hesabın var mı? giriş yap

  • öğrencilerimle sohbet ederken içlerinden birisi " hocam macbeth'i izledim. ne çirkin karısı varmış yaa... " dedi ve macbeth ile ilgili üç beş dakikalık bir muhabbet döndü aramızda.

    şekspir'in 17. yy.'da yazdığı bu şaheseri ben de çok beğenirim. bu arada kadir mısıroğlu'nun " sheakspeare'in gerçek adı şeyh pir'dir* " şeklindeki iddiasını da kendi üslubumca çocuklara anlattım da gülmekten ölecekti yavrucaklarım.

    evet, macbeth! belki de şekspir'in en popüler tragedyası.
    ilk gösterimi 1606 yılında gerçekleştirilen bu eserin payitaht'a gelişinin ve buradaki gelişiminin öyküsü de bilinesidir.

    bu arada şekspir ve osmanlı isimleri birbirlerine uzak kavramlar değillerdir. william shakespeare'in meşhur eserlerinden othello'yu okuyanlar ya da sahnede izleyenler bunu göreceklerdir.

    macbeth'te ise konu tam bir iktidar trajedisidir. böyle söylememin sebebini biraz sonra daha iyi anlayacaksınız.

    yıl 1839.
    istanbul'da ahşap bir tiyatro salonu kurulur: bosco tiyatrosu. bu dönem, osmanlı'nın avrupalılaşma çabalarının da hızla devam ettiği bir dönemdir. inanmayacaksınız belki ama 19. - 20. asırlar arası o kargaşada istanbul'da sürdürülen sanatsal faaliyetler, şu anda bile yoktur bu şehirde.
    1844'te kapanan bu tiyatro salonunu mihail naum satın alır ve ismini de theatre de pera yapar. bu sahne bir dönem avrupa'nın en meşhur salonu olmuştur. paris'te, londra'da sahnelenmemiş operalar burada verilir ilk olarak. fakat iki yıl sonra bir yangın çıkar ve burası tamamen kül olur. bunun üzerinde dönemin padişahı sultan abdülmecid, saraydan buraya para aktararak yeniden bir tiyatro inşâ ettirir. üstelik buraya padişah için özel olarak " hünkar locası " yapılır. kapısı da ayrıdır ve padişah bazı akşamlar gelip burada opera seyreyler.
    hatta 1851'de padişah abdülmecid ve veliahtlar 5. murat, 2. abdülhamid ile 5. mehmed reşad birlikte operaya gelirler. bu o döneme göre muhteşem bir olaydır hocam. yani nasıl desem pek aynı olmayacak ama erdoğan, kılıçdaroğlu, bahçeli ve akşener'in birlikte haldun taner sahnesi'ne tiyatro izlemeye gittiğini düşünün!
    haber kanallarına bir aylık malzeme çıkardı değil mi?

    neyse geriye gidelim.

    yangından sonra yeniden inşâ edilen naum tiyatrosu'nda 1847'de yeniden açılışını macbeth ile yapar. lâkin bu macbeth, verdi'nin şekspir'in eserinden esinlerek besteleyip kurguladığı macbeth operası'dır. çok beğenilir ama bu operayı ne bir türk vatandaşı izlemiştir ne de padişah.

    aradan yıllar geçer.
    1867 yılına geliriz. artık osmanlı'nın padişahı sultan abdülaziz'dir.
    padişah, uluslararası paris sergisi'ni ziyaret edecektir. bunun üzerine fransa, namık kemal'in fransa topraklarından çıkmasını ister ve namık kemal, londra'ya gider. bilmeyenler için: namık kemal, türkçülük yaptığı için erzurum'a sürülmek istenmiş ama o paris'e kaçmıştır. yani osmanlı hanedanının düşmanıdır bir nevi.

    namık kemal, londra'da üç yıl kalır. hatta burada hürriyet gazetesi'ni dahi çıkarır ve londra'da sergilenen macbeth oyununu izlemeye gider. namık kemal, bu oyunu izlerken kendinden geçer deyim yerindeyse. çünkü anlatılanları osmanlı sarayı'nda yaşananlarla neredeyse aynı olarak görür.
    istanbul'a bir mektup gönderir ve oyundan bahseder.
    bunun üzerine aynı yıl naum tiyatrosu'nda şekspir'in bu ünlü eseri sahnelenir. sahnelenir de yer yerinden oynar.
    basın hiçbir şekilde bu oyunun oynandığına dair bir haber yazmaz. sahne önünde ayaklanmalar çıkar!
    şimdi insan soruyor tabii " bu ayaklanmayı gerçekleştirilenler oyunu nereden biliyordu? " diye. muhtemelen oyuna ve içeriğine dair hiçbir bilgisi olmayan tutulmuş adamlardı rahmetliler.

