hesabın var mı? giriş yap

  • sanırım yaklaşık dört yaşlarında, bir gün kiliseye gider. çok güzel bir ilahi çalmaktadır.* mozart kilisedeki din görevlisine bu ilahinin notalarını istediğini söyler. kilise görevlisi veremeyeceğini, böyle bir şey yapamayacağını söyleyerek mozart'ı tersler. bunun üzerine mozart, ''peki aynı eseri bir daha ne zamn dinleyebilirim,'' diye sorar. papaz, ekşi bir yüz ifadesiyle ''önümüzdeki sene, bu gün...'' der. seneye aynı gün mozart elinde kağıt kalmle ilahiyi dinlemek için gelir... * * ilahi nihayet çalmaktadır... bittikten sonra din görevlisinin yanına gelir ve ''alın size ilahinin notaları'' der. çalan ilahinin notalarını gören din görevlisi şaşkınlık içinde bakakalır.

  • bunların ağzından hırsız kelimesini duyunca katıla katıla gülüyorum.

    tanım: rüyalarını sözlüğe yazan ak-gezen başlığı.

    edit: başlık sanırım başıma kalmış. (bkz: swh)

  • geçen yine metrobüs bekliyorum hiç boş gelmiyor. neyse bir tane geldi tek kişilik bir boşluk vardı lego gibi girdim oraya. tetriste çubuğu bekler gibi beni bekliyormuş meğer. neyse gidiyoruz çok şükür binebildim falan diyorum.

    metrobüsle durak arasındaki sınırı benim, yanımdaki dayının, en uçtaki şişman abla ve diğer kapının yanındaki zayıf bir abinin ayakları çiziyor. akıncı beyi gibi en uçtayız. 300 spartalı gibi elimizde mızraklar adam girmesi imkansız. sonraki durakta kapılar açıldı. inen yok. duraktakiler kedinin ciğer bakışı gibi büyük bir beklentiyle bir bize bir ayaklarımıza bakıyor. girecek ufacık bir boşluk bir aralık arıyor.

    sonra kalabalığın içinden bıyıklı bir dayı geldi. şöyle bir baktı. 4'ümüz adama bakıyoruz. benim gözüm zayıf abide. içimde dayanın aslanlarım dayanın diyorum. sonra duraktaki bıyıklı dayı tahmin ettiğim gibi zayıf abinin oraya sıçradı. ama orada boşluk yok. girmesi imkansız. sıçradı geri düştü. sonra bir daha atladı. bu sefer tutundu. zayıf abi bildiğin jilet gibi kapıya yabıştı. o yabıştıkça biz zip gibi rarlanıyoruz. ama durmuyor bıyıklı dayı. adam sığ havuzda yüzmeye çalışır gibi körüğe kadar imkansız bir şekilde ilerledi. zayıf abi artık kapıyla bütünleştiği için büyük bir gedik oluştu kapıda. sonra umutla bekleyen insanlar walkind dead'deki zombiler gibi hurraa kapıya yüklendiler, açılan o delikten abartmıyorum bi 8 9 kişi girmiştir.

    bu sırada ben oluşan tsunamilerle kendimi nefes nefese tekerlek üstü koltukların orada buldum. gözlerim bizim ekibi aradı ama hepimiz metrobüsün farklı noktalarına savrulmuştuk artık. zayıf abi ise metrobüs şehidi olarak kutsal şehadet şerbetini içmişti. seni unutmayacağım zayıf abi.

  • baz modeli için istenen rakam doğru ise dacia satışlarını arttıracak modeldir a3.
    3 renk dacia alır onlara binerim, panpalara konvoy yaparım, fransa boykotu olursa rengi ilk solanı yakarım, bir şey daha yapabilirim ama teknik olarak zor, o derece.

  • milletin kolu bacağı koparken bazılarının buna tanıklık etmeyi rahatsızlık olarak görenleri göstermiştir.

    millet ölüyor sayın gerizekalı. sen de fotosunu görmekten mi rahatsızlık duyuyorsun?
    ilgili sayfalara girme ve o yalan hayatına devam et madem.

    burada gelip baktığın şeyler hakkında ne ağlıyorsun?

