hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi

  • ivedilikle tüm belediyelerce örnek alınması gereken aksiyon.

    edit: gelen bir mesajı aynen aktarıyorum:

    (#128169764) ne o yunan mı işgal etti ne bu heves böyle mi seçim kazanacak muhalefet

    edit 2: alkol üzerinden alınan vergi düşünülürse, bu ibb'den hükümete bir kıyaktır.

    edit 3: çok basit bir olguyu unutmamak gerekiyor; bu üretimi, dağıtımı ve satışı serbest bir ürün.

  • ölmüş bebeğinin üzerinden prim kasmaya çalışan tiktoker'ın zırvasıdır. ağır konuşmak istemiyorum ortada ölen bir bebek var, konuşsam oldukça can yakabilirim... hesaba yüklenen bir videoda kompresörü çalıştırmayı unutmuşlar...

    çocuğun ceset torbası içerisindeki fotoğrafını bile paylaşmış... allah akıl fikir versin. umuyorum (maalesef) üzüntüden yaşadığı psikolojik çöküntü kaynaklıdır bu ve destek ile çözülür. aksi durumda prim kasmak için bunu yapıyorsa diğer çocuğunu da almak lazım elinden...

    edit: ceset torbalı fotoğraflar silinmiş. (kaydetmedim, bu nedenle sormayınız.)

  • milattan sonra 17 temmuz 122 tarihinde roma imparatorluğu tarafından gemellus isimli yardımcı* askere verilen askeri hizmet tamamlama diplomasıdır: görsel. bu diploma aynı zamanda ilgili şahsa roma imparatorluğu vatandaşı olmayı da bahşeder. hem emeklilik, hem teşekkür, hem vatandaşlık belgesi hem de diploma işlevini görür. şu estetiğe, şu inceliğe bakar mısınız? hayran olmamak elde değil.

    bu tarz diplomalar roma imparatorluğu'nda roma vatandaşı olmayan auxiliary birliklerine, (tam karşılığını bulamadığım için yukarıdaki paragrafta "yardımcı birlik" olarak çevirdim. auxilia birlikleri, augustus'un roma ordusunu tekrar organize etmesiyle birlikte roma dışındaki birliklerin de orduya alınma kararı sonucunda oluşturulan birliklerdir.) 25 yıllık ordu hizmeti bitiminde (denizciler için bu sürenin 26 yıl olması gerekiyormuş), ilgili tarihin imparatoru tarafından görev bitimi olarak verilirmiş. roma vatandaşlığı olma özelliğini de taşıyan bu belge sayesinde ordu hizmetini bitiren askerler vatandaş oldukları gerekçesiyle çeşitli avantajlar (vergi muafiyeti, hizmet bitimi öncesinde doğan çocuklarının da roma vatandaşlığına geçirilmesi vs.) ederlermiş.

    diplomalar, birbirinin bire bir aynısı olan iki adet bronz tabletin üzerindeki deliklerden bronz bir tel ile birbirleriyle bağlanması suretiyle yapılırmış. niçin iki adet kopya halinde yapıldığı sorusu ise roma imparatorluğu'na olan hayranlığı bir kez daha artıracak cinsten. öndeki tablet günlük kullanım için yapılmış. şayet herhangi bir durumda öndeki tablenin sahte olduğuna dair bir şüphe ortaya çıktıysa diplomanın hemen ikinci sayfasındaki bölüm açılır; ikinci sayfanın birinci sayfayla aynı olup olmadığına bakılır; eğer aynıysa da ikinci sayfa üzerindeki mühürler (diplomanın takdim edilişi esnasındaki şahitlerin mühürleri) sökülerek diplomanın orijinalliği teyit edilirmiş. her ince ayrıntıyı düşünüp gerekli tedbirleri alan kadim roma imparatorluğu... 25 senesini roma ordusuna verme gururunu sahip olduğu diplomayla belgeleyen bir asker emekliliğini bu diplomayı yanına almak şartıyla roma toprağına ait olan herhangi bir yerde geçirebilirdi.

