• iner misin cikar misin yarismasinda hayvan taklitleri yapmaya calisip asansorun alcalmasiyla gorunmez hale gelen adam icin hissettigimiz duygu. simdi de kopek hav hav. simdi de horoz: uuuururuuuuuuruuuuu.
  • üniversite yıllarımın son senesinde, liseden yakın arkadaşımın bateristi olduğu grubun, bahar şenlikleri adı altında bizim okula geleceğini öğrendim. arkadaşımın grubu, stoner-southern rock türlerinde gidip gelen bir müzik türü icra etmekteydi. hem besteleri vardı, hem de kavır neyin yapıyorlardı. arkadaşımın ricasıyla gruplarını birkaç kez dinlemeye gitmiş, solistin abuk subuk hareketleri yüzünden avuç içlerim terleye terleye ortamdan kaçmıştım.

    adamın ne hareketi vardı? bir kere, üç-dört şarkı söylüyor diye kendini raksıtar sanıyordu. sahnede artis artis yürüyüp yalnızca arkadaşlarının geldiği ufak bar konserlerinde yerlerde dönüyordu. sonra, küçümen tipiyle stage diving yapmaya çalışıyordu. herhalde 2006'dan beri şu tabiri kullanmamışımdır; hayatımda görüp görebileceğim en poser insanlardan biriydi. bir kez arkadaşıma, "olm bu adam neden raksıtar gibi davranıyor ya, gece olduğunda hepimiz baykuş otobüslere binmiyor muyuz" dedim de "öyle birisi napıcan" cevabı aldım. arkadaşım, adamın acayip hareketlerinden bıktı sonra, grubu dağıttılar kavga gürültüyle, neyse.

    grubun bizim okula geldiği haberini alır almaz arkadaşımın yanına gittim. iki sohbet muhabbet ettik, derken adamlar sahne aldılar. pantera'nın cowboys from hell'ini kavırlamaya başladılar bi yerde. baktım, bizim skimin raksıtarı şarkının gazıyla mikrofonu yerlere atıyor, hoparlörleri tekmeliyor, ışıkları yımrıklamaya çalışıyor. tam o an, büyük yerden emir geldi ve grubun sesini kıstılar. ses ekipmanının sahibi gelip bizim raksıtarın üstüne yürüdü. "napıyosun lan sen" dedi, birkaç küfür savurdu. yemnediyorum raksıtarın o sesi götüne kaçtı, "ağbi bokunu yiyeyim, gaza geldim özür dilerim" diye diye ağladı. izah hareketi yapmaktan parmakları birbirine yapıştı.

    gülmekten geberdim o sırada.
  • başımın belası. televizyonda olsun, otobüste olsun, lokantada olsun ne zaman birisinin kendini rezil ettiğine tanıklık etsem yerin dibine giriyorum. elimde değil lan. ezilip büzülüyorum. her şeyden ben sorumluymuşum gibi. olan bitenin müsebbibi benmişim gibi.
  • vicdan sahibi olduğunuzun işaretidir. kimi zaman,insan olmanın sorumluluğunu hissetmektir.
  • beş buçuk yaşında başladım ilkokula. omuzuma alacağım yük oranını o yaşımda tespit etmek istemiş olmalı tanrı.
    sınıfta yusuf diye bir çocuk var. küfür edip, tırnaklarını yiyip, kedi köpeği hırpalayıp, duvardan atlayarak okuldan kaçabiliyor. kızların, özellikle de benim büyük korkum. okul çıkışında dövmekle tehdit ediyor sürekli beni ve ben nedenini bilmiyorum. bir gün yine yüzü kavgadan kızarmış halde sınıfa giriyor ve arka sıramdaki yerine oturuyor. her zaman sakin görmeye alışık olduğumuz öğretmenimiz (ki onun adı da yusuf) hışımla sınıfa giriyor ve yusuf'un yanına geliyor. sonradan öğrendiğimize göre başka sınıftan bir çocuğun burnunu dağıtmış yusuf. yusuf öğretmen okkalı bir tokat savuruyor yusuf'a önce. sonra ayağa kaldırıyor ve büyük tahta cetvelini almak için masaya gidiyor, hızla dönerek önce koluna vuruyor yusuf'un, sonra elini açmasını istiyor. yusuf'u ilk kez korkudan titrerken görüyorum. eline yediği sınıfı titreten şaplaklardan sonra pantolonunun önü ıslanmaya başlıyor ve kesif bir koku yayılıyor sınıfa. birden tüm sınıf önce sessizliğe batıyor ve aynı hızla gürültüye kulaç atıyor. gülenler, bağıranlar, dalga geçenler... o an başım dönmeye, yüzüm kızarmaya başlıyor. yusuf'a bakamıyorum. yaptığı yanlışa hatta o güne kadar yaptığı tüm yanlışlara karşılık çoğu kimseye göre hak ettiği utancı nedense ben hızla atan kalbimde tüm şiddetiyle hissediyorum. başkası adına utandığım ilk gün o gün.
    sonra büyüyorum. büyümek, kimilerine göre, sahip olduğumuz duyguların, özelliklerin olgunlaşıp, törpülenmesi ise ben bu konuda hiç büyümedim. ne rating olsun diye tv programlarına çıkarılan zavallı adamlara, ne iş yemeğinde içkiyi fazla kaçırıp sürekli saçmalayan iş arkadaşıma, ne gözümüzün içine baka baka yalan söyleyen koca koca mevki, mülk sahibi adamlara, onların birbirlerine kafa göz girmelerine kızamadım. öfke ve intikam duygum, birileri adına utanmanın altında bir yerlerde kalmış beş buçuk yaşımdayken. sesimi çıkaramayışım bu yüzden. cahil korkuyorum sanır. ben onun adına ar ediyorumdur.
  • cem ozer her televizyona ciktiginda yasadigimiz duygu.
  • bugün bir entry okuyordum. içeriğinin önemi yok, bu bağlamda önemli olan okurken yazar adına utanabileceğiniz bir entry olması.