  • yollar daha dar, evler daha küçük, toplu taşıma daha yaygın. mesela 305 km ile dünyanın en uzun metro hatlarından birine sahip tokyo. ülkenin geri kalanı da hızlı tren ağlarıyla örülü. öyle ki başka bir şehirde yaşayıp her sabah bunlarla işe gelip giden insanlar bile var. ülke koca bir amsterdam zaten, bisiklete binmeyen yok.

    ülkede otopark çok büyük bir sorun olduğu için sarı plaka, yani "kei" dedikleri 0.66 litreden küçük motor hacmine sahip arabaları var. devlet de "araba alacaksanız bunu alın" diye teşvik ediyor. ülkede araba park etmek büyük bir sorun olduğundan çok katlı otoparklar var, hatta sepet gibi bir aletle arabaların altlı üstlü sıralandığı asansörlü sistemler var. yer kazanabilmek için her metre kareyi değerlendiriyorlar. araba alırken devlet size önce park edebileceğiniz yeri soruyor, "nereye bırakacaksın arabayı?" diyor. park yerin yoksa ya otopark kiralayacaksın ya da araba almayı unut. bazı evlerin önünde ufak bir araba bırakacak alan oluyor. millet eline cetveli alıp oraya sığacak büyüklükteki arabayı alıyor bu yüzden. biz araba alırken o kağıt üzerindeki uzunluk genişlik gibi değerlere bakmayız bile ama o değerler bir japon için hayati öneme sahiptir.

    nüfusu ülkenin büyüklüğüne göre hesaplayınca japonya dünyada ilk sıralarda yer almaz. ancak göz önüne alınmayan bir durum vardır, o da japonya'nın %76'sının dağlardan oluştuğu gerçeği. coğrafi nedenlerden dolayı japonya'nın çok küçük bir bölümü yerleşim için uygundur. bu yüzden dünyanın en kalabalık şehrine (tokyo) sahiptir bu ülke. tokyo'da km2 başına 6,200'den fazla insan düşer. bu sayı, new york'un iki katıdır.

    ayrıca nüfusu resmi olarak 126 milyon gözükse de japonya, çifte vatandaşlığı kabul etmeyen bir ülkedir. bu yüzden hem çin, kore, tayvan gibi asya ülkelerinden hem de dünyanın geri kalanından milyonlarla ifade edilecek kadar çok sayıda nüfusu vardır. bunlara da kendi vatandaşı gibi bakar.

    üstelik japonya dünyada en çok yabancı turist alan ülkelerden biridir. adamlar bu yüzden kapsül otel diye bir şey buldular. tokyo yıllık ortalama olarak 30-35 milyon yabancı turistle genellikle birinci sırada yer alır.

    yani kağıt üzerinde dünyanın en yoğun nüfuslu ülkesi olarak gözükmese de gerçekte dünyanın en yoğun nüfuslu ülkelerinde başı çeker.

    edit: monako çok ufak bir ülke olduğu için yoğun olarak çıkar nüfus ama fransa'nın topraklarını kullanır. fransa'nın geniş bayırlarıyla birlikte görürsünüz burayı. avrupa vatandaşıysanız zaten avrupa içinde serbestlik var. elini kolunu sallayarak geçebiliyorsun. avrupa'da bizdeki gibi bir sınır kavramı yok. buradaki lihtenştayn, vatikan, monako vs. gibi ufak tefek yerler ülke statüsünde olsa da gerçekte ne kadar ülke oldukları muammadır. tarihte birkaç saçma sapan olaydan dolayı patlak dondan ülke olarak fırlamış yerlerdir. zaten etrafında bulunan ülkelerin belediyeleri gibidir bunlar.

    edit2: valla böyle bir entry'nin ekşi şeylere girmesine şaşırdım. başlıktaki bazı entry'lere tetiklendiğim için sert bir üslupla yazmıştım bunu. bu yüzden affola diyorum.