hesabın var mı? giriş yap

  • gelişmiş modern ülkelerde sokak köpeği yoktur

    bir tanesinde bile yoktur

    modern ülkelerde en önemli şey insan hayatıdır

    insan hayatından önemli hiç bir şey yoktur

    buna tehdit oluşturabilecek her şey yok edilir

  • amk yulmuş gibi uyandım.
    zaten 2 saat uyudum.

    annem ekmek al dedi. çıktım sokağa sessizlik var. sonra ankara belediye otobüsleri kornalar ve bayraklar ile geçti önümden, ekmek almaya yürüdüm ve başladı ağlama.

    kontrol edemedim lan ağlamamı.
    gece boyunca gördüklerimden sonra ciğerim parçalandı.

    markete gittim, gazete istedim. adam güldü, yok dedi.
    başka markete gittim orada da yoktu.

    sonra ağlayarak eve döndüm.

    ben bugün parka gidecektim, elimde pc ile çalışıp, ufaktan kahvaltı yapacaktım.
    yarın da arkadaşlar ile piknik yapacaktım.

    sahi ne oldu?

  • kediler sürü halinde gezip insanlara saldırmıyorlar. konuyu vahşi, insan yiyen sokak köpeklerine getireceksiniz eğer.

  • eski bir lc waikiki satış danışmanı olarak bela okuduğum kadındır. kabinlere ped yapıştıranlar, donu yırtılırcasına osuranlar, soğan gibi ter kokanlar .... insanlıktan soğuttular beni allahın belaları.

  • antik yunan filozofları açısından doğru bir tespittir.

    ayrıca bu durumun 3 farklı nedeni olması gerektiğini düşünüyorum bu küçük aklımla.
    birincisi, zeytinyağı ticaretinden gelen zenginlik ve ölü sezonun yarattığı boş zaman.
    ikincisi, özgür demokratik ortam. (bkz: eski yunan demokrasisi)
    üçüncüsü, pers ve mısır kültürüyle tanışmanın yarattığı füzyon.

    antik yunan filozoflarını doğum yerlerine göre özet geçersek:

    thales: miletli thales diye anılıyor. ilk filozofumuz aydın iline bağlı balat köyünden. köy bafa gölüyle ege denizi arasında kalıyor. hayatı boyunca da bolca atina senin, mısır benim geziyor.
    anaximander: yine doğma büyüme miletli. karadeniz taraflarında bir milet kolonisinde yöneticilik ya da sürgün hayatı yaşarken ölüyor.
    anaximenes: miletli. anaximenes of miletus diye anılıyor.
    heraclitus: efes'te doğdu ve büyüdü. babası şehrin yöneticisiydi. biraz da asosyal olduğu rivayet ediliyor.
    pythagoras: bildiğin pisagor. samos adasında doğmuş ki hemen kuşadasının karşısında. burada eğitim alıyor. uzun yıllar mısır'da yaşıyor.
    socrates: atina'ya yakın bir yerleşim olan alopeke'de doğduğu sanılıyor. hayatı da askerlik dönemi haricinde genellikle atina'da geçiyor.
    platon: atinalı zengin bir ailenin çocuğu. atina akademisinin kurucusu
    aristoteles: makedonya'da doğdu, atina'da eğitim aldı.
    democritus: trakya'da selanik yakınlarında abdera'da bir iyon kolonisinde doğdu. kendisine miletli dediği de rivayet ediliyor. babasının pers imparatoru xerxes'le bağlantısından dolayı çok zengin bir yaşam sürüp bilinen dünyanın çoğunu hindistan ve mısır dahil dolaştı.
    anaxagoras: izmir ilçesi urla'ya yakın klazomenai'de doğdu. hayatının büyük kısmı atina'da geçti.
    xenophanes: colophon, yani izmir'in menderes ilçesinden. bütün yunan şehirlerini dolaşıp durdu.

  • orijinal adıyla judgement of paris

    basit bir reklam amacıyla düzenlenmiş ancak yarattığı kelebek etkisiyle tüm dünya'daki şarapçılık anlayışını derinden sarsmış, şarabın küreselleşmesini sağlamış olay.
    bugün bir şarap reyonuna girdiğimizde karşımıza çeşit çeşit yeni dünya şarabı çıkıyorsa sebebi bu tadım etkinliğidir.

