• altıncı nesil yazar..
  • (bkz: anaksimenes)
  • miletlidir. ilk filozoflardandır
  • sormazlar mı tin havaysa, havadan önce ne vardı diye kafamda deli sorular.
  • öncülleri thales ve anaksimandros olan iyonya okulunun üçüncü ve önemli filozoflarından biridir. kendisinin m.ö. 585-525 tarihleri arasında yaşadığı bilinmektedir. ilk madde yani arkhe olarak "hava"yı seçmesi eleştirilse de kendisinin felsefeye ve insanlık düşüncesine yaptığı en büyük katkı psykhe yani ruh kavramını ortaya atmasıdır. ilk madde hava da ruh gibi bir varlıktır. insan bedenini canlı tutan da bu görünmez hava yani ruhtur. dolayısıyla bütün evreni de bu soluk yani hava yani ruh ayakta ve canlı tutmaktadır. yani eğer maddenin veya insan bedeninin içinden "ruhu" çekip çıkarırsanız ortada sadece cansız bir yığın kalmaktadır bu filozofa göre.

    dinlerin ortak görüşü de anaksimenes'in bu görüşüyle paraleldir aslında. dinler de insan bedeninin geçici ruhun ise kalıcı olduğunu ve cennette veya cehennemde ebedi bir şekilde yaşayacağını iddia eder. yani ruh kavramını çekip çıkarırsanız bütün cennet cehennem tasvirleri manasını yitirecektir. zira insan ölmektedir ve bedeni çürümektedir. ama ruh ölümsüzdür. peki gerçekte ruh var mıdır?

    bu tartışmayı anaksimenes'ten bağımsız yürütmekte fayda var. zira anaksimenes dediğimiz filozof milattan önce 500'lerde yaşamış ve haliyle bilgi dağarcığının çok kısıtlı olduğu bir dönemde hayat, insan, doğa üzerine fikirler yürütmeye çalışmış bir fanidir. hal böyle olunca onun görüşlerinin primitif özellikler taşıması oldukça olağandır. fakat anaksimenes'ten bu yana 2500 yıldan fazla geçmişken bizim halihazırda bir ruhun varlığına inanıp inanmayacağımız kanaatimce daha önemli bir sorudur.

    bugün insanlığın icat ettiği hiçbir görüntüleme yöntemi ruhun varlığına bir delil bulamamıştır. elbette bir şeyin var olduğunu kabul etmemiz için sadece onu görmemiz veya dolaylı olarak algılamamız zorunlu değildir diyenler olacaktır. fakat benim dünya görüşüme göre, bir şeyin varlığını kesin olarak kabul etmemiz için onu ya doğrudan yahut bazı araçlar kullanarak yani dolaylı yollardan tespit edebilmemiz gerekmektedir. mesela yer çekimini göremeyiz ama etkilerini görürüz, hesaplayabiliriz ve kafamıza bir şey düştüğünde bizzat deneyimleriz. dolayısıyla yer çekimi vardır deriz ve bundan sonra onun nasıl bir şey olduğunu, mekanizmasını ve fiziki detaylarını irdelemeye başlarız. ama herkesin hemfikir olduğu şey yer çekimi dediğimiz bir etkinin varlığıdır.

    buna benzer şekilde hepimiz insan bilincinin varlığı konusunda neredeyse hemfikir sayılırız. yani insanlarda şuur veya bilinç dediğimiz bir olgu vardır. bunu görüntülemek mümkün olmamıştır ama hepimiz öznel olarak deneyimleriz. bilinci nesnel olarak ortaya koymak ise ne yazık ki henüz mümkün değildir. dahası bilincin nasıl ortaya çıktığını, işleme mekanizmalarını, ilkelerini de bilmekten çok uzaktayız. bilinç ile ilgili teoriler olması başka, bilinci açıklamamız başka bir şeydir.

    benim kanaatim şudur ki, hepimizin ruh dediği şey aslında bilinçtir. her insanda ve dolayısıyla hayvanlarda da çeşitli düzeylerde bir bilinç mevcuttur. ama insandaki bilinç düzeyi bütün memeli canlılar içinde en gelişmiş bilinç düzeyidir. öyle gelişmiş bir bilinç düzeyidir ki, bilincin kendisiyle ilgili bile spekülasyonlar üretebilmektedir.

    ruh denen şeyin olanaksızlığı ile ilgili de bir kaç kelam etmek isterim. bir insan düşünün. ölüm döşeğindedir. kardiyak arrest geçirmektedir. hekim arkadaşımız hemen müstakbel meftanın yanıbaşına gelmiş ve hastaya cpr desteği vermeye çalışmaktadır. yani kalp masajı ve suni teneffüs uygulamaktadır. şimdi bu hastamızın kalbi durmuştur ve eğer ruh varsa ruh bu bedeni terk etmek üzeredir. ruh bedeni terk ettiği anda ölü kabul edilecektir. fakat hekimimiz bir kaç set masaj ve suni teneffüs uyguladığında ruhu bir şekilde ikna etmiş ve bedene geri dönüşünü sağlamıştır. yani hasta kurtulmuştur ve ölmemiştir. dolayısıyla ruh onu terk etmemiştir........ mi acaba?

    bunu burada bırakıp bir başka hastaya bakalım. bu hastamız ise makineye bağlı bir hayat yaşamaktadır. halk dilinde bitkisel hayatta olduğunu farz edelim. bu hastanın bilinci kapalıdır. ama solunum fonksiyonları devam ettiği için tıpkı bir bitki gibi hareketsiz ve tepkisiz bir şekilde yıllarca yaşayabilir. şimdi ruh bu bedenin içinde ne yapmaktadır. sadece solunumu devam ettiği için ruh o bedende sıkışıp kalmıştır. hastanın bilinci kapalı olduğu için hiçbir deneyim yaşamamakta belki bilinç altı düzeyde yaşamına devam etmekte belki dış uyaranları hissetmesine rağmen tepki verememektedir. ruhun içinde bulunduğu durum oldukça zorludur.

