• başka bir dilde anlatmaktır.

    insanın gözleri öyle kelimelerle konuşur ki, dil onları telaffuz edemez.
  • birden fırlatılıyor, tutmaya çalışmaya gerek yok, çünkü doğası gereği delip geçecek. bazen kaçırılıyor, oralara bir yerlere, bilemiyorum, aramaya değer mi? ben bazen bazı bakışlar yakalıyorum. içimden "kapat gözünü" diyorum "sus sus!" bazı bakışlar yakalanmak istiyor, onu zaten anlıyorsun, ama nedense korkuyor musun heyecanlanıyor musun ne yapıyorsan anlamamazlıktan geliyorsun. kem gözler de var da şimdi şeytanı sokmayalım şuralara. hah, derrida'nın kedisinin bakışı var, hani banyoda karşılaştığı çıplakken. hayvan karşısında insan olarak tutuluyor derrida. çünkü hayvan hep çıplak bakıyor.

    çıplak dedim de, içe bakış var, nereye bakıyorsun belli değil, başın dönüyor. ne kadar içine baksan o kadar dışına düşüyor. böyle insan düşüyor düşüyor tam düşecek gibi oluyor, düşemiyor içine. elinin körü gibi küçükken ağzından sarkıp bir kuyunun dibine her gün her gün o kadar çok baktım ve dibini o kadar çok görmeye çalıştım ki hatıramda karanlığın resmi net. bir de sakarlığım ezeli olduğu için nehre düştüm tabii, suyun içine de baktım yani. insan aniden suya düşünce gözünü sonuna kadar açıyor, sahiden. aynaya bakmalardan da bahsetmek istiyorum, kendine bakmak ki artık kendim dediğin her neyse ve orada gördüğün her kimse. elin yabancısı. ama asıl olay aynanın aynaya bakışıyken biz kendi üzerimize alınıyoruz, bizi ilgilendiren bir şey yok. biz olsak olsak iki aynanın bakışı arasında olup biten bir şeyiz, o yüzden susuyorum. kuş bakışı desen, diyemezsin, kuşa sormak lazım. ilk bakış var tabii, ah, ki bu ah füruğ ferruhzad'ın ah'ı. iran'dan geliyor. böyle ilk bakışta çat diye birden bire bir ah! uzun uzun bakışlar var, bakış martı gibi süzülüyor, göz süzme diyoruz hani. ince taç yaprakları açılan çiçekler, tül tül, sim sim, böyle yavaş yavaş, sessizce, bal dolu. sonuçta hatırada hanımelinin balını yemek diye bir şey var. kesin bakılmışımdır bir çiçek tarafından ama bir çiçek bakışı nasıl olur hala bilmiyorum. kuşlar süzülüyor, çiçekler açıyor, öyle çok hareket çok dalga olunca insanın midesi bulanıyor, bahar gelince ben bakışlarımı deviriyorum. kimi bakışlar anlamsızlık karşısında küçük bir baygınlık geçiriyor, devriliveriyor, zaten biliyorsunuz. hayal birden kırılınca bakış hop gidiyor.

    ilk bakışın son bakışı var. o gerçi son olduğunu bilmeyen bakış oluyor genelde, bilirse sancısı çok ağır oluyor. diğer bir takım bakışlarsa bakmayan bakış, donuk, hedefinde ama görmüyor. "yine ne düşünüyorsun?" bakışı. hayır ateşlendirmeye de çalışıyorlar ama nafile. göz ateşin daha keşfedilmediği bir çağdan bakıyor, yeni bir çağ başlatmaya mecali yok. ya da böyle fıldır fıldır bir orada bir burada bakış, çok bakış, durmayan, donmayan bakış. o her yere bakacak tutmamak lazım. insanda sincap bakışı diye bir şey var, ciddiyim. bazı bakışlar ateşli oluyor, tutup öpüyorsun, ne yapacaksın?

