• kölelik hakkında;

    "itiraf etmeliyiz ki, kölelerine ve cariyelerine kötü davranan avrupalılardır. bunun sebebi de : doğuluların köle satın almak için para biriktirmeleri, avrupalıların ise para biriktirmek için köle satın almalarıdır."

    sözlerini sarfetmiş kişi.
  • anılarında üstünde en çok durduğu şey "türklerin körcesine kendilerine güvendikleri halde son derece cehalet içinde bulundukları ve bunu asla anlamadıkları gibi anlayamayacaklarıdır".

    250 yıl önce de bazı şeylerin aynı olduğunu gösteren zat.
  • sol frame'de görünce şam'ı vuracak top geliştirdiğini sandığım kişi.

    (bkz: 3 saatte şam'ı vururuz)
  • 19. asra kadar osmanlıların avrupa ile temasları daha çok savaş teknik ve teknolojisinin transferi temelinde gelişir. osmanlı, ganimet ve satın alma yoluyla aşinalaştığı silahları bir müddet sonra kendi üretecek, bunun için de ejnebi klavuzların yardımına ihtiyaç duyacaktır. mesela comte de bonneval, ki daha sonra ihtida ederek zihnimize humbaracı ahmet paşa namıyla kazınmıştır. mühtedi olmadan istihdam edilen ilk insan ise kahramanımız baron de tott’tur.

    1755’te, yani osman 3’ün saltanatında payitahta avdet eden baron, sultanın dikkatini çekmek için çok takla atmıştır. aceleciliği ve muhterisliği ile ona bu hususta yardım etmek isteyenleri dahi ürkütmüştür. topçubaşı’ndan döktürülen topları görmek için izin ister, topçubaşı hiddetle redd ve bu haddini aşan teklifi üst makamlara ibraz eder. ancak şans tott’a gülecek ve sultan, -ki artık mustafa 3’tür- kellesi yerine harp teknikleri konusunda yazdığı 3 ciltlik kitabını isteyecektir. kitaptaki obüs çizimlerinden etkilenen mustafa, baron’dan yeni çizimler talep eder. böylece padişahın iltifatına mazhar olan baron, kısa zamanda küçük bir topçuluk mektebi, yani mühendishane-i bahr-i hümayun’u kurar. tarihler 1770’i göstermektedir. baron, mektebi kadar çanakkale savunmasında gösterdiği faydalarla da anılmaktadır.

    yeni teknolojilerin tanınması ve geliştirilmesi adına osmanlı’ya yarar sağladığı su götürmez. ancak bilhassa hatırarında osmanlıları cahil, hakir gördüğü aşikardır. ki bu tutumu kendi yurttaşı olan diplomatlar tarafından bile eleştirilmiş, daha sonra istanbul sefiri olan bir fransız tarafından eserine uzunca bir tenkit yazısı neşredilmiştir.
    kitap hakkında teferruat için (bkz: onsekizinci yüzyılda türkler)
  • kendisi 18. yüzyılda osmanlı imparatorluğu'nda gerekli reformları yapmak için gelmiş bir askeri uzmandır.

    bu topraklarda yaptığı çalışmaları şu anlık bir kenara koyarsak, dönemin insan profili üzerine çarpıcı tespitleri vardır.

    kendisi özellikle istanbul'da yaşayan türkler için oldukça olumsuz ifadeler kullanmıştır. genelini üç kağıtçı, sözüne güvenilmez, sahtekar tipler olarak tarif etmiştir. ancak taşraya çıktığında bu gözlemlerinin ne kadar yetersiz olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştır.

    özellikle çanakkale'de bulunan istihkamları elden geçirmek için bölgeye gittiğinde yöre halkının çalışkanlığını takdir etmiş, hatta bölgenin zenginlerinden olan bir ağa'nın ''devletimizin ihtiyacı varsa bize elimizden geldiğince yardım etmek düşer '' babında verdiği cevaba çok şaşırmıştır. hatta bu ağa'nın istihkamların tamirinde gerekli malzemelerin bir kısmını cebinden ödemesi kendisinin türkler hakkındaki görüşlerinde büyük değişim yaşamasına neden olmuştur.

