hanımı olup da "şimdiki aklım olsa çalışırdım, kimsenin eline bakmazdım" diyen çok ev hanımı tanıdığım için yemiyor bunlar maalesef.

    ay şimdi bir daha okudum da yazdıklarımı, tüh bak görüyor musun çalışma hayatı nasıl bozmuş üslubumu, ay hiç kadınsı ve çicek gibi değil. oysa toplayıcılık yapan büyük büyük ninelerim gibi tam bir hanfendi olmam gerekirdi, ama olmadı, olamadı :/

  • umulmadik surprizler dogurabilen diyaloglardir. gavurellerinden birinde, oglen saatinde, hincahinc musteri dolu, bir doner dukkaninda;

    servis yapan adam - abi bu doner hangi musterinin????
    usta - aha shooo kel gafalinin!
    servis yapan adam - abii elin adamina niye ole diyosun yaa, ya adam turkse?
    usta - ne turku lan baksana surata kesis gibi.
    musteri - kesis sensin lan durzu !!!!!!!

  • karadeniz bölgesinde bir iş yemeği. masada genel müdürler, proje koordinatörleri, yöneticiler vs 20 kişilik bir ekip. sofrada da malesef çükündür var.
    malesef diyorum çünkü bir gün öncesinde çok daha mütevazi başka bir sofrada yine vardı ve adının ne olduğunu o zaman öğrendim. belli ki iyi öğrenememişim.
    karşı şirketin proje yöneticisi kadınla yan yanayız. ağzına bir parça çükündür attı. bana dönerek;

    - hmm bu ne ki acaba?
    + sikindir.

    bazen gürültülü bir ortamda yüksek sesle konuşurken herkes bir anda susar ya, işte öyle yankılandı bu söz. ama ben gerizekalı kendimden o kadar eminim ki sözlerime devam ettim;

    + evet bana da garip geldi, ama sikindir deniyor işte, insan yedikçe alışıyor, ehehe!

    kadın hiçbir şey diyemedi, ortalık iyice gerildi. tam o anda diğer tarafımdam yediğim dirsek darbelerini fark ettim. baktığımda dün çükündürü kendisinden öğrendiğim arkadaş gülmekten kıpkırmızı olmuştu, kulağıma eğilerek;

    - oğlum sikindir değil lan naptın, çükündür o!

    işte o anda sikindir/çükündür her ne boksa onunla aynı renk olduğumu hissettim.

  • şu ülkede, başörtülülerden başka hiç kimsenin mağdur olamaması çok acayip değil mi ya?

    ölüyorsun, yakılıyorsun, aç kalıyorsun, devlet sana hergün hakaretler ediyor, ibadethanelerde her gün hedef gösteriliyorsun, ama mağdur olamıyorsun.

    ama türbanlı bacım öyle mi? heryerde ve her koşulda mağdur. korkuyor, aşağalarız diye korkuyor, ezeriz diye korkuyor.

    biz mi? biz zaten kafirleriz. katlimiz vacip.

  • bazı kaynaklarda adı erosthenes olarak geçen yunan bilim adamı. iskenderiye kütüphanesinde memur olarak çalışırken dünyanın çevresini ölçmeye karar verdiğinde, ülkesi mısır'da kullanılan ölçü birimi stad idi.

    ilk önce syrene kentinde yazın ilk gününde güneş ışıklarının kuyunun dibine kadar ulaştığını saptadı. bu kent iskenderiye ile aynı boylamda ve 5000 stadia (yaklaşık 800 km) mesafede idi. daha sonra aynı günde iskenderiyeye güneş ışınlarının yaklaşık 7 derece açı ile düştüklerini hesapladı. son olarak basit bir orantı kurarak dünyanın çevresini 280.000 stadia olarak, günümüzde ölçülen değerden yalnızca %4 fazlasıyla ölçmeyi başardı. buradan devam ederek bu kez de dünyanın yarıçapını sadece 60 millik bir hata ile hesapladı.

    erosthenes'in bu çalışmasının o günkü ulaşım imkanlarıyla en az bir yıl sürdüğünü tahmin etmek güç değildir. ölçümleri yılın aynı günü yapmak zorunluluğu ve de 800 km mesafenin bugünkü şartlarla bile çok uzun bir mesafe olduğu düşünülürse ne kadar büyük zorluk çektiği ve de ne kadar sabırla çalıştığı anlaşılabilir.

    bu bilim adamı, dünya ile güneş arasındaki mesafeyi de o günün olanaklarıyla 92 milyon mil olarak ölçmüştür ki, bu değer 93 milyon mildir. (yaklaşık 150 milyon km)

    insanlığa hizmeti bu kadarla da kalmamış, o günkü dünya haritasının en doğru projeksiyonunu (açılımını) yapmış, denizcilere ve tüccarlara büyük kolaylıklar sağlamıştır.

    erosthenes 81 yaşında hayata veda etmiştir.

    http://www.msxlabs.org/…-eratosthenes-hakkinda.html