    1976 yılında dünyaya baktığımızda fransızlar şarap konusunda tartışmasız bir hegemonyaya sahip. fransız şarabı dışında kalan şaraplar yerel, basit, sofralık şaraplar olarak tanımlanıyor. bunun da değişeceğine kimse ihtimal vermiyor taa ki paris'te açtığı butik şarap dükkanının reklamını yapmak isteyen bir ingilizin aklına gelen fikre kadar.

    steven spurrier, aileden zengin şarap sevdalısı bir ingiliz. uğruna paris'e yerleşip küçük bir şarap dükkanı açacak, paris şarap eşrafında bir çevre edinecek kadar da fransız şarabı aşığı bir isim. ama kendisinin bir sorunu var. her ne yaparsa yapsın dükkanında işler istediği gibi gitmiyor. dükkanının pazarlamasını hem de kendisinin reklamını yapacak bir fikir ararken aklına fransız şarapları ile yabancı şarapların test edileceği bu kör tadım etkinliği geliyor. ancak bir sıkıntı var ki fransız şarapları rakipsiz, kimi neyle kıyaslayacaksın.
    spurrier'in eski dünya şarapları dışında tek bildiği kaliforniya napa vadisinde iyi şarap yapmaya çalışan girişimciler var. bu yüzden kararını kaliforniya şarapları üzerine kılıyor.
    aslen kendisi de biliyor fransız şaraplarının açık ara birinci geleceğini. bu sayede hem fransız şarabını yüceltmiş bir isim olarak ün yapmak ve dükkanını pazarlamak için iyi bir yöntem olarak görünüyor.

    ilk şoku napa vadisinde yarışma için şarap tadarken yaşıyor spurrier. nitekim basit, güçsüz şaraplar beklerken tattığı her şarap oldukça kalifiye ve dengeli çıkıyor. amerikalıların şaraba bakış açısı da oldukça şaşırtıyor spurrier'i. fransa'da şaraba bakış oldukça geleneksel, eski köklere bağlı ve neredeyse kutsal atfedilirken; napa vadisinde şarap keyif için içilen bir içkiden çok da fazlası değil.
    spurrier yarışmaya dahil etmek için napa vadisinden beğendiği 6 şişe chardonnay(beyaz) 6 şişe de cabernet sauvignon(kırmızı) seçip parise dönüyor.
    bu şaraplarla yarışacak fransız şaraplarını ise fransa'nın en iyilerinden seçiyor. aralarında fiyat farkı uçurum olan şaraplar yarışıyor anlayacağınız.

    etkinliği paris şarap eşrafına açıkladığında ise önce alay konusu oluyor. nitekim fransa'da kimse kaliforniya şaraplarını ciddiye almıyor, böyle bir tadım etkinliğinin gereksizliği göze çarpıyor; ancak atadan zengin olan spurrier artık para mı yediriyor ne yapıyorsa fransa'nın en kallavi degüstatörlerini, somelyelerini, mehmet yalçın'larını etkinlikte juri olmaları için ikna ediyor.
    pek çok basın kuruluşuna haber verse de basın pek ciddiye almıyor bu tadım etkinliğini. bir tek time dergisi yazarı george taber geçerken uğradım minvalinde katılıyor etkinliğe.

    https://hizliresim.com/9w2vnn
    etkinlik kör tadım şeklinde olduğu için şişeler numaralandırılıyor. kim hangi şişe nereden bilmiyor. beyaz şarap için tadım başladığında ilk karmaşa yaşanıyor. kibirli fransız degüstatörleri tattıkları şarapların fransız mı yoksa kaliforniya mı oldukları hakkında ihtilafa düşüyorlar. george taber bir köşeden elinde hangi numaraların hangi şaraplar olduğunu gösteren not ile juriyi büyük bir keyifle izliyor. çünkü jurinin fransız dedikleri şaraplar kaliforniya, bu fransız değil dedikleri şaraplar ise fransız çıkıp duruyor.
    beyaz şarap tadımı sona erdiğinde puanlama yapılıyor ve birinciliği açık ara farkla napa vadisinden chateau montelena kazanıyor. juri ve konuklar arasında büyük bir uğultu kopuyor. hoşnutsuzluk alıp başını gidiyor.
    sıra kırmızılara geldiğinde çok daha dikkatli olan juri bu kez fransız şarabının birinci geleceğine emin bir şekilde tadımını yapıyor ve bingo! kırmızılardan da birinci yine napa vadisinden stag's leap wine cellars
    steven spurrier başta olmak üzere etkinliğe katılan herkes büyük bir şok yaşıyor.
    https://hizliresim.com/ujbh4w

