hesabın var mı? giriş yap

  • bi keresinde 3 ay beraber oldugum adam benden ayrıldıktan 1 ay sonra sevgilisiyle 7. ayını kutlamıstı. araya reklam almıs beni haberim olmamıs.

  • bugun fince bir kitap okurken bu dilde de ayni bizde oldugu gibi pekistirme oldugunu fark ettim. mesela, "yksin" yalniz demek; "ypöyksin" ise yapayalniz... "ypö" tek basina anlamsiz bir kelime.

    örnekleri cogaltmak gerekirse:
    typötyhjä: bombos, "thyjä" bos demek.
    upouusi: yepyeni. "uusi" yeni demek.
    täpötäysi: dopdolu "täysi" dolu

  • 15 kasım 1957’de bir gün içinde kaydedilip, 1958 yılında prestige’den prlp 7130 koduyla yayınlanan red garland quintet albümü.

    albümün harikuladeliğini anlatmaya başlamadan önce, kaydın bir yönüyle, abd’lilerin çok sevdiği “redemption” olgusunu kısmen de olsa karşıladığından söz etmek gerek. zira piyanoda hünerlerini sergileyen grup lideri red garland’ın, tenor saksafonda john coltrane’in ve davulda art taylor’ın ortak özellikleri, aynı yıl içinde miles davis’ıin grubundan kovulmuş olmalarıydı.

    1957’nin mart’ında miles, önce uyuşturucu problemleri nedeniyle trane’i gruptan atar. 6 ay sonra art taylor, miles’in istediği gibi çalmaması nedeniyle laf sokmalarına dayanamayıp bir kulüp programının orta yerinde grubu terk eder. miles, hemen bir hafta sonra da, red garland’ın işine son verecektir.

    aynı yılın sonbaharında, trompette donald byrd ve basta george joyner ile biraraya gelen ekip, new york kulüplerinde geçirdikleri ısınma turlarından sonra soluğu bob weinstein’ın prodüktörlüğünde, 50’lerde ve 60’ların başında neredeyse bütün efsane albümlerin kaydedildiği new jersey’deki van gelder stüdyosunda alırlar.

    36 küsur dakikalık süresiyle, tarifsiz bir keyiftir “all mornin’ long”...

    red garland’ın albümle aynı adı taşıyan blues’u, bir hard-bop klasiği için ne enfes bir başlangıçtır öyle. dile kolay, parça 20 dakikanın üzerindedir. 7. dakikasında red garland beklemekten sıkılıp idareyi eline alana kadar, byrd ve trane, dinleyenlerin saksafon ve trompet sololarının nerede değiştiğini takip edemeyecekleri kadar yumuşak bir “elim sende” oynuyorlar adeta. garland dur demese, 20 dakikalık şarkıyı, kendi aralarında kotarmaları işten bile değil. ritim trio işte tam da bu dakikada şarkıyı devir, dinleyiciyi ise hipnotik bir zapturapt altına alıyor.

    garland’ın taşıdığı yerde vazifeyi, 15. dakikada basçı george joyner (müslüman olduktan sonra alacağı adıyla jamil nasser) alıyor. o, dakikalar süren enfes solosunu atarken, art taylor ve garland arkada, onun bıraktığı boşlukları öyle güzel dolduruyorlar ki, joner’ı dinlerken kendinizi bulutların üzerinde yürümenin ama yere düşmemenin şaşkınlığını yaşarken buluyorsunuz.

    (kore savaşı’na katılıp zaman kaybetmeseydi, cazın bu altın çağında eminim çok daha iyi yerlere gelecek olan joyner, kendi döneminde, genç yaşında efsane mertebesine pek çabuk ulaşmış paul chambers’ın gölgesinde kalmıştır kaçınılmaz olarak.)

    yine, gershwinler’in zamansız klasiği “they can’t take that away from me”nin leziz kayıtlarından biri de bu albümün ikinci sırasında yer alır. ekip bu defa, 10 dakikalık şarkı boyunca joyner’a aynı özgürlüğü tanımaz. fakat joyner, parça boyunca üflemelilerin bıraktığı her nefes boşluğunda başını çıkarıp dinleyiciye gülümsemekten de geri durmaz.

    albüm, bir tadd dameron bestesi olan our delight ile hızlı fakat yumuşak bir iniş yapar.

    red garland quintet’in bu leziz albümünü, (kanımca çok da hak etmesine karşın) caz tarihinin ilk 10 ya da ilk 30 listelerinde bulamazsınız. sırf bu özelliği ile bile, insana bir keşif yapmanın, ona sıkı sıkı sarılmanın hazzını yaşatır her dinleyişte.