    1867 senesi istanbul'un macbeth yüzünden karıştığı bir senedir! insanlar neredeyse birbirlerine " sen macbeth'i savundun! " diyecek hâle gelmişlerdir.

    işte bu yüzden 1868'de naum tiyatrosu'nda muhteşem bir yemekli gösteri verilir. hem de neyin şerefine dersiniz?

    italya birleşik krallığı'nın birinci kuruluş yıl dönümü şerefine!

    sultan abdülaziz, avrupa'dan çok önemli misafirleri ağırladığı bu davette sanatçılara bol bol para da dağıtır!

    fakat kader!
    sultan abdülaziz, tahttan indirilip öldürülen son osmanlı padişahı olacaktır!

    " öyle kötü günler yaşıyoruz ki şimdi,
    insan ne yaptığın bilmeden hain oluveriyor! "

    ~ macbeth ~

  • house'un hastane içerisindeki bir hemşire ve bir doktor ile aşk üçgenine sıkışıp uzun uzun bakışmasıyla ve bir dönem mafyayla başının belaya girmesiyle geçecek bir dizi olacaktır.

  • yurtdışında masterchef: kendi yaptığım sosisi tütsüleyip, ızgarada pişirdim. yanında maitake mantarı ve füme acı biberden bir ekleme yaptım. ördek yumurtasını iyice çırpıp sous-vide tekniği ile hazırladım. buradan önce iki michelin yıldızlı bir şefin yanında 3 sene çalıştım. ondan önce de ülkenin en iyi 5 restoranından birisinde yardımcı şef idim.

    bizde masterchef: antrikot pişirdim. dedem öldü. yanında balkabağı püresi var. annem yatalak. üzerine de pırasa külü yaptım. bu arada babam da bizi terk etti. ben de okulu yarım bıraktım. bu arada kocam da beni hamile iken terk etti. çocuklarıma bakmak için ayda 2000 lira ile idare ediyorum.

  • herhangi bir aşağılama olmayan twittir. gündelik yaşamında fakirlik çekenlerin, zenginlik içinde yaşayanlara oy verdiğini söylemektedir, o kadar. yalan da değildir.

  • ilk kitaptan son kitaba, bir annenin sevgisiyle başlayıp, yine bir annenin sevgisiyle sona eren hikayenin kahramanı.

    her şey nasıl başlıyor? lily potter ile, onun sevgisiyle. o olmasa, voldemort ile harry'nin arasında durmasa sağ kalan çocuk da olmayacaktı, bizim ayıla bayıla okuduğumuz olaylar da.

    son kitaba gidelim. voldemort, harry'nin öldüğünü sandığında gerçeği öğrense, oracıkta harry'nin işini bitirirdi. ama narcissa, o çok değerli lorduna yalan söylüyor. çünkü oğlunun yanına, hogwarts'a girmesinin tek yolu bu. o anda galibiyet önemli değil, önemli olan tek şey oğluna kavuşabilmek.

    bu anneler çok farklı. lily potter ve narcissa malfoy. ak ile kara, gryffindor ile slytherin, harry ile draco kadar farklılar. farklı taraflarda savaşıyorlar. ama ikisinin de oğullarına duydukları sevgi, harry'nin hayatta kalmasını sağlıyor.

    yıllar sonra bile, böyle şeyleri hatırladıkça ya da fark ettikçe rowling'e olan saygım artıyor.

  • bir çizer gözüyle baktığımda, hiçbir sembol veya logo, tasarım ürünü olarak bu kadar sade ve bu kadar benimsenerek tanınmamıştır.

    bilindiği üzere olimpiyatlar mö 8. yüzyıldan ms 4. yüzyıla kadar yunanistan'ın olympia kentinde düzenlenen antik oyunlarından ilham almıştır. bir tarihçi ve bir eğitimci olan pierre de coubertin bu antik oyunların tarihi anlatılarından çok etkilenmiş olacak ki 1894'de uluslararası olimpiyat komitesi'ni kurar ve 1896'da da atina yani oyunların doğduğu topraklarda ilk modern oyunların yapılmasına öncülük eder.

    işte pierre de coubertin, 1896 yılında çıkılan bu yolda oyunların her dört yılda bir yapılmasına karar alınırken, oyunları simgeleyen bir logo ve ya sembolün olmadığı fark eder. girdiği bu yolu taçlandırmak için çalışmalara başlar.