    gördüğümüz şu basit diploma bile roma impratorluğu'nun zamanının ne kadar ötesinde bir uygarlık olduğunu kanıtlıyor. roma imparatorluğu'nun niçin en büyük imparatorluk haline geldiği hakkında bir fikir verebiliyor. günümüzden 2000 yıl önce romalı olmayan askerlere roma vatandaşlığına geçme fırsatını verirsen; ve bu fırsatı da kimsenin itiraz edemeyeceği bir şekilde hakka ve hukuka uygun bir şekilde belgelersen, ülke dışındaki bütün birlikler roma ordusuna layıkıyla hizmet edebilmek için birbiriyle yarışır. hizmet sonunda sahip olacakları diploma sayesinde kimsenin de haklarına gasp etmeyeceğinden emin olduktan sonra ordudaki liyakat artar. bu durum yalnızca askeri sistem için geçerli değil. toplumun her kesiminde hak ve hukuka bağlı bir sistemi oturtup bütün vatandaşların bu hak ve hukuk kapsamında faydalanabilmesini sağlarsan zamanının en önde gelen uygarlığı olursun. en iyi asker de sana hizmet etmek ister; çünkü 25. yılda vatandaşlık verileceğini hak ve hukukla garanti etmişsindir. en iyi bilimadamı da çalışmalarını senin ülkende yapar, en zengin tüccar da senin ülkende ticaret yapmak ister, en iyi mimar eserlerini senin topraklarında inşa etmek ister vs vs.

  • siz tatsız tuzsuz çorba + köfteye anasının nikahını ödemenin pişmanlığını yaşarken gözünüze ilişen , tesisin manavından üç-dört adet meyve alıp bunları büyük bir iştahla kemiren dayılar .

  • bazen kime ait olduğu belli olmayan isimlerdir.

    durum diye bi kayıt yapmışım zamanında aradım durum ne abi dedim çıktı geliyor dedi. dürümcüymüş..

  • içinde un ve şeker olan her şeyi hayatımdan fırlatıp attıktan sonra elde ettiğim başarıdır.

    bu kararımın öncesinde, bitmek tükenmek bilmeyen bir kilo mücadelem ve bu mücadeleme rağmen kurtulamadığım bir göbeğim vardı.

    göbek derken, normal bir göbekten değil, belimin etrafını 360 derece sarmış olan bir otomobil lastiğinden bahsediyorum..

    ve bu hiçbir işe yaramayan kilo mücadelemde sabahları, yulaf ezmesi ile süt veya 3 haşlanmış yumurta ile iki dilim kepekli ekmek yiyordum..

    öğlenleri, ev yemeği türünden bir yemek ya da etli veya tavuklu bir salata ile iki dilim kepek ekmeği yiyordum..

    akşamları ise yine öğlen yemeğindeki gibi bir yemek ve yine iki dilim epek ekmeği yiyordum fakat, kendimi sürekli aç hissediyordum.

    dolayısıyla, bir taraftan bu yemek düzeni ile zayıflama savaşı verirken, diğer taraftan da sürekli birşey yeme isteğime hakim olmaya çalışıyordum ama çoğunlukla olamıyordum.

    düşünün, sabah sekizde üç haşlanmış yumurta ile iki dilim kepek ekmeği yemişsin, saat 11.00 olduğunda tsunami gibi bir açlık hissi geliyor üstüne üstüne ve sonra, öğleni zor ederek saat 12.00 gibi öğle yemeğini yiyorsun ama bu defa da yemek sonrasında feci bir tatlı isteği başlıyor..

    direniyorsun, yemiyorsun, ama sonunda yiyorsun.

    yemekle de bitmiyordu yaşadığım sıkıntılar çünkü, her yemekten sonra üzerime çöken uyku isteği yüzünden, yaşayan bir ölü gibi hissediyordum kendimi.

    sonunda öyle bir hale geliyor ki insan, yemişim diyetini diyor ve sabahları poğaça, açma, börek, öğlen ve akşamları ise doyana kadar yemek devri başlıyor.

    yedikçe şişiyorsun, şiştikçe yiyorsun ve her gün biraz daha çirkinleştiğini gördüğün halde, hiçbir şey yapamıyorsun.

    tam olarak böyle bir durumdayken, sordum kendi kendime, beni en çok krize sokan şeyler ne diye..

    bu sorunun cevabını, yıllardır biliyordum aslında ama, cevap işime gelmediği için, sormuyordum kendi kendime.

    sonunda sordum ve cevabı da kabul ettim.

    sorunun cevabı, şeker ve undu.