    1. all mornin’ long (garland) – 20:21
    2. they can’t take that away from me (gershwin) – 10:28
    3. our delight (dameron) – 06:18

    red garland – piano
    john coltrane - tenor sax
    donald byrd – trumpet
    george joyner - double bass
    art taylor - drums

    not: girişte “redemption” dedik ama, sanılmasın ki bu ekip ile miles arasında bir gönül kırgınlığı vardı. albümün kaydedildiği kasım ayında garland ve coltrane, miles’dan gelen gruba yeniden katılma teklifini kabul etmişlerdi bile. zaten hemen bir ay sonra, aralık 1957’de başlayacak o birlikteliği de, (cannonball, philly jones ve paul chambers’ın eşsiz katkılarıyla elbette) ertesi sene efsanevi “milestones” albümü ile taçlandıracaklardı.

  • güvendiğim ve çok sevdiğim ve kendine sözde feministim diyen birinden bile "ben bir çocuğum, öyle kalmak istiyorum ama erkekte bunu istemem/aramam, şunu bunu isterim" gibi bir cümle duyduktan sonra kafamda perçinleşmiş tanımdır. kadınlar kendini kandırmasın diyeceğim fakat solipsist zihinleri yüzünden kandırmaya devam edecekler. özet olarak, bayanlar(en azından çoğunuz) güce tapıyorsunuz. sizi kişiler değil, tavırlar ve durum etkiliyor. tavır ve durum değiştiğinde siz de değişiyorsunuz. kesin ve net.

    yıllar boyu red pill öğretilerini çürütmeye çalıştım. fark etmeden yararlandım da ve sonunda hep aynı batağa saplandım. ve genelde bu davranışı test ederken o kişiden üzülerek, acı içinde vazgeçtim. inanılmaz bir şey, dark triad'ı bıraktığım anda hep aynı şey oldu. yani o kadın, geçmiş toplumların ona öğrettiği kolay vazgeçme, çarpık tümevarım yönetimi ile geride bırakma tavrını seçti. güçlü erkek duruşunu yeniden sağladığımda ise bana tekrar bağlandılar.

    inatla da bu tavrı bırakmayı seçtim, yahu ben bunu istemiyorum ki. böyle onlarca kadın var zaten. karşımdaki neden düşerken, zayıf anımda yanımda olmuyor? sanki onca yaşanan şeyi komşu yaşıyormuş gibi, bir anda yok oluyorlar. ne yaşadığınızın hiç bir önemi olmuyor.

    üstte bahsettiğim birinde daha yakalar gibi oldum ama olmadı. o pek farkında bile değil, kendince sebepleri var. oysa bilmiyor ki bir çoğuna inanmasını sağlatan bile bendim. söylemeyi çok istedim, "öyle olma, fark et" ima ettim ama malesef... olamayacağını anladığım anda da beta konuma soktum kendimi. yani açıklama yaptım, özür diledim, onu validasyonuna yanıt verdim. kendi fark etmese de gerçek yüzüyle tanışarak bitsin istedim. yoksa eminim, net olarak terk etsem, sert konuşsam, hiçbirini kabullenmeyecek, o ilişki sünecek ve sürdürülebilir olacak. yalan bir sevginin içinde sürüklenip duracağız.

    her defasında manipülasyonu değil, gerçek sevgiye inanmayı çok istiyorum ve hep hayal kırıklığına uğruyorum. yine de vazgeçemeyeceğim. malesef bir kadının gerçek yüzünü görmek, onunla tanışmak çok zor, ya bunu göze alacaksınız ya da hipergamiye inanarak, herşeyi kabulleneceksiniz.

    haklı olmayı sevmiyorum... evet belki de istisnayı arıyorum.