    hayır ben zaten birden şiir okumaya başladım bu aralar, ki ben düz yazı insanıyım, anlamam hiç şiirden. normalde şiirsel bakışım eksik. alman romantikleri, schlegel'ler, schleiermacher'ler, schelling'ler, içim dışım "sch" doldu bu aralar, onların gizli etkisi. mesela schiller bana baktıkça böyle uzaktan uzaktan, bir de yunan trajedileri falan korolu morolu, hani keçi ayaklı satirler, bir hal geldi, ne bileyim, böyle festival gibi oldum. bu arada romantizm de popüler kullanımından çok çok başka bir şey. gerçek bir romantiğin ironik bir bakışı var. ironik olmayan romantizm, ironik olduğunu bilmeyen romantik olmaz. onu da yazmak lazım. işte insan bazen birden hiç anlamadığı şiirler okumaya başlıyor, sonrasında kesin bir şeyler oluyor. yani aslında insana olan çoktan oluyor da insan her zaman ki gibi sonradan kavrıyor. idrak hep geç kalıyor. geçen keşfettiğim bir tanesini birine okudum, sonra böyle heyecanlı heyecanlı "aslında şair burada aynaya bakıştan bahsediyor di mi?" dedim. cevap: "bu şiir direkt seks." evet, şiirde bakışla seksi karıştıracak kadar şiirden anlamamak. en azından bakıştan anlıyorum. bir bakış var mesela bildiğim, böyle aklıma çakılı. bugün 4 yıl beklemeye karar verdim. bazı bakışları 4 yıl bekleyebiliriz bence. ölmezsek. bazen ölüyormuşum gibi oluyor çünkü. ölüyorum ölüyorum tam öleceğim ölemiyorum. cesetler bakmıyor. onu biliyorum.
  • "kolayca açar beni en ürkek bir bakışın
    parmaklar gibi kapamış olsam bile kendimi
    sen hep yaprak yaprak açarsın beni, baharın
    -dokunup ustaca, gizlice- açışı gibi ilk gülünü..."
    (e.e. cummings, "hiç gitmediğim bir yerde")
  • bir gündüz-düşünde ya da gecenin kör gölgesinde, bakış hep aynıdır; yanız insanın bakışı:

    roma: görsel
    like someone in love: görsel
    coffee in berlin: görsel
    lost in translation: görsel

    kolektif bilinç değildir bu; olsa olsa deja vu etkisi yaratan sinemanın hep bir yerlerden sızan hayaletleridir. filmler senin veya benim yaşamımı etkileyen olaylardan doğmaz çoğu kez. başka filmlerden, başka filmlerin içinden doğar filmler. filmler başka filmlere gönderme yaptıkça ve insan hikayelerini başka formlarda ve başka bağlamlarda ele almayı sürdürdükçe evrensel hale gelirler. işte bu yüzden biz de filmlerde çoğu kere kendimizi buluruz. sinema bu güce sahiptir.
  • bir ulku tamer siiri;

    " yürürken o bakışını bırakma,
    kasketin gibi kendine ekle onu.

    dağılan bir kuş kanadı gibi
    sarsın alnının arkasını.

    patikalarda büyüyen hışırtılar gibi
    yüreğinde büyüt onu.

    ayın savurduğu sessizlik gibi
    içine savur onu.

    tut elinden o bakışını.

    çeşmeye götür,
    su içir ona.