    george taber, time dergisinde küçük bir köşede etkinliğinin sonuçlarını haber yapıyor.
    https://hizliresim.com/zdrrdq
    ne oluyorsa bu haberden sonra oluyor. reklam amaçlı yapılan sıradan bir etkinlik dünya'da büyük ses getiriyor. millet yarışmada birinci gelmiş şaraplara akın ediyor, chateau montelena ve stag's leap wine cellars'ın fiyatı tavan yapıyor. pazarlama gurusu amerika açılan bu ortayı kaçırmıyor tabii ki ve kaliforniya şaraplarını yağladıkça yağlıyor.
    fransızların dünya şarap hegemonyası bir etkinlikle kırılıyor ve yeni dünya şarapları küresel ölçekte satış yapmaya başlıyor.
    sadece yerel ölçekte satış yapan şili, avustralya, arjantin, japonya, yeni zelanda hatta güney afrikalı şarap üreticileri bu olaydan sonra cesaretlenip dünyaya açılıyorlar. amerika dünyanın 3. büyük şarap ihracatçısı konumuna geliyor.
    bütün bu zincirleme olaylar silsilesini başlatan steven spurrier ise fransa'da birden istenmeyen adam oluyor. dükkanımın reklamını yaparım diye çıktığı yolda kendisi için işleri daha berbat etse de dünya'da şarap pazarını değiştiren adam olarak tarihe geçiyor.

    bir dahaki sefere süpermarketlerde çokça bulunan şili şarabından bir şişe alırken bütün bu sürecin arkasında küçük dükkanının reklamını yapmaya çalışırken bizlere dünya'nın farklı noktalarından farklı aromalar kazandıran bu saftirik ingiliz abiyi unutmayalım lütfen.

    https://en.wikipedia.org/…/judgment_of_paris_(wine)
    https://en.wikipedia.org/…_spurrier_(wine_merchant)

    edit : ha unutmadan bu olayla ilgili bir film vardı. (bkz: bottle shock)

  • il, ülke, sınır, mesafe demeden istisnasız her ilde ikamet eden birkaç arkadaşı bulunan şahıs. örneğin;

    uğurkan: ayselcim nereden katılıyorsun yarışmaya ?
    aysel: hataydan geliyorum.
    uğurkan: hatay'da yaşayan çok değerli bir arkadaşım var kendisine ve hataya buradan bol öpücükler gönderiyoruz.

    uğurkan: mervecim nereden geliyorsun ?
    merve: seattle'dan geliyorum.
    uğurkan: seattleda yaşayan çok yakın bir dostum var, rahşan dağakaçan, kendisi bülent ersoy'un şapkalarını dikerdi eskiden kendisi fevkalade bir insandır ona burada bol öpücükler yolluyoruz.

    uranüsten katılsalar yarışmaya illa öpücük gönderecek amk.

  • 5 dk önce yaşanmıştır :

    70'li yaşlarda bir amcamıza çikolata ikram edilir. kutuda iki çeşit çikolata vardır. biri dark, diğeri ondan daha dark. sütlüsü hiç yok yani.

    amcamın eli en siyah olana uzanır. ikram eden arkadaş der ki : "amca sen şunu al, onu yiyemezsin" amcam bozularak nedenini sorar, zira dişlerini yeni yaptırmıştır. başka bi arkadaş da durumu açıklamak istercesine "amca o bitter" der. ama elbette amacına ulaşamamıştır. zira amcam şöyle cevap verir :

    "eşşoleşşek biterse bitsin."

