hesabın var mı? giriş yap

  • çomarların hav havlamasına sebep olmuştur.

    ayrıca; devlet ticarethane mi lan, bana kimlik vermesi gerekirken satıyor?

  • batak; kahvehanelerde bu oyunu ata sporu olarak görsek de aslında oyunun kökeni bu coğrafyayla uzaktan yakından alakası yoktur diyebiliriz(en azından okuduğum şeyler öyle söylüyor).

    ön bilgiyi aldığımıza göre hemen hikayemize girelim; oyun buralara gelmeden önce maça(spades) olarak bilinmekte. temelde oyun whist ve bridge oyunundan türediği düşünülmektedir. 1930'ların sonlarında cincinnati, ohio'daki bir üniversite yurdunda sıradan bir geceydi ve bir şeylerden sıkılmış insanların yaptığı şeyi yapıyorlardı. en azından bu topraklara damga vuracak bir oyun türeteceklerdi.

    bildikleri bütün kart oyunlarını oynamışlardı ayrıca konuşacak iç açıcı şeyler yoktu çünkü o günlerde avrupa kaynamaya başlamıştı bile. düşündüler düşündüler ve sonunda daha önce oynadıkları bridge gibi oyunlardan daha heyecan verici ve daha hızlı tempolu, rekabet duygularını tatmin eden(masaya vurup ver koz nidaları olan) ve aynı zamanda az bir strateji içeren bir şey yapmak istiyorlardı. işte tam da o gece batak oyunu yaratıldı.

    yaratılan bu oyun üniversite içinde ve diğer yerlerde hızlıca yayılmaya başladı. ama oyunun tepe noktaya çıkması sağlayan şey ise ne gariptir 2. dünya savaşıdır. amerikanın savaşa katılmasıyla beraber. bir çok genç askere yazıldı. savaş alanında eğlenceye de ihtiyaç vardı ve oyun onlar arasında popülerleştikçe popülerleşti çünkü oyun için sadece bir deste kart gerektiriyordu.

    bu sayede oyun avrupaya ayak başmış oldu. fakat oyun belli başlı bir yazılı kurallara sahip değildi çünkü oyun insandan insana aktarılıyordu. 1969 yılına geldiğinde yeni ve yeniden cincinnati şehrinde oyun kartı şirketi tarafından yayınlanan kart oyunlarının resmi kuralları adlı kural kitabında maça'dan söz edilerek oyun yazılı hayata geçmiş oldu.

    sonuç olarak oyunun türkiye'ye nasıl ve ne zaman geldiğiyle ilgili olarak tam bir şey bulamadım ama muhtemel 2. dünya savaşı sırasında geldiğini düşünmekteyim çünkü savaş göçlere neden olduğundan dolayı oyun bu sayede buralara sürüklenmiş olabilir.

    o zaman çiz diyelim....

    kaynak:1,2,3

  • sizi aptal yerine koyması
    siz aptal yerine konulurken seyirci kalması
    sözlerinin ve davranışlarının tutarsız olması
    egosunun kalbindeki sevgiden büyük olması

  • -gece birde evde ol.
    -neaaa??15 yasındaki çocuklar bile o saatte girmiyolar eve .
    -onnarın babaları zengin o zaman.
    -ne alaka ya..
    -o saate kadar içki sigara masrafını karşılayamam ben senin, evine vakitlice gel, tassarruf et.

  • hayatın kendisini şaşırtmasına izin vermeyen adamdır.
    uçan inek mi gördü? uçsun abi, bana zararı olmadığı müddetçe uçsun, der ve yürüyüp gider.

  • bir ay kadar suredir ve yaklasik 2000km'dir sahip oldugumuz arac. ben de artik bir seyler yazabilirim gibi hissediyorum.

    arac tam olarak, toyota rav 4 2.5 hybrıd awd executıve skyvıew olarak geciyor. turkcesi, 2.5 benzinli hybrid motor, 4 ceker, en ust donanim seviyesine ek panaromik tavan. araci sifir km olarak bayiden (yurt disinda) 375.000 turk lirasina karsilik aldik. aldigimiz tarih itibari ile turkiye satis fiyati ne yazik ki 650.000 turk lirasi idi. (bulundugum ulkede her yil odenen mtv-otv-kdv-asddfav falan yok.)

    amacimiz tamamen elektrikli arac almakti. ama su an icin menziller tatmin edilebilir seviyede degil. detayli yorumu tesla model 3 basliginda yazdim. sonraki aracimiz elektrikli olur diye umud ederek rav 4 ile yolumuza devam edecgiz uzun yillar umarim ki.