    bu iki beladan kurtulamazsam, bedenimi sarmış olan yağlardan kurtulmanın hiçbir yolu yok dedim kendi kendime çünkü, her ikisinin içine neler ekleniyorsa, uyuşturucu gibi müptelası olmuştum, şeklerli ve unlu olan her şeyin.

    bu kararımın sonrasında, yemek düzenimi sil baştan değiştirdim.

    sabahları iki büyük kapya biberi dilim dilim kesiyorum, bunun içine de 4 adet küçük salatalık doğruyorum ve bunlarla birlikte, iki dilim beyaz peynir yiyorum,
    üstelik en sevdiğim türü olan yağlı ezine türünden.

    tabii ki, ekmeksiz olarak.

    veya, tereyağı ile 3 yumurtalı bir omlet yapıyorum ve mevsim yeşillikleri eşliğinde yiyorum, baş düşmanım olarak kabul ettiğim ekmeği, aklıma bile getirmeden.

    öğlenleri ise et, balık, tavuk veya hindi yiyorum, yanında domatessiz (hormonlu ve şeklerli olması nedeniyle) zeytinyağı, limonu, sirkesi, maydanozu bol olan bir yeşil salata ile, yine ekmeksiz olarak.

    akşamları da yine, öğlen menümdeki seçeneklerden birini tercih ediyorum, ekmeği hiç düşünmeden.

    sonuç ?

    öğün aralarında yaşadığım acıkma krizleri bitti, acıkma krizlerinin arkasından gelen tatlı krizleri gitti, tatlı yedikten sonra gelen uyku isteği, göz kapaklarımı terk etti.

    çünkü, unlu ürünler şeker isteğini, şekerli ürünler acıkma isteğini, bu ikisi de uyku isteğini tetikliyor.

    dolayısıyla, un ve şeker adlı endüstriyel zehirlerden kurtulduğunuzda, bedeniniz de sağlıksız, çirkin görüntüsünden kurtuluyor.

    ve bu kurtuluşla birlikte, bir türlü veremediğiniz kilolar gidiyor çünkü, bedeniniz kendisi için gerekli olan besinleri aldığında, başka birşey istemiyor, sizi deli etmiyor.

    sonrasında ise, başlıyor bedeninizdeki yağlar yanmaya..

    bir bakıyorsunuz, 55 günde 117 kilodan 97 kiloya düşmüşsünüz..

    üstelik, spor yapmadan, günlük hayatınıza aynen devam ederek..

    şimdiki hedefim, 85 kiloya inmek ve o kiloda kalmak.

    önce 90 kiloya ineceğim ve sonra spora giderek, son 5 kiloyu da spor eşliğinde vereceğim.

    sonrasında ise, un ve şeker adlı iki hayat düşmanını bir daha aklıma bile getirmeyeceğim çünkü, bu ikisinin var olduğu bedenlerde, sağlık ve güzellik olmaz, olsa da kalıcı olmaz, olmuyor.

    yaşadım, biliyorum.

    olmuyor, olmaz, olamaz.

    edit :

    bu entry tarihinden 21 gün sonrası (bugün) itibarıyla, 85 kiloya inebilme hedefime adım adım ilerliyorum.

    ve bu süreçte, şaşırtıcı olaylar olmaya devam ediyor.

    mesela, on beş dakika yürüsem basınçtan patlayacakmış hissi veren ayaklarım halen aynı ama yürüdüğüm mesafeler aynı değil.

    aynı değil de ne kadar derseniz vereceğim örneği izmirliler bilir, pasaport iskelesinden inciraltı'ndaki arabalı vapur iskelesine kadar hızlı tempo olarak gidiyorum ve dönüyorum ki, bu yürüme, 3 saat civarı sürüyor.

    bu mesafeyi istanbul diline çevirirsek, kadıköy'den fenerbahçe'ye kadar gidiş geliş gibi düşünün.

    devam edelim..

    mesela, kollarımın üzerindeki kahverengi geniş lekeler..

    herkes yaşlılıktan diyordu sanki 70 yaşındaymışım gibi ama yaşım aynı, lekelerin hepsi gitti.

    mesela, cildimdeki kuruluğun gitmesi ki bu, yüzümde inanılmaz boyuttaydı.

    mesela, bacaklarımda olan şişlik ki bu ödemden başka birşey değildi, onlar da komple gitti.

    mesela, tatlıya ve unlu mamüllere karşı olan olağanüstü ilgim..

    bakın azaldı demiyorum, komple bitti.

    bu arada;

    paylaştığım bu süreç sonrasında çok sayıda yazar arkadaştan mesaj aldım, vaktimin elverdiğince tek tek cevapladım, aynı başarıyı kendilerinin de elde edebileceğini söyledim ve buna, kesinlikle inanıyorum.

    bir de paylaştığım bu süreçle ilgili yazılan entrylerin bazılarına cevaplarım olacak..

    yalandır diyenler var..

    güldüm geçtim..

