• kafasindan cikarmadigi bir kalpagi vardi bu amcanin.
  • bu zâtın kurtuluş savaşında sarıklı mücâhitler isimli bir kitabı vardır ki bu topraklar üzerinde yaşamakta olan herkesin alıp en azından sayfalarını bir karıştırması elzemdir.

    bu eserin ithâf kısmında şu ifâdeler yazar:
    yüksek islâm enstitüleri, imam-hatip mektepleri ve kur'an-ı kerim dershânelerinin millî şahsiyet ve mefkûremize dönüşü sağlayacak müstakbel mücâhitleri, nur yüzlü gençlerine.

    kitabın ilk basımı 1960'ların sonlarına denk gelir. yazar kitabı genç yaşlarda yazmıştır ve "olayların bir çok canlı görgü tanığı artık yaşamamaktaydı" gibi bir ifâde ile "keşke daha erken doğsaydım" mânâsında serzenişlerde de bulunmaktadır.

    bâzı diğer ses getiren kitapları :
    - macar ihtilâli
    - amerika'da zenci müslümanlık hareketi
    - lozan zafer mi hezimet mi?
  • ali şükrü bey adlı bir kitabı olan yazar.
  • gençliğinde taktığı ideoloji filitreli gözlüklerini çıkarmış olduğunu ümid ettiğmiz. hanedan sever.
    (bkz: kurtulus savasinda sarikli mucahidler)
    edit: katarakt vs... her türlü optik dert el'an devam etmekte.
  • her nedense vurulmasını, gurbet içinde gurbet kitabında yazdıklarıyle ifşa ettiği gerçeklerin, bir takım kimseleri ve çevreleri rahatsız etmesine bağlamadan edemediğim tarih araştırmacısı.
  • dün akşam hulki cevizoğlu 'nun ceviz kabuğu'nda hulki bey'in "..misak-ı milli'yi osmanlı padişahı ve meclisi onayladı mı? eğer öyleyse, osmanlı hanedanı ile mustafa kemal aynı hedefle bu vatanı kurtarmıştır..tarihimizle barışmamız lazım.." temalı sözlerine, istanbul'dan ".. yaa..yaa.. bravo.." şeklinde hafif iç geçirmelerle destek vermiş saltanatçı.

    efendim ayrıca şunu belirtmek isterim; bu adamın kitapları korsan kitap gibidir. yazılar karışık, kitap kapak tasarımları öylesine sadedir ki, gören der ki; "fotokopici işi bu.."
  • cevizkabuğu'nda ağzından tükürükler saça saça, ''yunan adalarında, halep'te türk bayrağını göremiyorum, kahroluyorum! oralar türktür, misak-ı milli sınırları içindedir!'' şeklinde bağıran, bağırırken gözleri dolan ve çay içmeye başlayan, her halinden 100 yıl öncesinde kaldığı belli olan şeriatçı.

    akçaabat doğumludur, milli selamet partisi'nde görev almıştır. 12 eylül'de yurtdışına kaçmış ve vatandaşlıktan çıkartılmıştır. müsiad yönetim kurulu üyesi akp'li sunusi mısıroğlu'nun babasıdır kendisi.
  • çocuk denecek yaşlarda kitapları okunduğunda travmatik bir geçmiş yaratabilen yazar. 80'li yılların başında kemalettin tuğcu ve ökkeş sonrası kerime nadir okumak yerine kitapları okunduğunda; o çocuk aklıyla milliyeti önemli değil ama bir insanın başka bir insana neler yapabileceğini öyle bir gazla anlatıyordu ki, 25 yılın ardından bile unutulmuyor okunanlar. fazla ciddiye alıp, dağlara çıkmak da vardı ama neyse yırttık...
  • az evvel vahdettin'le ilgili bir "belgesel"e goz atarken karsima cikti bu sahis, kafasinda fes ve ustunde kaftan benzeri bir giysi ile. bir an "bu ne lan?" demisim. amerika'da boyle giyinen insanlar genellikle society of creative anachronism (sca) nam bir eglenelim gulelim temali kulube uyedir (ya da bildigin tuhaftir), haliyle sasirdim. ama cok da tuhaf degil belki, gaziler de -hic olmazsa cumhuriyet kutlamasi yuruyuslerinde- kalpaklarini giyip gezinmiyorlar mi? nihayetinde kadir bey de kamera karsisinda fesini takip, tavrini belli etmis (ki tavrina katilmak, katilmamak, bunlar ayri meseleler. ben sahsim adina katilmiyorum.) bunlari, su anda yazarken aniden dusundum, o yuzden boyle bilincakissal bir entry oldu adeta.
  • benim için pazar günlerine en yakışan cinsten, uzanarak hem gazeteden yazı hem de ekşi kupamdan kapuççino yudumlama aktiveteme his katmış oldu mr. mısıroğlu. adının tvnet olduğunu sandığım bir kanalda (evet öyleymiş: http://tvnet.tv.tr/) sabah sabah pazarıma ortak oldu bu beyefendi. kendisini evvelden beri mezalimlere, hainlere, küffarlara ve benzeri haşaratlara (evet bazen haşarat der bunlara!) sövüp saydığı kitaplarıyla, çeşitli mekanlardaki dersleriyle takip ederdim. hatta bir keresinde ceviz kabuğu'nda da dile getirdiği gibi, düşmanlarının onun için "ajan" ve "kadir mısırlıoğlu" dediğini de bilirim. belki eskiden kitapları el altından satılırdı, ama artık el üstü, masa üstü, raf üstüdür yerleri, herkes istediği mr. mısıroğlu kitabına istediği zaman ulaşabilmekte.