    ##gelelim araca
    -toyota safety sense 2.0 bir derya, ama en cok hosuma giden ozelligi yari otonom surus. adaptiv cruise control ve line keep assist + line track assist uclusu ayni anda aktif oldugunda (ozellikle kusursuz olarak otoyollarda) arac yari otonom bir sekilde, 15 saniyede bir direksiyona dokunmanizi talep ederek kendi kendini muthis bir sekilde suruyor. tesla ile de test surusu yaptim, ve surus neredeyse ayni kalitede. toyota muhendisleri cok iyi calismislar bu konuda. motorsikletleri bile algilayip buna gore davraniyor.
    basit olarak ondeki, caprazdaki araclarin hizlarini tarayarak ve yol cizgilerini okuyarak sizi ilerletiyor. yol cizgisi okunmayan/olmayan yerlerde, sizi ondeki araca kitliyor, ve onun sag/sol manevralarini birebir olarak araca uygulayarak yol aliyor.
    -kor nokta uyari sistemi yolda giderken aynada isik olarak calistigi gibi. geri geri cikarken capraz sekilde yaklasan ve kor noktada kalan araclar icin de inanilmaz calisiyor.
    -koltuk sogutma en buyuk kankam arabada, deri koltuk olmasina ragmen pufur pufur, asla terletmiyor.
    -kus bakisi kamera sistemi inanilmaz bir kolaylik. tam anlamiyla kusursuz park ettiriyor arabayi.
    -surus modu surekli olarak eco'da secili. aktif edebildigim her esnada da yari otonom surusu aktif ediyorum, yani kontrolu olabilgince kendi beynindeki ekonomi algisi ile kullanmasi icin araca birakiyorum, ama ani bir hizlanma, sollama ihtiyaci oldugunda 1.8 tonluk cussesine ragmen gaz pedali tepkisini muhtesem veriyor fisek gibi firliyor.
    -ses sistemi jbl degil, bence gerek de yok kendi sistemi oldukca guzel.
    -ic hacim cok genis, arka koltuklari yatirdinmi cift kisilik yatak atarsin oyle soyleyeyim. panaromik ve acilabilir tavan olmasina ragmen de bas mesafesi yeterli
    -ön ve arkada olmak üzere iki adet elektrikli motor ve kaputun altında bir adet e-cvvt benzinli motor bulunmakta. arka yolcu koltuğunun altında da bataryalar bulunuyor.
    -----
    edit - artilara biraz ek yapmak istedim
    -e-cvt'li motoru cok sevdim. tork konvertoru kullandigini biliyordum, buna ek vites dislisi vs bulunmadigi icin, asla bir vites gecis hissi yok cunku vites gecisi diye bir sey yok :d konfor acisindan cok olumlu buldugum bir ozellik

    ###benim icin negatif yourmlar,
    -aracin her yerinde kamera var, 5 tane de usb soketi var, bir usb soketini, eger usb bellek baglarsaniz, bu kamera goruntulerini anlik kaydederiz, kaza durumunda kanit olarak kullanabilirsiniz dememisler (tesla'da birebir bu ozellik var). 5 tane kamerasi olan araca 2 tane de ekstra kamera bagladik one arkaya dashcam olarak... bu kadar teknolojik bir aracta nasil gozden kacmis anlasilir gibi degil...
    -herkesin yakindigi gibi bagaj kapagi... cok yavas acilip kapaniyor
    -yari otonom suruste 15 saniye sonra direksiyona dokunmazsaniz bir sesli uyari veriyor, bir iki saniye daha dokunmazsaniz cat diye cikariyor sizi sistemden direksiyon kontrolunu surucuye birakiyor.... daha guvenli bir devre disi birakma gerceklesebilirdi..
    -on yolcu koltugunda, hadi surucudeki gibi bilmem kac eksenli elektrikli kontrolu gectim de, ya arkadas bari yukseklik ayari koysaydiniz ya... sadece ileri geri gidiyor bir de ileri/geri yatirabiliyorsunuz....
    -----
    edit - eksilere de ekleme yapmak istedim,
    -turkiye'de durum ne bilmiyorum ama toyota bayisi, kis lastigi seti icin nokian suv serisi 4 lastik + 4 toyota alloy jant + sensorler incik boncuk ve degisim islemi icin toplam bu gunun kuru (7ekim) ile 17.000 turk lirasi fiyat cikardi, biraz fazla buldum. disarida biraz daha ucuza halledilebiliyor ama arac yeni oldugu icin toyota haric bir servise gitmek istemedim kabul ettim..