    çok sağlıksız, çok zararlı diyen var..

    hayatımda hiç olmadığım kadar dinç ve güçlü hissediyorum kendimi.

    inanılmaz diyenler var..

    evet ama inanılmaz olanları da hep inananlar başarır ve bu herkes için geçerli, bana özel değil.

    bu ketojenik diyet, haberi yok diyenler var..

    ben diyet yapmıyorum, yeme içme alışkanlıklarımı sonsuza kadar değiştirerek, içinde un ve şeker olan herşeyi hayatımdan çıkarttım.

    siz bunu isterseniz ketojenik diyet olarak adlandırın, isterseniz daha yaratıcı adlar bulun fakat işin gerçeği bu.

    un ve şeker, sağlığın baş düşmanıdır ve bu düşmanların bedeninize girmesini engellediğinizde, bunların neden olduğu yıkıcı savaşlar da sona eriyor bedeninizde ki ben bunu, bizzat kendi bedenimde gözlemliyorum.

    şişmanları aşağılıyor diyenler var..

    vallahi kimse kusura bakmasın ama bir insan için iki şey çok kötüdür. 1- pişmanlık 2- şişmanlık

    bende birincisi hiç olmadı ama ikincisi yüzünden hayatım her yönden hiç olmadığı kadar zorlaştı.

    yani düşünün..

    benim şu an itibarıyla verdiğim kilo 25 ve bu iki adet dolu aygaz tüpü artı, bir kilo demek.

    madem öyle, bir kilo ağırlığı boynunuza asın, sağ ve sol elinize de birer dolu aygaz tüpü alın ve öyle gezin gece gündüz, ne diyeyim..

    ve buna rağmen şişmanlık iyi birşey diyen varsa, ben de allah akıl fikir versin diyorum.

    bu arada birkaç detay vermek istiyorum, yediklerimle ilgili olarak..

    salatam sadece ıceberg ve maydanozdan oluşuyor ve bir orta boy iceberg marulun içinde iki demet maydanoz doğruyorum çünkü, maydanoz vücuttaki ödemi atmaya yardımcı olması, "tok tutması" ve diğer birçok faydası nedeniyle, hayatınızda daima var olması gereken bir mucize.

    salatamın içine domates koymamanın nedeni, yediklerimizin domates değil, domates görünümlü kimyasal toplar olması ve içinde şeker de bulunması.

    salatamın zeytinyağı ile birlikte olmazsa olmazları ise, hem limon, hem sirke.

    her salataya bir limon ve yarım kahve fincanı kadar sirke ekliyorum.

    çok önemli bir diğer detay da günde asgari 3 litre su içiyorum ki bu, hayat sigortam resmen.

    bu miktarın 1.5 litresini "sade" olarak eve geldiğimde yatana kadar, 1.5 litresini ise "içine bir limon sıkarak" gün boyunca içiyorum.

    sabahları aç karnına bir nescafe içiyorum, bağırsak çalışmasını gerçekten hızlandırıyor.

    kahvaltı sonrasında ise bir fincan yeşil çay içiyorum, bu da metabolizmayı koşturuyor.

    evet, diyeceklerim şimdilik bu kadar..

    gelişmelerle ilgili olarak, ileride tekrar bilgi vereceğim.

  • 2002 dünya kupası dendiği zaman 3 şey anılarımda canlanıyor

    1. annem hayati bir ameliyat olmuştu, yoğun bakımda yarı baygınken bir tek beni aldılar yanına, bana ilk cümlesi şu olmuştu, "brezilya maçı noldu, yendik mi?"
    2. ilhan mansız'ın enfes çalımı ki biz bunu sokaklarda bol bol yapardık, sıkıysa o maçta yap derler adama...
    3. hasan şaş'ın içinde uranyum varmışçasına durmaksızın koşması...

    dikkat ettimde hepsi aynı gün ve aynı maç ile ilgili :)