    geçmişe inat mr. mısıroğlu artık tv köşelerinde saygın bir tarihçi olarak anılmakta, sözlerinin bir bölümü neo liberal aydınlarımızca baş tacı edilebilmekte. çünkü ortak haşarat ibresi aynı kalibreden güç alıyor, aynı yeri gösteriyor. işin tuhafı pazar sabahıma damgasını vuran iki şahıstan biri olan mr. mısıroğlu'nun ibresiyle, radikal pazar'da ailemizin bağımsız adayı baskın oran beyefendinin ibresi yine aynı doğrultudaydı. radikal'in eklerinin gecikmeli olarak internete aktarıldığını biliyorum, o yüzden doğrudan alıntı yapamıyorum; keza ek şu an masamın etrafında da görünmüyor, -üşeniyorum aramaya-, mr. oran üç aşağı beş yukarı "ulusalcılık ve chp'nin resmi söyleminin yarattığı migren ağrısı (büyük tehlike) varken, akp'nin yarattığı baş ağrısıyla (küçük tehlike) uğraşmıyorum, önceliğim farklı" diyorken, aynı anda tvde mr. mısıroğlu islam'ın dışlandığı, pis laiklerin rejiminde çektiği sıkıntılardan bahsediyor, hatta hızını alamayıp kendisini "ben büyük bir şairim" diyerek yere göğe sığdıramayarak -80'lerde yazmış olduğu- bir şiiriyle türkiye'de islam devriminin eşiğinde olduğumuzu ima ediyor. işin tuhafı şu, mr. mısıroğlu'nun tavrına aşinayım, söylediklerine yabancı değilim. yazılarını bir gerilim filmi izler gibi okurum. sanmayın ki, resmi söyleme ve mustafa kemal'e getirdiği eleştirileri kastediyorum, onun dışında eleştiri ve tarih yazımı anlayışının kendisi tüyler ürperticidir mr. mısıroğlu'nun. zaten kendisi de tvdeki programda tarihi anlatış tarzının ancak delilere özgü olduğunu, geçmişte deli raporu almak için, karşısındaki doktora yunan harbiyle alakalı anlattıklarını hatırlatarak örneklemiştir. "öyle şeyler biliyorum, öyle kanıtlarım var ki, türkiye'deki bütün bilinenleri altüst edeceğim!" diye başlayıp kimbilir neler demiştir!