  • pek muhterem kadın arkadaşlarım.
    malumunuz olduğu üzere yaz mevsimi hızla yaklaşıyor. bu cihetle pek çoğunuzun evlilik planları olduğunun, yeni bir yuva kurmak üzere haldır haldır planlar yaptığının farkındayım. sizlerle gelinlikleriniz hakkında biraz konuşmak istiyorum. tane tane yazayım ki akılda kalsın.
    • biz erkekler gelinlikten anlamayız, ben şahsen birkaç bin düğünde yer almama rağmen tek bir gelinlik hatırlamıyorum. o binlerce model arasından beğendiğiniz, yakası düz mü olsun, dantelli mi olsun diye kamuoyu araştırması yaptığınız gelinlikleri düğün başladıktan 15 dakika sonra çoktan unutmuş oluyoruz. ha bu demek değildir ki gelinlik hakkında bir fikrimiz olmayacak. devamı aşağıda:

    • evvela yabancı moda dergilerinde, internette gördüğünüz uzun boylu, solaryumla karartılmış kızların üzerlerindeki gelinlikler ekseriyetle “yabanci” tasarımcılar tarafından “yabanci” gelinler için tasarlanır. o gelinliklerin şıklığına aldanmayınız. zira yabancının düğünü bizimki gibi değildir. yabancının gelini kuğu gibi süzülür. babasının kolunda kiliseye girer, damatla 5 dakika ayakta durur, söz veriyorum, gelini öpebilirsin, buketi salla, bitti gitti... gerisi kokteylvari bir şeyler (filmlerden gördüğüm kadarıyla). peki bizim gelinler öyle mi? bizim gelin masa masa gezecek, eltiyi kaynı öpecek, halaya duracak, ankara havası oynayacak, kasap oynayacak, dolanacak da dolanacak. peki düğünde toplam 300 kalori yakacak cenifır için tasarlanan gelinliği güzide anadolu’mun güzeller güzeli gelini giyince ne olacak. düğünde yakılan 5000 kalori, öpülen 2000 akraba, takılan yarım küp altından sonra o gelinlik ne hale gelecek? hesaplayın bunları...

    • hanginizle konuşsam istisnasız “çok abartı sevmiyorum, sade bir şeyler olacak ama çok da düz değil” diyorsunuz, sonra da taşıyla danteliyle tülüyle çiçeğiyle çelenk gibi geliyorsunuz. ne çok damat gelinlik görünce 10 kasım’ı, atatürk büstünün önüne bırakılan çelenkleri hatırlıyor bir bilseniz, aklınız şaşar. biz erkekler olarak danteli, çiçeği, tülü, ve parlak taşları sadece evin salonunda görmek istiyoruz. (aslında o da tartışılır da neyse işte) bu cihetle evin salonunu üzerinize giyip gelmeniz cidden yorucu olabiliyor. kabarık, taşlı, dantelli, çiçekli bir elbise sade değildir, olamaz. rica ederim kendimizi kandırmayalım.

    • tarlatan, tarlatan tarlatan... anlamını bilmeyen erkekler için izah edeyim, gelinliğin alt tarafında yer alan, giderek genişleyen, gelinliğin –ve gelinin- kocaman görünmesini sağlayan çemberli yapıya tarlatan diyoruz. gelinlerin görkemli ve göz alıcı görünmelerini sağlayan bu yapı pek çok damatta “lan galiba bir firkateyn ile evleniyorum” hissi yaratıyor. adam sizi gelinlik ile gördüğü ilk anda, birkaç saniye sessiz kalıp gözleri dalıyorsa biliniz ki bu durum göz alıcılığınız yüzünden değil, “bu şey tanıdık geliyor ama tam çıkaramıyorum” diye düşündüğü içindir.

    • “hayatımda bir kez giyiyorum, biraz da gösterişli olsun canım, kalabalığın arasında fark edilsin” diyorsunuz. hakkınızdır, hatta benzer bir deneyimi biz erkekler de sünnet esnasında tecrübe ediyoruz. bizi de tüylü şapkalar, pelerinler ve ucu topuzlu asalar ile oyalıyorlar. fakat o salona gelen insanların hâlihazırda sizin düğününüzü izlemeye gelmiş, insanlar olduğunu, eşiniz, dostunuz, akrabanız, komşunuz olduğunu, o düğünün öznesinin gelin ile damat olduğunu rica ederim gözden kaçırmayınız. siz kot pantolon da giyseniz o düğünün başrolünde olacaksınız. bu cihetle uzaydan görünmenize gerek yok, sizi kutlayacak, sizin için mutlu olacak herkes zaten gözünüz ile seçebileceğiniz mesafede olacak.

    • son olarak mutluluklar dilerim.