    yakit tuketimi,
    -uzun yolda, yari otonom surus aktif (130km/s), klima acik, 2 koltuk sogutucu/isitici acik benim su ana kadar elde ettigim rakam 5.5 litre
    -uzun yolda, hiz siniri olmayan bolgede, dip gaz, klima acik, 2 koltuk sogutucu/isitici acik, ortalama hiz 160+ km/s ile elde ettigim en fazla rakam 7.2 oldu
    -sehir icinde batarya durumunuza gore cogu zaman elektrikli ilerliyor arac. 3-4 litre civarinda ise gidip geliyorum (7 km ev-is). yeteri kadar batarya yoksa ve benzin motora daha cok ihtiyac oluyorsa da 4.5 litre civari
    --
    yakit tuketimine de ek olarak,
    -sadece elektrikle bile yol alsaniz, motor coook kucuk bir bantta arada sirada calisarak, motorun optimum sicaklikta kendini her zaman hazirda bulundurmasini sagliyor. bazen de hic calismiyor cok kisa mesafelerde, sadece elektrik. buna ornek 2 surus, ilki 3 km ve sadece elektrik ile 0 litre yakit tuketimi gercekten tesvik edici bir sey, ikincisi ise 16 km %94 elektrikli surus, 1.8 litre/100km yakit tuketimi.

    yakıt tüketimine kış ayı güncellemesi, soğuk bir ülkedeyim. ilk çalıştırma anında, ön-arka cam ısıtıcıları, koltuk ısıtıcıları, direksiyon ısıtıcısı, sıcak ayarsa derken ciddi manada bir ısıtma enerjisi tüketiyoruz. elektrikli kullanım oranı ciddi manada düşüyor özellikle sıcak klima açık olduğu sürece.
    shell fuel save ile şehir içi 6.8
    shell v-power işe şaşırtıcı şekilde 5.8 ve biraz aşağısı şeklinde rakamlar yakalıyorum.

    yukaridaki surus detayi rakamlari icin, myt diye bir yazilim ile araci online olarak cep telefonunuza baglayabileceginiz bir sistem geliyor. detaylica anlatmayacagim burada var aciklamasi. en sevigim yani her surusunuze ozel yakit tuketimi verisi, toplam zaman uzerinden elektrikli kullanim orani (uzun yolda %30-35leri buluyor ve muazzam, sehir ici %80ler isten bile degil)

  • karl-heinz rummenigge - michael rummenigge

    ancak michael'in şanssızlığı diğerlerinden biraz farklıydı. zira o yetenekli olmasına ve istatistiksel olarak birçok şey başarmasına rağmen abisinin gölgesinden kurtulamadı.

    ne saçlarının benzer şekilde dökülmesi, ne bayern münich de forma giymesi, ne de 309 bundesliga maçında attığı 80 gol imajını tamamlamaya yetmedi "umut vaadeden" küçük kardeşin. 7 yıl boyunca ter akıttığı bayern munich formasından geriye, real madrid maçında topukla yaptığı asistten başka pek birşey kalmadı.

    50 avrupa kupası maçında attığı 11 gole rağmen -belki de dünya kupası final maçlarında abisi kadar boy gösteremediği için- hiçbir zaman federal alman ekolunun unutulmaz efsaneleri arasına giremedi.

    dortmund'dan sonra gittiği urawa red diamonds günleri ise kalın bir sis perdesinden ibaret.

  • üşümeyi de cinsiyet ayrımına tabi tuttuğumuza göre, artık biri atom bonbası falan salabilir üstümüze, zira memlekette akıl kalmadı.

  • evlilik bir çok işlevi olan bir kurum. hukuki, sosyal ve psikolojik yönlerden insanların belirli ihtiyaçlarını karşılıyor.

    evlilikle kastım nikah değil elbette, kast ettiğim şey hayat arkadaşlığı. insan insanla yatışır, temasla, iletişimle, sevgiyle...
    insanın evlenmesindeki temel psikolojik motivasyon yatışmaktır.

    aşk evliliği de yapsanız, ömür boyu aşık kalmayacaksınız ama sağlıklı bir ilişkide sevgi devam eder. zaman zaman birbirinize tekrar aşık olursunuz. bazen uzaklaşırsınız. güvenli bağlandıysanız bunlar sizin için sorun teşkil etmez. birbirinizi yatıştırmayı bilirsiniz.

    insan yalnız ölmeyeyim diye evlenmez ancak yaşlandığınızda, çevrenizde insanlar azaldığında eşinizle yanyana olacağınızı bilmek güzel bir düşünce. iyi bir evliliğiniz varsa, zor zamanlarınızda yanınızda olacak, hastalandığınızda sizin için çorba yapacak, ameliyat olsanız kapıda bekleyecek birisi olduğunu bilirsiniz ve bu sizi yatıştırır.