    tabi, bu konuya gelmişken, devamını getireyim. mr. mısıroğlu sözü almadan önce ("sazı eline almadan önce") müsiad başkanı olduğunu sandığım bir beyefendi (başka biri de olabilir, şu an hatırladığım kadarıyla bilgiyi paylaşıyorum) türkiye'de kimi görüşlerin önünün, çeşitli yollarla kesildiğini hatta kimi görüşlere "deli saçması" havası vermek için, görüş sahiplerinin akıl hastanelerine kapatıldığını söyledi. jakoben bir rejimde pek şaşkınlıkla karşılanmaması gereken bir iddia. bu ülkede bu beyefendinin iddiasının bir gerçeği yansıttığını düşünüyorum, doğrudur, kimileri işkencelerle, kimileri debu ve benzeri yollarla bezdirilmiş, susturulmuş ya da en acı şekilde ortadan kaldırılmıştır. arabasına bomba konan mı ararsınız, mr. mısıroğlu'nun da kendi yaşadıklarından anlattığı gibi işkencelerle, içinde bulunmadığı olaylara sanki iştirak etmiş gibi, tutanakların altına imza attırılan mı, her türden sindirilme vakasını yaşamıştır adliye koridorlarımız, hapishanelerimiz, karakollarımız, hatta evlerimiz ve arabalarımız. ancak beyefendi görüşünü sunduktan hemen sonra, mr. mısıroğlu saz elinde, mevcut cezasını daha hafif çekmek uğruna bir akıl hastanesine kapatılmak için deli taklidi yapmış olduğunu söyleyince, bir garip oldum. yanındaki, müsiad başkanı olduğunu sandığım beyefendi yerine ben utandım. öyle ya ona destek babında bir laf etmişti, meğerse mr. mısıroğlu bilinçli bir şekilde kendini deli gibi göstermiş. şimdi bundan dolayı laik sistemin ne suçu olabilirdi?

    şimdi ben böyle diyorum diye, kimse nem kapmasın. zira herhangi bir gönderme amacı taşımıyorum, mr. mısıroğlu başına ne geldiyse, hepsinin laik sistemden kaynaklandığını söylüyordu. bu sistem onun, kendini deli gibi göstermiş olmasından bile sorumluydu. hatta laik sistem onun yazdıklarına karşı öyle acımasızdı ki, allah onu her daim korumak zorunda kalmıştı. şöyle ki, mr. mısıroğlu'na göre allah onu koruyordu, zira o sevilen bir kuldu ve rejimin kendisi dinsiz, imansızdı. örneğin mr. mısıroğlu şimdi şehrini anımsamadığım bir hapishaneye düşmüş, orada pala bıyıklı bir koğuş ağası onu öyle korumuş, kollamış ki; "bu adamı benim yanımdan alıp başka bir yere götürürseniz, burayı kana bularım" demiş de, ondan sonra laik sistemin ceza kesicileri, mr. mısıroğlu'nu başka bir hapishaneye almaya bile zorlanmış. mr. mısıroğlu'na göre bu, allah'ın onu korumasından başka bir şey değildir. araya bir de şu bilgiyi aktarıyor mr. mısıroğlu, ona göre bu sistem onu hapishanede şişletecekti. herhangi birinin görüşlerinden ötürü şişlenerek ortadan kaldırılması doğaldır ki, benim nefretimi ayağa kaldırır ancak. bu ülkede, "ortadan kaldırış"lara pek sık başvurulduğunu da düşünüyorum -yukarıda değindim buna-, ancak yine de mr. mısıroğlu'nun anlattıklarına inanasım gelmedi. "ne fena" bir insanın yaşamına dair bile yalan söyleyeceğini düşünebiliyorum, kötü niyetli miyim? hayır. pek fazla örnekle tecrübe ettiğim ya da başkalarının tecrübelerinden anladığım kadarıyla "bir tarafın tümüyle masum, diğer tarafın tümüyle suçlu" olduğunu ileri süren herkes yalancıdır. kendisine iyi davrandığını söylediği adamların iyi, kötü davrananların ise kötü olduğunu düşünmemizi istiyor. mesela yüksek rütbeli askerlerden biri, mr. mısıroğlu'nu, ona işkence etmesi için bir hapishaneye, dinsiz, solcu bir müdürün altına göndermiş. dinsiz olmakla yetinmeyip aynı zamanda solcu da olan bu müdürün ailesi dindar olmasına rağmen, kendisi şeytanın tekiymiş. ama müdürümüz, işkence etsin diye yanına yollanmış olan mr. mısıroğlu'nun dünya görüşünden öyle etkilenmiş ki, gel zaman git zaman anasının her namaz sonrası ettiği dualar kabul olmuş da, islam'ı onun sayesinde sevmiş, imana gelmiş. celladına aşık olan idamlık suçlunun yaşadığını yaşayan bir cellat durumu! dinsiz, solcu müdür, mr. mısıroğlu'na bir fiske bile vurmadan onu başka bir yere göndermiş. ve yüksek rütbeli askere gönderilmek üzere, rapora her gün şöyle vurdum, şöyle sövdüm, şöyle kanını akıttım deyu da notlar düşmüş. adamımız şeytanlıktan melekliğe geçiş yapmakla kalmıyor, yazılı raporlara da yapmış olduğu işkenceleri geçiriyormuş, düşünün işte ne adil adammış kendisi! insan, karşısında selam dursa yeridir!