    düşünceler içerisinde kaybolurken aklından dünyanın dört bir yanından insanlar, farklı dilleri, kültürleri ve renkleriyle yaşadıkları topraklarda, savaşlar, çatışmalar ve anlaşmazlıklarla dolu bir zamanı yaşıyorlardı. işte bu kaosun içinde barışın ve birliğin ne demek olduğunu unutmuş gibiydiler. insanlar, birbirlerini anlamak yerine, farklılıklarını kucaklamak yerine birbirlerine yabancılaşmışlardı dedi.*

    bütün çabalarını ve yukarıda anlattığım şeyi bir kağıt üzerinde oluşturması gerekiyordu. baron, uzun uzun düşündükten sonra aklına ülke bayrakları geldi. dünya üzerindeki her ülkenin bayrağında bulunan renkler, onun için bir ilham kaynağı oldu.

    sonuç 1913 yılında hazırladığı eskizle komitenin karşısına çıktı. hani ülke bayrakları aklına takılmıştı dedik ya onun için bayraklarda en çok kullanılan beş farklı rengi seçti. seçtiği renklerden oluşan daireler, mavi, sarı, siyah, yeşil ve kırmızıydı.... temelde her renk biri bir kıtayı(( afrika , amerika , asya , avrupa ve okyanusya) temsil ediyordu ve her biri farklılıkları ve çeşitliliği simgeliyordu.

    ayrıca mavi ve sarı renkler, umudu ve güneşi temsil ederken; siyah, yeşil ve kırmızı renkler ise toprakları, doğayı ve insanların renklerini yansıtıyordu. yine beyaz zemin ise barışı simgelekteydi.

    son olarak bu daireler ise insanları birbirine bağlayarak dünyanın birliğini ve insanların bir araya gelerek güçlü bir topluluk oluşturabileceğini gösteriyordu. olimpiyat halkaları, birbirini tamamlayan ve destekleyen renklerle, sporcuların ve ülkelerin eşitliğini ve dayanışmasını simgeliyordu.

    tüm bunları anlattıktan sonra gözler doldu ve komite alkışla beraber logoyu onayladı. tarihler 1914'i gösterdiğinde ilk kez pan- mısır oyunları'nda mısır'ın iskenderiye kentinde bayrak göklere çekildi. ancak 1914 yılında çıkan birinci dünya savaşı nedeniyle oluşan sevinç kursaklarda takılı kaldı. daha sonra tarihler 1920'yi gösterdiğinde resmi olarak belçika'nın antwerp kentinde düzenlenen yaz olimpiyatları'nda tüm dünyada görücüye çıktı ve kabul gördü.

    kaynak:1,2

  • 128 milyar dolar ile ne kadar alışveriş yapabileceğinizi gösteren bir internet sitesi.

    şurdan buyrun

    edit: ürünler arasına pudra şekerinin de eklenmesi gerektiğini söyleyenler olmuş. sonuna kadar katılıyorum.

    edit2: yeni ürünler gelmiştir...

  • bakın bu öyle alelade bir sorun değil ve hiç kimse bu konuda hiçbir şey yapmıyor.
    bu konuda ne bir haber okudum, ne de bir gündem çalışmasına şahit oldum.

    geçtiğimiz günlerde dayımın oğlunun bir bahis sitesinde hesabının olduğu ve dayımın kredi kartlarını kullanarak burada kumar oynadığını öğrendik.
    bahsettiğim çocuk 17 yaşında bile değil. babasının kimlik bilgileri ile üyelik almış ve binlerce lira kaybetmiş.

    eğer bu konuda bir istatistik çalışması yapılırsa, gençler arasında kumarın korkunç seviyelere ulaştığını göreceksiniz. rastladığım bazı instagram paylaşımlarında gördüğüm yorumlar ve illegal bahis sitelerinin takipçi kitlesi tamamen 15-25 yaş grubu gençlerden oluşuyor. araştırmalarıma göre gençler arasında gates of olympus ve sweet bonanza adlı oyunlar çok popüler.

    illegal bahis siteleri, gençlerdeki işsizlik ve parasızlıkla besleniyor.

    ortalık anne babasının kredi kartlarını patlatan, cebindeki parayı son kuruşuna kadar bunlara kaptıran mutsuz ve umutsuz gençlerle dolu.
    neticede bu insanlar henüz genç ve tecrübesiz, böyle şeylerden medet ummaları ve hatalar yapmaları kaçınılmaz.

    benim dahi telefonuma hiç alakasız numaralardan spam mesajlar geliyor. ben artık bu sitelere el altından imkan verildiğine ikna olmuş durumdayım.
    ekşi sözlük'ü bile dakikasında sansürleyen bir siyasi rejim, isterse bunların fişini anında çekebilir, ama kılını dahi kıpırdatmıyor.