    ölüme gelince...
    ölümün ne zaman ve nasıl geleceği belli olmasa bile şu kesin, yalnız öleceksiniz, siz ölürken elinizi tutan biri de olsa bu yolu yalnız yürümek zorundasınız. yine de bir ömrü birlikte geçirdiğiniz adam/kadının o sırada elinizden tutuyor olması hayatınızın son anlarında yaşamak isteyeceğiniz bir güzellik doğrusu.

  • en iyi "şeytan" tasvirlerinden birine sahip dizidir.

    --- spoiler ---

    frank underwood bu dizide şeytanı oynamaktadır. para yerine gücü sahiplenmekte ve elindeki güç algısı ile herşeyi manipüle etmektedir. güç algısı diyorum çünkü çoğu zaman elinde bir güç olmamakta ve blöf yapmaktadır. genelde her kötü karaktere bir şeytan tanımlaması yapılabilir ancak frank gerçekten şeytan'ın dini kitaplarıdaki birebir karşılığıdır. örneğin islamiyet'teki karşılığına şuradan bakabilirsiniz. şeytan'ın tüm niteliklerini taşımaktadır.

    şeytan'la işbirliği yapanların hepsi sonunda bertaraf olmaktadir. çünkü şeytan sadece kendine hizmet eder. ancak yine de iyi güçler tarafından hepsine bu iş birliğinden vaz geçmesi için birer fırsat verilmektedir.

    örneğin; zoe kariyerinde yükselmek için şeytanla iş birliği yapıp, önündeki bir çok iyi insanı ezerek bunu başarmıştır. ancak şeytanın gücü tatlı olduğu için ünlü bir gazeteci olmasına rağmen şeytandan vaz geçememiştir. hatta bu ilişkiyi çözen çevresindeki iyi insanlar ona şeytanın gerçek güzünü gösterip, bu ilişkiden vaz geçirmeye çalışmışlar. bir süre bu ilişkiyi bitirmeye niyetlenmişse de sonra tekrar anlaşma yapmaya teşebbüs etmiş ve bunu hayatıyla ödemiştir.

    diğer bir örnek de russo; russo başına gelenlerle frank'in şeytan olduğunu görmüş buna rağmen şeytanın gücünden bir pay alma ve vali olma sevdasıyla onunla anlaşmıştır. kız arkadaşı her ne kadar onu doğru yola çekmeye çalışmışsa da sonu ölüm olmuştur.

    diğer karakterlerin şeytan ile ilişkilerine değinecek olursak;

    raymond tusk şeytanla iş birliği yapmış sonunda statüsünü kaybetmiştir.

    rachel posner şeytanla iş birliği yapmış özgürlüğünü kaybetmiştir.

    claire en uzun ilişkiye sahip biri olarak insanlığını kaybetmiştir.

    doug stamper bu işbirliğiyle insanlığını kaybetmiştir.

    xander feng şeytanla işbirliği yaparak hayatını kaybetmiştir (idam).

    vasquez koltuğunu sağlamlaştırmak için iş birliği yapmış, sonunda kariyerini kaybetmiştir.

    remy danton işler sapa sarınca şeytan ile anlaşmaya çalışmış kariyerini kaybetmiştir.

    başkan şeytanı tek danışmanı haline getirmiş, eline bir fırsat geçmesine rağmen yine şeytanın manüpülasyonuna kurban gidip herşeyini kaybetmiştir.

    örnekler daha ufak karakterlerle çoğaltılabilir.

    kısacası şeytanla iş birliği yapan herkes kaybetmektedir. claire, doug, meechum gibi şeytan'a kul olanlar ise insanlıklarını kaybetmektedir. en büyük kaybı şeytan'ın şeytan olduğunu bilip, buna rağmen onunla örtak olanlar yaşamış ve hayatlarını kaybetmişlerdir (zoe, russo, xander). çünkü şeytan hiç bir zaman paylaşmaz ve maskesini düşürenleri, bir zayıflık yaratabilecekleri yaşatmaz.