    programda yaşanan trajikomik anlardan biri de, mr. mısıroğlu'nun başı ve bacağı açık kadınlarla alakalı sitem dolu bir anıyı anlatışıydı. şimdi detayını veremeyeceğim bir karşılaşma olmuş, bir grup kişi, bir mekanda yanılmıyorsam bir azeriyle karşılaşmış da, onunla aralarında şöyle bir diyalog geçmiş. azeri demiş ki (şiveyi yazıya aktaracak değilim, aksanıyla düşününüz), "sizin ülkenizde kadınların başları ve bacakları açık mı?", bizim grup şöyle cevaplamış: "hayır, herkes dininde, namazında niyazında". daha sonra azeri de boynunu bükerek "ama ben sizin tvlerinizi izliyorum, kadınlarınızın başları da bacakları da açık. dinden uzaklaşmışsınıuz. ve o başların, bacakların kapanacağı günü dört gözle bekliyorum." trajikomik olan gerçek olup olmadığını bile bilmediğimiz bir karşılaşmada bir azerinin salt tvde gördüklerinden hareketle yapmış olduğu bir çıkarım ve içine girdiği beklenti dehlizi değil, ya da türkiye'den bir grup insanın "vay be... adam haklı valla, kadınlarımızın başı açık, kıçı açık" şeklindeki kafa sallayışları da değil. mr. mısıroğlu'nun bu olayı anlattıktan sonra, programı sunan başı açık genç kadının (evet aynen böyle) ve diğer iki konuğun "inşallah inşallah... o günler gelecek..." diye (sesli) iç geçirip "benim ihtiyarlığım davanın gençliğine denk geldi" diyebilen mr. mısıroğlu'yla aynı heyecanı paylaşmış olmasıdır. öyle ya, programın sunucusu genç kadının başını örtmemesini sağlayan rejimin kendisi değil ki? beklentisi içine girdiği o "devrim günü" gelmeden de başını hem de istediği gibi örtemez mi? örter tabi ki. bana kalırsa hanım kızımız, mr. mısıroğlu'nun gerilim filmlerini andıran üslubundan etkilenerek mevcut durumunu unutuverdi. yani hem solu hem de dinsiz olan hapishane müdürünü imana getiren mr. mısıroğlu, sunucu kadının inanç bütünlüğünü de rayına sokmuş olması da mümkün. zira ciddi ciddi "islam devrimi"nin eşiğinde olduğumuzun dile getirildiği bir programda "inşallah inşallah..."larıyla da katkıda bulunan kadın sunucunun ruh halindeki dalgalanmayı başka türlü açıklamak mümkün mü?

    türkiye'de her şey tuhaf, her şey başka bir şeyin dejenere edilmesinden oluştuğundan, ya fikirler tümden çöpe atılası ya da tümden biat edilesi. her şey tuhaf dedim ya, mr. mısıroğlu da tuhaf. etrafında ona hoca diyenler de farklı değil, onun kitaplarını yasaklayanlar da. "batı bu kadar şeytani, zalim de neden ingiltere'ye kaçıyorsun?" diye soran yok. zaten "ingiltere neden zalim ki? sen insanların çıplak başlarıyla, bacaklarıyla uğraşıyorsun, bunu dert edinip, gavur memleketine sığınmayı hem de allah'ın seni koruması olarak algılıyorsun, bu nasıl iştir sayın tarihçi?" diye soran hiç yok. herkes kendi düdüğünden çıkan makama uygun hislenmelerle kendini tanımlıyor. kendini sadece kendi gibi olanların yanında huzurlu ve davud'a uygun hissediyor. pazar sabahı kapuççinosuyla, mısıroğlu'suyla bir güzel geçip gidiyor. sonra da hayat çok kısa diyoruz. ya ne olacağıdı allasen.

    söz konusu programdan kesitler:

    http://www.dailymotion.com/…r-msrolu-2008-mays_news
    http://www.dailymotion.com/…msrolu-2008-mays-2_news
    http://www.dailymotion.com/…msrolu-2008-mays-3_news
hesabın var mı? giriş yap