hesabın var mı? giriş yap

  • önder'in özgüveni, terbiyesi ve nezaketi beni çok etkiledi.. lafı gediğine oturtması, derdini ifade ediş tarzı ve vatanseverliği falan ilk saydığım hasletlerin ardından gelen, kadayıfın üzerine kaymak diyebileceğimiz mevzular..

    ayrıca yukarılardaki bir entride robert kolej ya da başka bir "amerikan" lisesinde okuduğu konusundaki tahmin yanlış.. önder güler bu forumda türkiye'yi temsil etmesi için gönderildiğinde eskişehir lisesi son sınıf öğrencisiymiş.. dönemin amerika birleşik devletleri başkanı ayzınavır'a* hediye etmek üzere lületaşından kendi elleriyle yonttuğu bir satranç takımı getirmiş yanında.. ve bu hediyenin sebebini izah ederken de: "çünkü sizin başkanınız da barışa, özgürlüğe ve tanrıya inanıyor, tıpkı türk halkı gibi" demiş..

    adam on sekiz yaşında kırk yıllık diplomat gibi hareket ediyor.. hayran kaldım..

  • babamın "okul nasıl gidiyor" sorusuna cevap vermeye çalışıyordum oysaki, gözüm dönmüş.

    + baba okula gidemiyorum. servis yok, ring yok, otobüsler ağzına kadar dolu. ben milletle sarmaş dolaş olmak zorunda mıyım? binip arabama mis gibi okula gitmek varken şu çektiğim pisliğe bak ya. senin bunlardan haberin yok tabii, benim bütün arkadaşlarımın arabası var.
    - arabası olmayan insanlarla arkadaş ol.

    babam olmuş sami abi. realistliğine kurban olduğum.

  • artık bir esprisi kalmamış mevzudur. 5 yaşımdan beri yılda en az 2-3 kez esenler otogarına uğrarım. günün her saatinde orada bulunmuşluğum vardır. bir kere bile ne işedim ne sıçtım. ''tuvalet ne tarafta dayı?'' diye esnafa sorduğunuzda takındıkları yüz ifadeleri ve ''hayır yapma'' tadındaki ''şu tarafta yeyenim'' diyerek gönülsüzce göstermeleri bile yeterdi. hiç gitmedim. yaklaşık bir ay öncesine kadar. otogara indim, çişim vardı, ''ekrem imamson tuvaletlerin reklamını yapıyordu internette bakak hele'' dedim ve saat sabah 6 gibi esenler otogarı tuvaletine girdim. mis gibi tuvalet. istanbul kart destekleyen turnikeler, full aydınlatma, geniş iç mekan, tertemiz pisuvarlar, helalar, lavabolar. peçetesi, suyu sabunu her yeri tertemiz. ne koku var ne bir pislik ne bir şey. aha şu vaziyette tuvaletler.

    bu mevzu da bazılarının hiç anlayamayacağı bir mizah unsuru olarak tarihteki yerini aldı artık. yeni tuvaletleri yapanların, düşünenlerin ve bu halde tutanların eline sağlık.
    konu kilit.

    öyle işte.

  • tonla yazım hatası barındıran tehdittir, şaşırtmadı tabii. chp'li belediye başkanları tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyormuş bak bak :). chp'li belediye başkanı; hükümete yakın rant peşinde koşan iş adamlarını, cemaatleri, katar emirinin annesi başta olmak üzere zengin arapları daha da zengin etmek için istanbul'un kuyusunu kazanlara karşı savaş veriyor. sen ne yapıyorsun peki? kimmiş delikanlı sen misin yoksa imamoğlu mu ?

  • sebebi çok basittir.

    mahallende, sokağında yola iki tane taş koyup su topu oynayamazsın.

    futbol yaygındır.

    lisede kola kutusunu ezip futbol oynamış bir neslin üyesi olarak söyleyebilirim ki ezilmiş kola kutuları yere vurduğunda sekmez. onunla basketbol oynama şansın yoktur.

    voleybol ve hentbol topu ile de hakeza bulduğumuz anda futbol oynardık.

    ulan bak sana ben nasıl anlatayım? voleybol oynamak için file bulamazdık, eskaza file denk gelirse de kendi icadımız olan (ki oldukça yaygındır) "ayak voleybolu" oyununu oynardık.

    sanırım anlaşılmıştır.

  • kinyas ve kayra, okudugum güzel kitaplardan bir tanesidir. hani; tüm elestirilerin ve yaklasimlarin disinda "okuyun len bunu" diyebilecegim..

    yazarin genc yasinin verdigi deneyimsizligin, kurgusal hatalarin/basitliklerin ve diger elestirilerin önemi yoktur; önemli olan bu kitap okunmaya deger güzel bir "yolculuk" kitabidir. cünkü hicbir zaman elinizden birakmak istemiyorsunuz. türlü monologlarla "sikici" bir eser olunmasi beklenirken yoluculuga cikar iken aldiginiz gerilim romanlari misali sizi sikmiyor. cunku sürekli size dokunuyor yazar. kinyas ve kayra'nin yasama bakisinda mutlaka ki sizden bir parca isliyor. üstelik bunu kimi zaman öyle siirsel bir dil ile yapiyor ki; cokca okudugunuz sayfayi yeniden okumak istiyorsunuz.

    zihinsel ölümün pesinde giden iki anti-kahraman. neden boyle bir ölümü gerceklestirmek istedikleri ilgimi cekmedi. kurgusal basitlikler de hicbir sekilde bozmadi. hazir birisi iyi olmus iken digeri kötü olsun gibi sonu bastan belli kurgular.. hicbir sey önemli degil. sadece yasama dair söylevlerindeki siirsel dil ve yakaladigi ayrintilar o kadar hos ki; elimden birakamadim. bir bes yüz sayfa daha olsa okurum, üstelik bitmesin bitmesin diye hayiflanarak.

    spoiler olarak belirtmek gerekirse; kayra'nin gercekdisi olarak algilanmaya musait zihinsel ölüme giden yolculugu; cok daha gercekci olan kinyas'in yasama dönüsünden daha gercekciydi. daha elle tutulur, daha bir ilgi cekici. kinyas'in yasama dönüsü okur iken zorlama bir kurgu gibi geldi.

    bu kitabi bir bas yapit olarak ele alirsaniz, tutunamayanlar ya da dostoyevski eseri kivaminda yaklasirsaniz bu güzellikleri kacirmaniz olasidir. elestirel gözle yaklasacak derece beklentileriniz olmamasi keyfinizi artiracaktir.

    yazar; 24 yasinda idi bu eser yayimlandiginda. her bakimdan saygi duyuyorum. elias canetti, dostoyevski degil ama onlar gibi genc yasinda ve ilk eserinde "muhtesem" bir basari yakalamistir .

    ilerleyen zamanlarda kaleminden cikan her türlü zehire talibim hakan günday'in.

  • ogrencilerle yaptigi konusmalardan bir tanesinde, sayisiz odul ve basaridan sonra bile hayatinin en mutlu yillarinin zorunlu hizmetle mardin'de ve köyünde doktorluk yaptigi zaman oldugunu soylemistir.