    daha sonra kırım'a gitmek için yola çıktığında taşrada yaşayan türkler ile daha haşır neşir olmuş, aslında ''gerçek türklerin'' dürüst ve çalışkan olduğunu, istanbul'da bulunanların ise rumlar yüzünden bu özelliklerini kaybettiklerinden bahsetmiştir.

    yani lafı kısaca rumlarla takılan insanların zamanla onlar gibi ahlaksız olduğuna getirmiştir.

    bana enteresan gelen bir başka görüşü ise kırım tatarlarına duyduğu hayranlık olmuştur. dönemin kırım hanını sürekli iyi anmış onun askerlikten ne kadar iyi anladığından dem vurmuştur. kendisi ile katıldığı bir seferden de kısa anekdotlar vermeyi ihmal etmemiştir.

    tarih meraklıları için onun kaleme aldığı seyahatname ilginç olaylarla doludur. okunduğuna pişman etmez. ben de kendi kaleminden paylaştığı şu kısa hatıra ile kendisi hakkında yazdıklarıma son vereyim:

    kendisi kırım'a giderken yanına ali ağa adlı bir rehber verilir. ikisi pek anlaşamaz, günlerini ufak tefek atışmalarla geçirirler. bu seyahat ettikleri günlerden birinde yolları boğdan'da bulunan bir köye düşer ve yiyecek bir şeyler bulabilmek adına köylülere danışmaya karar verirler. ali ağa yiyecek için şiddete başvurulmasında ısrar ederken baronumuz bunu kibarlıkla halledebileceğinden bahseder.

    olaylar baron'un anlatımıyla şöyle gelişir:

    köylü:
    ekmek yok, fakiriz, hiç bir şey yok.

    baron:
    ekmeğiniz de mi yok ?

    köylü:
    yok, ekmek, yok.

    baron:
    vah zavallılar, sizlere acıyorum; fakat hiç olmazsa dayak yemeyeceksiniz bu da bir şeydir. aç karnına yatmak çok kötü bir şey olacak, siz namuslu insanların mevcut olduğunun bir delilisiniz. (mihmandara dönerek) görüyor musunuz dostum, para burada bir işe yaramadı ama hiç olmazsa dayağın da gereksiz olduğunu öğrendik. bu zavallıların hiç bir şeyi yok, yarın için daha fazla iştahlı olacağız.

    ali ağa:
    oh, ben kendi hesabıma üzülüyorum, bu geceyi çok daha iyi geçirebilirdik.

    baron:
    bu sizin hatanız; neden bizi böyle berbat bir köyde durdurdunuz ? yiyecek ekmek bile yok ! mecburen oruç tutacaksınız cezanızı çekin.

    ali ağa:
    berbat köy mü dediniz ? eğer karanlık olmasaydı gözleriniz kamaşırdı. burası aslında küçük bir şehir gibidir, burada her şey mevcuttur. ördek kızartması bile bulabilirsiniz.

    baron:
    dayak atma arzunuzun kabardığını iddia edebilirim.

    ali ağa:
    yemin ederim ki hayır beyim. duyduğum açlığı bastırmak ve size boğdanlıları daha iyi tanıdığımı ispat etmek için izin verin ben konuşayım. hiç merak etmeyin, eğer on beş dakika içinde mükellef bir ziyafete konmazsanız vurduğum bütün darbeleri bana iade edersiniz. ben sizi nasıl sükunetle seyrettim ise siz de bana karışmayın.

    baron: bak bu doğru. şimdi sizin yerinize geçiyorum.

    ali ağa yerinden kalkar ve yavaşça boğdanlı köylüye yaklaşır:

    merhaba dostum, nasılsın ? hadi bakalım konuş, dostun ali ağa'yı tanımıyor musun? diye sorular yöneltir. boğdanlı ''konuşmak yok, türkçe bilmiyor'' diye ısrar edince sabrı taşan ali ağa bir yumrukla köylüyü yere yıkar ve tekmelemeye başlar.

    yediği dayaktan sonra dili açılan köylü '' neden bana vuruyorsunuz? biliyor musunuz bizler fakir insanlarız, beğlerimiz bize ancak teneffüs edebilecek kadar hava bırakıyorlar''

    köylüden bu cevabı duyan ali ağa, baron'a dönerek '' bakın ben iyi bir lisan öğretmeniyim şimdi türkçe'yi su gibi konuşuyor.'' dedikten sonra köylüye bu sefer kırbaçla vurarak onlara hemen iki koyun, on iki piliç, on iki kumru, yirmi okka ekmek, dört okka tereyağı, tuz, biber şarap vs. getirmesini ister.