  • yılmaz güney'dir. şöyle bir hikâye var, ne kadar doğrudur bilmiyorum.

    "bir gün nereli olduğumu sordular.

    - babam sivereklidir dedim.
    siverek adına şaştılar, hiç duymamışlar.
    - nerdedir bu siverek? dediler.
    - siverek napoli'nin kazasıdır dedim.
    düşündüler bir süre, birbirlerine bakındılar.
    - biz italya'yı çok iyi biliriz. yanlışınız olmasın. napoli'nin böyle bir kazası yoktur.

    siverek italya'da olsa bileceklerdi. siverek urfa'nın bir kazasıydı. urfa da türkiye'nin bir şehriydi.

    bizim memleketin insanları iyidir, akılları çoktur; italya'yı bilirler, fransa'yı bilirler. çinistanı, falanistanı bilirler, lakin kendi yurtlarını bilmezler. dünyanın öte ucundaki ülkelerin yardımına koşmak için can atarlar. onlar için şiirler yazar, onlar için ağıt yakarlar. falanistan köylüsünün acısını anlatan kitaplar kapışılır, benim memleketimin insanlarına sırtları dönüktür, onları görmezler, göremezler."

    yılmaz güney

  • "başımıza gelmese gerçekten bizde inanmazdık belki, bu iddialar doğruysa vah ki ne vah ülkemize"
    iddiaları sunan sensin doğruysa diye niye soruyorsun ?
    300 usd ye anlaş telde haluk ile görüş sonra dön adamlara 600 usd den fatura iste bu kadar ucuz kurgu olmaz ya.
    şöyle bir hikaye yazın bir dahakine "fatura açığımız var sen 300 yerine 400 usd al bizde 600 yaz" daha ikna edici olur.

  • yasananlar mi daha korkunc yoksa olay sonrasi ekiplerin ruya gormussunuzdur ehe mehe, hadi sizi baristiralim tarzi yaklasimi mi daha korkunc. karar veremedim.

  • pizza siparişimizi vermiş bekliyoruz, ofis telefonu çalıyor,

    - efendim?
    - abi iyi günler. ben x pizza'dan halit. şimdi turgut'u başka paket için gönderdik de sizin paketi yasin getirse olur mu? yoksa bekler misiniz?
    - (iç ses: ne?!) yoo önemli değil hocam yasin getirsin...
    - peki abi kusura bakmayın.
    - estağfurullah (noluyo lan?)

    ofisteki gerizekalılardan birinin mahalleden arkadaşıymış turgut, sipariş verdiğimiz yerde kuryelik yapıyormuş, bu salak da arkadaşını görmek için sipariş notuna "turgutla gönderin" yazmış. yasin gelince bozuldu bir de...

  • imar affı kahramanı akp'li hasan kaçan'ın ayin tweetidir. bu sözleri söyleyince koruma zırhı edindiğini düşünüyor olmalı.

    "bazi meşhur muhalifler "seçim zamanında susan sanatçılardan hesap soracağız" buyurmuşlar...
    bu korkutucu ve tırsıtıcı ikaz neticesinde susmayayım ki başıma bir şey gelmesin. o halde;
    yaşasın türk milletinin yüz akı erdoğan!
    yaşasın türkiye'nin büyük lideri erdoğan!"

    link

    hasan senin hesabın ayrı. sen boşver diğerlerini. imar affı reklamında oynayan bir ibişsin sen. utanman ve arlanman yok. utanmaz herif.

  • benim.
    kızmadan önce bir sorun niye diye.

    dün gece 2 buçuk yaşındaki kızımla yatarken "biliyo musun sen çok güzelsin" dedi bana. bir de yanağımdan öptü. bırak en güzel türk kızı olmayı, kainat güzeli gibi hissettim kendimi. o yüzden en güzel türk kızı benim gün itibariyle. kafamda tacımla dolaşırım artık.