    bu hastamızı da bir kenara bırakıp beyin ölümü gerçekleşmiş bir hastaya bakalım. evet beyin ölümü ile bitkisel hayat farklı şeylerdir. çokça karıştırılmasına rağmen durum böyledir. beyin ölümünde hastanın kalbi atmaktadır fakat beyin fonksiyonları tamamen sona ermiştir. yani bu hasta tıbben ölüdür. ama kalbi atmaktadır, makine çalışmaktadır dolayısıyla fişini çekmediğiniz sürece yaşayacaktır. ruh yine bir bedenin içinde hapis vaziyette kalmıştır ve ruhu bedene bağlayan tek şey bir makinenin şehir hatlarına ve güç kaynağına bağlı fişidir.

    şimdi bütün bunları göz önüne aldığımız zaman açıkça göreceğimiz gerçek şudur ki, aslında ruh dediğimiz şeyin varlığı bir hayli tartışmalıdır. başta da belirttiğim gibi hiçbir görüntüleme yolu bedenimiz içinde ruh dediğimiz bir şeyin varlığı ortaya konulamamıştır. öte yandan ruhun varlığını haklı çıkaracak bir bulguya da dolaylı bile olsa rastlayamadık insanlık olarak. hal böyle olunca ruh var mı yok mu sorusuna şimdilik "yoktur" demek daha kabul edilebilir bir seçenektir.

    böylece anaksimenes'in 2500 yıl önce başlattığı bir tartışmaya (şimdilik) bu şekilde nokta koyabiliriz...
  • milet okulu’nun üçüncü ve son temsilcisi anaksimandros’un öğrencisi olan anaximenes’tir. o kendi arche’ına havayı koyar. ona göre ilk madde havadır. anaximenes, “bir hava (soluk) olan ruhumuz -psykhe- bizi nasıl ayakta tutuyorsa, bunun gibi, bütün evreni de (yani: kozmos) soluk ve hava sarıp tutar,” diyor. böylece, ruh kavramı felsefede ilk defa olarak ortaya çıkıyor. anaximenes sonraları dört temel öge olarak benimsenecek olan toprak, su, hava ve ateşi felsefede ilk kez tam anlamıyla konu edinen kişidir.
    anaximenes’in bize kazandırdığı en önemli fikir; evrendeki değişmenin niceliksel bir yönü olduğudur.
  • anaximenes ilk öge olarak havayı, kendi dizgesi içerisinde, konumlandırır. bu anlamda maddesel, özdeksel neden havadır. john burnet'e göre geldiğimiz bu nokta miletos okulu'nun vardığı bir şahika noktasıdır. çünkü birincil tözden gelme olayı seyrelme ve yoğunlaşmayla açıklanır. bu da şunun için önemlidir: ilk özdeksel ilkeden bahsetmek, şeylerin ortak kökeninden (doğasından) bahsetmek, bizi öyle bir teorik çerçeve içerisine yerleştirir ki burada farklılıklar ancak niceliksel farklılıklarla açıklanabilir. thales bu niceliksel farklılığın prensibinden bahsetmemişti. dolayısıyla anaksagoras onu bir kuvvetin ilk özdeksel ilke olması durumuda diğer şeylerin ve kuvvetlerin, mesela ateşin, nasıl meydana geldiğini açıklayamamakla suçlayıp herhangi bir kuvvetin birincil töz olamayacağını savunmuş ve onun yerine aperionu geçirmişti. şimdi anaximenes'in teorik çerçevesinden bakınca aperiona ihtiyaç kalmamıştır, çünkü artık o nicel farklılaşma ve onun prensibi açıklanmıştır. bu bakımdan ilk defa miletos kozmolojisi tutarlı olur.
    bir de bergson'un anaximenes için yazdıkları vardır ki bunlar, yukarıda özetlediğimiz, burnet'inkiler kadar övgü dolu değildir. ona göre anaximenes'in ilk ilkesi thales'inkinden, daha az nitelik taşıdığı için, daha az anlaşılır bir ilk ilkedir ve aslında anaksagoras'ından, bilinen bir kuvvet olduğu için, daha fazla anlaşılır bir aperiondur. buna göre anaximenes yenilik getirmemiştir.
  • hocası anaximandros'un ilk maddeye apeiron demesinden sonra dedi ki ya hocam tamam apeiron diyorsun, sonsuz, sınırsız diyorsun ama bu nedir? bunu anlayabilecek bir durumumuz var mı?
    burada tıkandıkları için somuttan soyuta yükselen düşünme biçimi tekrar soyuttan somuta döndü. nitekim anaximenes arkhe problemini devam ettirerek diyor ki her şeyin kendinden çıktığı ilk madde, aer* olabilir. aer yunanca'da soluk ya da nefes demek. o şöyle görüyor: bir insanı, bir canlıyı, bir hayvanı ayakta tutan soluktur. mesela “son nefesini verdi” deriz ya ona göre alemin bir aer'i, canlılığı vardır. bu aer'i hava gibi düşünebiliriz. o hava dediğimiz şey gökyüzünde, sonsuz ve sınırsız. bir öncekinin* ihtiyacını daha somut olarak karşılıyor. tutulabiliyor mu? hayır ama hangisi daha anlaşılır diye sorulacak olursa anaximenes'in. işbu antik yunan'da bizlerin anladığı gibi bir tanrı yok.
  • (bkz: xanaximenes)
hesabın var mı? giriş yap