    çıkınını aç,
    peynir ver ona.

    dağlara taşı,
    rüzgarı göster ona.

    yaşarken o bakışını bırakma.

    yılların hazinesi gibi
    öfkenin sandığında sakla onu."
  • "bana ister bak ister bakma. ister elini ver ister verme. hayır, bana elini verme. bakışlarını uzaklaştır."
    (bkz: wim wenders)
    (bkz: der himmel über berlin)
  • aslında gözden değil kalptendir, tüm iyiliği ya da tüm çirkinliği ortaya döker.
  • işdeş bir eylem
    -olmadığını biliyorum, ama öyle hissediyorum-
    iki gözle birden yapıldığından belki:
    üç boyutluluğu diğer durumlarda iki kişinin birden yapması sağlarken bir işi
    bakışta bulunan iki göz yetiyo

    "bakışların değişmiş" dedi fas dönüşü arkadaşım
    o hin bakışlarıyla
    "amma iyi gözlemcimişsin" dedim ben de ne diyeyim
    gözlerime çektiğim sürmelerden olmadığını anladığına göre bakıyodu o da
    bakıyoduk biz birbirimize ve etrafa kadın kadına

    iki göz değil,
    iki çift göz yani gereken
    bakışı çağıran
    açan
    tanıyan
    çoğaltan

    bir kadına bakan bir erkeğin
    ya da bir kadın olarak bakan bir kadının
    -erkek erkeğe bakışı bilemeycem bir bilen yazsın reca ederim-
    gözlerini amaçlaması
    gözlerini çağırması
    çağrıya karşılık geldiğinde de
    en tatlı en kendisi haliyle bir daha bakması hadisesi

    o kadar güçlüydü ki bu bakış fasta
    arapçasını sordum bir noktada
    mo'aksa
    yani bir aks
    bir ilişki tarif ediyordu bakış.
    ayvuaaa.
    işdeş bir eylem.
    ve kadınların da çağırdığını gördüm
    erkekleri
    başka kadınları
    ve gözünün içine içine gülümsediğini
    daracık sokaklarda kimsenin kimseyi ellemediği bir dünyada
    çağırıp geçip gittiğini
    renkli kukuletalı bol kıyafetlerin* arasında kuvvetli bir enerji gezdirdiğini
    hani sadece fasta bulunduğundan da değil belki
    yeteri kadar batı yeteri kadar doğu
    yeteri kadar yabancılaşma olduğundan

    halt etmiş dedim laura mulvey
    bakışın erkeklerin sahip olduğu bir şey olduğunu söyleyerek.
    "yer gibi bakmanın" bir bakış olmadığını da o an fark ettim.
    bir projeksiyon olduğunu.
    bedeni beyaz bir perde
    bir tetik
    ve sadece bu kıldığını.
    gözleri sadece bakılacak şeyler olarak kurmanın anlamsızlığı
    bakışını bir projektör gibi kullanmanın gereksizliği
    yani sadece kadınlara değil erkeklere de biçilen böylesi rollerin insan doğasına haksızlığı

    kalbimizin kapılarını evler gibi kitlemediğimiz bi evrende
    elinden tutup o bakışın, çeşmeye götürüp su içirmek*
    ve kendimize ettiğimiz bin türlü haksızlığı geriye çevirmek
    istedim
    boş boş ekrana bakarken
    ayaklarımın dibine
    uzaklara

    ne zor işmiş be
  • feminist sanat kuramcılarından laura mulvey'in bir makalesinde (visual pleasure and narrative cinema) incelediği kuram.

    makalede, yazarının ateşli feminizm savunucularından birisi olması sebebi ile erkek bakışına dem vurulmuştur.

    bakışın içeriği, sinemanın farklı 3 erkek bakışı etrafında kurulu olduğunu bu sebeple kadınların nesneleştirildiğini açıklar;

    - filmlerin yönetmen ve yapımcılarının erkek olması sebebi kameranın filme konu olan duruma karşı olan tutumu dikiz bakış,
    - kadınları erkek bakışının nesneleri olarak bir film içerisindeki erkeklere ait bakış,
    - filmi izlemek üzere giden erkek izleyicinin sarfettiği bakış.

    anlaşıldığı üzere laura mulvey, nine 1 2 weeks'i izlemiş ve filmden hiç haz etmemiştir.
  • - kurbanıyam...
hesabın var mı? giriş yap