    hayatımın bir noktasında bu duygu üzerine uzun uzun düşünmüştüm. çünkü başkasının adına utanmak, ilgi çekici bir konu. meselâ ajdar şarkı söylediğinde, çelik çıplak çello çaldığında, adamın biri televizyona çıkıp ucabildigini iddia ederek sadece zıpladığında hissedilen utanç nereden geliyor olabilir?

    ilk akla gelen empati, kendimizi o kişinin yerine koymak. mutlaka rolü var, ama bunun altında daha derin bir şey olduğunu düşünürüm ben. kendi bilinçdışımız devreye giriyordur sanki. utancın kaynağı, kendimize dair ama kendimizden uzak tutmaya çalıştığımız bir şeylerdir. dürtüsel, neden sonuç ilişkisini umursamayan, haz odaklı şeyler.

    ajdar o halinden keyif alıyor, çelik kendini beğenip sanatsal buluyor, peki bize ne oluyor? onlarda gördüğümüz bu tavır bizim uzakta tutmak istediğimiz bazı şeyleri bize hatırlatıyor belki.

    belki kaçmak istediğimiz deliliğimizi aynaladığı için utanç ya da istihza uyandırıyor bizde, böylece kendi içimizde var olan ama görmek istemediğimiz bir şeyle yüzleşmek ve onu işlemek yerine, başkası üzerinden yorumlayıp uzak tutuyoruz kendimizden kimbilir.

    bunun üzerine bir de mesel geldi aklıma, pek sevdiğim bir kitap olan götzen-dammerung'dan, sokrates'in bir hikayesi.

    o dönemde fizyonomi çok önemli,
    'monstrum in fronte, monstrum in animo'ya inanılıyor. ve sokrates çok çirkin bir adam. ünlü bir fizyonomist, atina'ya geldiğinde, sokrates'in yüzüne karşı onun bir canavar olduğunu, tüm kötü huyları ve hırsları içinde barındırdığını söylüyor.
    sokrates'in yanıtı şöyle oluyor,

    "beni tanıyorsunuz, bayım! doğrudur bu"

    ve ardından devam ediyor,

    "ama hepsinin efendisi oldum."

    aynaya bakmak önemli ve görmek isteyen için her yan aynayla dolu.
  • doğuş un bir şarkısının sonunda bağırarak söylediği seversek allahına kadar severiz cümlesiyle anlamlandırdığım duygu...

    yani bunun adı utanç mı bilmiyordum. ama klibin o anında nedense televizyona bakamıyor, kulaklarımı kapatıyordum. çevremde insanlar varsa daha bi çekilmez oluyordu. onlarda duyuyordu bu rezil bağırışı. onlar duyduğu için ben daha da utanıyordum. sanki bağıran benmişim gibi.

    annem, babam, dedem, ananem ve 70 yaş üstü bi dünya insan... doğuş çıkıyor seversek allahına kadar severizzzzz!!! diye hönkürüyor. hala aklıma geldikçe ğğııiiyyyy diyorum.
  • surekli basima gelen hadise. mesela bir ortamda, sinifta, otobuste biris sacma bir espri, hareket yapsin ben yerin dibine giriyorum. adeta insanlarin yuzune bakamiyorum.
    olayi canli yasamama da gerek yok. televizyonda da ayni sey oluyor. yetenek sizsiniz, izdivac tarzi programlari hic izleyemiyorum. orada birileri cikip sacma sapan hareketler yapiyor. herkes gulerek izliyor. bense o adamin yerine televizyonun karsisinda utaniyorum, kanali degistiriyorum.
    hastalik gibi bir hal aldi bende bu durum.
  • kadıköy hacıoğlu'nun önündeki amatör tiyatrocuları görünce yaşıyorum ben bunu.
    elimde değil utanıyorum işte. başımı öne eğip tırıs tırıs geçiyorum. o böyle bi tuhaf hareketler, bi acaip mimikler, ses tonları falan.
    birileri lirik lirik şiir okuyunca da utanıyorum. hani böyle ses tonları onların da bi acaip oluyor. inişler çıkışlar, yapay yapay. ne yapacağımı bilemiyorum böyle durumlarda.

    bir deniz düşün balıksız (yüksekten gelir ses)
    bir tarla düşün başaksız (burda iner)
    bir ana düşün evlatsız (ağlamaklı)
    ben düşünemiyorum, (küskün)
    ağliyorum... (ses iner çıkar)
hesabın var mı? giriş yap