    baron bu isteklerin imkansız olduğunu, köylüyü boş yere dövdüğünü bu yüzden aynı darbeleri ali ağa'ya iade edeceğinden bahseder. ali ağa ise gayet rahat bir şekilde '' birazdan istediklerim eksiksiz gelecek'' der ve gerçekten de on beş dakika sonra mükellef bir sofra kurulur.

    baron haksız çıkmanın verdiği mahcubiyetle sofraya utana sıkıla oturur ancak güzel bir ziyafet çektiklerini itiraf eder.

    kitapta bu ve bunun gibi bir kaç hikaye daha var. tarih meraklılarının okumasını şiddetle öneririm.
  • osmanlı - rus savaşlarında,
    batılı devletler, özellikle fransa bu savaşları kışkırtırlar, fakat ittifaka yanaşmazlardı.

    rusya'ya karşı bize batıdan teknik yardım ve uzman gelmesi onsekizinci yüzyılda başlar. batı devletleri, teknik subay, harita ve istihkam uzmanları gönderirler;
    fakat bunlar türkiye'nin savunması işlerinden ziyade kendi devletlerinin çıkarlarına yarayacak işlerle uğraşırlardı.

    örneğin, boğazlar ve süveyş gibi önemli yerlerin
    yüzölçümlerini, haritalarını, resimlerini yaparlar,
    kendi hükümetlerine sunarlardı.
    bunu mazur göstermek için, türklerin cahil ve bunlardan anlamaz olduğu fikrini yayarlardı.

    bu uzmanların o zaman en ünlüsü olan baron de tott , türkler hakkında abartılı uydurmalarla dolu bir kitap yazmış; bu kitap birçok avrupa dillerine çevrilmişti. avrupa, yarım yüzyıl türkleri bu kitaptan edindiği fikirlerle
    tanımıştır. vaktinin birçoğunu çapkınlık peşinde geçiren bu uzman, sözde teknik yardım uzmanı, aslında bir fransız askeri müfettişi idi; asıl ödevi fransa'nın yakın
    şarka ve mısır'a hâkim olması koşullarını hazırlamaktı. mısır beyleri ile yaptığı gizli pazarlıkları hükümet haber almış, cezayirli gazi hasan paşa 'nın pençesinden
    yakasını zor kurtarmıştı.

    niyazi berkes
  • osmanılya gelen ilk yabancı asker. top yapımını öğretmiştir. macaristandan gelmiştir

    edit: ne ilk ne de son yabancı asker imiş kendisi.
    (bkz: humbaracı ahmed paşa)
    grapes of butcher'ın katkılarıyla...
  • kemal kara tarih kitabında lisede, 3.selim ya da 2.mahmut zamanında fransadan getirilen topçu uzmanı, ulama yapıldıında dötotu die okunduundan nice alaylara konu olan, tarih hocalarını sıkıntıya sokan tarihi kişilik.
  • fransız askeri,osmanlının batılılaşma çalışmalarına yaptığı katkılarla bilinir.
    karlofça(1699) sonrası gerileme dönemine giren ve batının üstünlüğünü kabul eden osmanlı ilk olarak savunma ve savaş teknolojisinde batıyı taklide başlamıştı. şeriata göre düşmanı yenmek için onun makinalarını ve yöntemlerini taklit etmek caizdir ve şeyhülislam da bu taklide karşı gelememiştir.

    batıyı ilk taklit ettiğimiz alan savunma ve savaş teknolojisi olmuştur. fransız kültürüyle olan münasebetlerimizle baron de tott osmanlı ordusunun modernleşmesi için bir çok iş yapmıştır. örneğin baron de tott idaresinde sürat topçuları adlı bir topçu sınıfı kurulmuştur.

    fransızlar,yetişmiş subaylarını osmanlı ordusunu geliştirmek için neden gönderdi?
    rusyanın kırıma,karadenize ve nihayetinde akdenize inmesini engellemek için heralde.
hesabın var mı? giriş yap