    toplumu, anne babaları da bu konuda bilinçlendirmek gerek. aksi halde çok geç olabilir!

    edit: bir takım sığırlar reklam yaptığımı ileri sürmüş. olum siz ne art niyetli boktan insanlarsınız lan. örnekledim ki farkındalık yaratayım, sorunun odağında bulunan öğelere dikkat çekeyim. bok yeme diyince bokun reklamını mı yapmış oluyorum? sizin ben aklınızı...

    ayrıca daha şimdiden gelen onlarca mesaj, yardım çığlığı... durum sandığımızdan da korkunç. gençler ihmale gelmez, ilgi ve sevgiye muhtaçtırlar. bize düşen onları korumak, sorunu gündemde tutmak ve yetkilileri bu konu hakkında aksiyon almaya zorlamak. türk genci sahipsiz değildir. bu işin peşini bırakmayalım.

    mesajların sadece bir kısmı;

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    ek: arkadaşlar hepinize dönüş yapabilmem ve yaşadıklarınızı paylaşabilmem imkansız. bizler bu konuda daha fazla ne yapabilir, hangi önlemleri alabiliriz? lütfen sorunun çözümüne yönelik geribildirimlerde bulunun ve enerjimizi oraya yönlendirelim.

  • fırçalama değil, düzeltmedir. nevşin'i de dezenformasyon konusunda kibarca uyarmıştır. programı baştan sona izledim.

    öncelikle "almanya tarihinden ders almış bir ülkedir" diyenler 90'larda yakılan türk evlerini hatırlasın.

    gelelim konuya.
    türkiye'deki çerkeslerin dilinin yaşaması devletten önce, çerkeslerin sorumluluğunda diyor adam ki haklı. söylediği şey mantıklı, daha çocukluktan ana dilini öğretemezsen yeni jenerasyona, dilin tabii ki kaybolur.

    nevşin'in iddia ettiği gibi asimilasyon ciddi bir konudur. sistemli bir çabadır. türkiye'nin ise çerkes kültürünü asimile etmek gibi bir davranışı yok. korumak için de yok. nötr.

    bugünden bakarak geçmişi değerlendiremezsin. mesela bak bugün nasıl ki almanya'daki türkler kendi dillerini koruyor, türkiye'deki ermeniler ermeni okullarında çocuklarına dillerini öğretiyor. tamam maarif kanunu var. tamam ermeniler lozan'daki azınlık maddelerinden faydalanıyor.

    ama türkiye cumhuriyeti vatandaşı çerkes kökenli birinin vakıf kurma ve meb'e bağlı bir okul açmasına engel var mı? yok.
    bu okulda seçmeli ders olarak çerkesçe okutulabilir mi?
    https://www.cerkes.org.tr/…i-ders-olarak-okutulacak
    okutulabilir.

    yine meb'e bağlı okul bünyesinde bir dil kursu (ingilizce kursu gibi) açılabilir mi?
    kanunen bunda da bir sıkıntı yok.

    mevzu tamamen bütçe ve birilerinin elini taşın altına koymasıyla ilgili.

    ilber'in söylediği çok basit, sen önce kendi kültürüne değer vereceksin. sen yaşatmak için çabalayacasın. bu senin sorumluluğun.

    nevşin'e almanya örneğini vermesinin sebebi de siz kendi suçunuzu hafifletmek için "ama türkler de asimilasyoncu, ama fransızlar da şöyle, ama bulgarlar da böyle" diye dezenformasyon yapıyorsunuz, buna dikkat edin diye uyarıyor.

    not: nevşin daha ilk dakikada "yörükler de asimile oldu mesela" diyerek kullandığı kavramlardan ne kadar bihaber olduğunu gösteriyor.

  • o memurun da yarı eleştiriyi hak ettiği aptalca espri kasılmış düşük düzeyli bir merasim.

    memur diyor ki; kimsenin etkisi altında kalmadan kendi hür iradenle vs vs vs..
    el cevap: son kez bir anneme bakayım, ne diyorsun anne? (salakça el hareketleri, manavdan karpuz alır gibi)

    bostan korkuluğu memur efendi, desene beyefendi beni duymadınız sanırım kendi hür iradenizle demiştim kimsenin etkisi altında kalmadan diye.

    okuduğunu geçtim, duyduğunu bile anlamayan ve kendince şaka yapan damat ve bununla evlenen kadın. gelecek zamanda başına be gelirse hak ettin şimdiden söylemeli.

    hep diyorum: (bkz: #142965722)