    peki burada denilebilir ki raymond tusk da şeytan sayılmaz mı? frank'in rakibi ve her türlü kirli işi yapmaya meğilli bir adam. bunun cevabını da frank ile tusk'ın son yüzleşmesinde görüyoruz. frank opera binasında tusk'a son bir anlaşma vaadinde bulunuyor ve kendisinin başkan olacağını, paylaşabileceklerini söylüyor. yani şeytanla bir ortaklık sunuyor. orada yaptığı "sen bir iş adamısın bu mevzuya duygularını karıştırma" konuşması frank ile tusk arasındaki farkı ortaya koyuyor. tusk duygularına ve intikam isteğine yenik düşüyor. bu tamamen insani bir zayıflık. yani dizi şeytan olabilecek diğer karakterleri de frank'le yüzleştirip onların şeytan olmadığını, sadece zaafları olan güç sahibi insanlar olduğunu bize hatırlatıyor. burada şeytan'ın yani frank'in kararlarını hiç bir zaman duygularıyla vermediği, düşmanı veya kendisini kazıklayanla hemen bir iş birliği kurabilecek olması da insan olmadığına bir başka gösterge.

    dizide şeytan'ın yani frank'in en büyük gücü ilüzyon kabiliyeti. olayları manipüle edip bir güç algısı yaratmakta ve insanları da bu manipülasyon kabiliyetiyle ikna etmektedir.

    en çok ikna ettiği ise biz izleyicileriz. şeytan dizi boyunca bize konuşmakta. aksiyonları ile ilgili biz bilgiler vermekte ve bizle muhabbet ederek bizi de işin ortağı yapmaktadır. nasıl ki insan kendisini şeffaf bir şekilde yargılayamassa, frank bizi ortak yaptıktan sonra dizideki olayları dışarıdan bir gözle yargılayamaz hale geliyoruz. frank bize hep ufak bilgiler veriyor ve olayların nasıl geliştiğini görüp etkileniyoruz. ancak çok nadiren bunun çok kötü birşey olduğunu yargılıyoruz. çünkü frank bizi aksiyonlarının ortağı yapmış oluyor. o güç ilüzyonunu bize de yaşatıyor.

    ancak bazı durumlar farklı. ölümlerde bizimle konuşmuyor hiç. örneğin russo'nun ölüm sürecinde dizi bizi frank'ten uzaklaştırdı. direk dışlandık. birden ara sokakta buluştular. frank russo'yu öldürdü ve bizimle hiç konuşmadı. bizi cinayete ortak yapmadı. uzaktan seyirci bıraktı.

    bunun bir benzerini zoe'de daha göstererek yaptı. zoe'i öldürdükten sonra neredeyse bir bölüm boyunca bizimle konuşmayı kesti. sonra bölümün sonunda "seni unuttuğumu sandın değil mi?" diyerek bizle biraz sohbet etti zoe'nin ölümünün bir zorunluluk olduğunu söyleyerek normalleştirmeye çalıştı. zaten öncesinde zoe'yi şeytanla işbirliği yapmakla sık sık yargıladığı için "başına geleni haketti" algısı yarattı. ama açık açık bizi o işe ortak etmediğini söyledi.

    bir diğer manüplasyon yöntemi de; dizi diğer karakterleri devamlı yargılarken frank'i hiç bir zaman yargılamıyor. mesela başkan'ı zayıf ve maniplasyona açık olmakla, tusk'i yolsuzluk yapıyor olmakla, zoe'i beleşçilikle, russo'yu alkolik olmakla, claire'i zaman zaman duygularına yenik düşmekle vs gibi diğer tüm karakterleri yargılıyor ve "bunu haketti" hissiyatı oluştururken. frank'i yaptığı tüm şeytanlıklara rağmen bir kere bile yargılamıyor.

    dizide gazeteci hammerschmidt, lucas goldwin, janine skorsky gibi iyi güçler de var ancak zayıf, güçsüz ve kabiliyetsiz olarak, insanı zaaflarına yeni düşen karakterler olarak tanımlanıyorlar.

    şeytan en büyük gücü eline geçirdiğine göre, bundan sonraki süreçte şu ana kadar hep yenilen iyiliğin daha güçlü ve kararlı bir şekilde şeytanla savaşacağı bir süreç başlayacağını umuyorum. ama unutmayalım; biz bu dizide hep şeytan'ın yanında, kötülüğün ortağıyız. şeytan kabiliyetleriyle bizi etkilemeye devam edecek.
    --- spoiler ---

    zamanında biraz hızlıca yazdığım ve oldukça ilgi gören şu entry'deki yazı bozukluklarını ve imlaları gördükçe gözüm acıyor :)
    benzeri bir yazıyı westworld için de yazdım. merak edenler için ilgili entry şurda.

    edit: sevgili diplomats güzel bir "yasak elma" detayı paylaşmış; "dikkat ederseniz frank underwood ve claire her sabah kahvaltıda elma yiyorlar. hatta 4. sezon 11. bölüm sonunda tom kahvaltıya katıldığında da elma var."