• louis malle 'nin çocukken yaşadığı olayı konu alan film. ikinci dünya savaşı'nın o savaş psikolojisini anlatan en iyi filmlerden biri. fakat filmde benim için en unutulmaz olan ve her hatırlayışımda içimi ezen bir sahne var:

    --- spoiler ---

    alman askerleri sınıfa girip yahudi öğrencilerin kim olduğunu anlamaya çalışmaktadır. her öğrencinin gözlerinin içine onları korkutmamak içim gülümseyen gözlerle bakarlar. jean tedirgin bir biçimde dururken julien'in açık vermesi sonucu fark edilir. alman polis jean'ın yanına gelir. jean sakin durmaya çalışsa da sonunda vazgeçer ve eşyalarını toplamaya başlar. yavaşça kalemlerini kalem kutusuna koyar, kitaplarını toplar. hırkasını sırtına alır ve sırayla sınıftaki arkadaşlarının elini sıkarak vedalaşmaya başlar. alman polis hepsiyle vedalaşmasına izin vermez ve onu sınıftan çıkarır.

    on iki on üç yaşlarında bir çocuk olsa da jean savaş psikolojisiyle olgunlaşan bir çocuktur aslında. bu yüzden toparlanırken de hırkasını sırtına atarken de arkadaşlarına elveda derken de çok olgundur. o derinliği ve tavrı insanın içine işler; büyüklüğü içinizi yakar...

    --- spoiler ---
  • louis mallein 1987 yili yapimi filmi. ikinci dunya savasi sirasinda bir okulda gecer. 6 tane cesar almisti bu film zamaninda.
  • irene jacob'unda küçük bir rol aldığı louis malle'in en iyi işlerinden birisi olarak kabul edilen film.
  • filmde julien'in annesiyle, abisiyle ilişkileri ya da okumayı sevmesi le souffle au coeur'deki laurent'i anımsatır ister istemez; zaten malle filmlerinde otobiyografik öğeleri kullanmayı seven bir yönetmendir, bu iki karakterden de yönetmenin geçmişine dair ipuçları yakalamak mümkündür. ancak filmin bütününü le souffle au coeur ile karşılaştırmak gerekirse, çok daha yalın, içten bir anlatım ve sağlam bir senaryo mevcuttur au revoir les enfants'da. yatılı okulda okuyan 12 yaşlarında erkek çocuklarının gündelik hayatı çevresinde 2.dünya savaşı fransa'sına dair la resistance'dan karaborsaya her detay anlatılmıştır. iki çocuk arasında gelişen ilişkinin bütün aşamaları o kadar gerçektir, kurdukları bağ o kadar duygulara hitap eder ki, film bittiğinde tokat yemiş gibi hissedilir.
    bir de çocukların canlı müzik eşliğinde chaplin izledikleri bir sahne vardır ki, louis malle belli ki keyif ala ala, uzata uzata çekmiştir o sahneyi; seyircilerin verdikleri tepkilerle, bir saniye sonra ne olacağını bilse bile yine aynı keyif ve hayranlıkla seyredenlerle charlie chaplin'e de bir selam çakmıştır.
  • vicdan azabıyla karışık bir yaz aşkını anlatıyor. nazizm, ikinci dünya savaşı, soykırım; bunları geç, bu otobiyografik bir çocukluk anısı. yok yok, homoerotizmden falan bahsetmiyorum, çünkü burada erotizmden ziyade cinselliği yeni keşfetmeye başlayan erkek çocukları var. ortama yeni gelen bir 'başka'sına duyulan ilgi, merak ve ilk safhalarında belki yabancılama var; bu aşk olmayabilir ama hissiyatı aynı.

    --- spoiler ---

    yaz aşkı nasıldır? kısacık bir zaman diliminde mahalleye gelen bir yabancıya duyulan ilgi, ilk başlarda bir çekingenlik, tam onun gitme zamanına yakın denk gelen samimiyet ve sonrasında ayrılık tabii. geriye dönüp baktığında ise o yazla ilgili hatırladığın şey o kişinin aslında ne kadar özel biri olduğudur. işte malle de arkadaşını aynı şekilde hatırlıyor, farklı ama nasıl farklı onu bile sonradan anlıyor; o yüzden burada elbette bir yahudi karikatürü sözkonusu ama bu bir kimlikten ziyade sadece bir hissiyat, o'na duyulan hayranlığın bir yansıması. aynı zamanda bu dönem kısacık bir zaman dilimidir ya, filmdeki çocuk için aynı şekilde okul da ailesinden kısa bir süreliğine ayrıldığı ve sonra malum sebepten bitiveren bir süreç. filmin başında annesiyle vedalaşan çocuk (aynı zamanda murmur of the heart'ı hatırlatan bir veda bu) filmin sonunda arkadaşının arkasından bakarken hayatında hep farklı hatırlayacağı o ufacık zaman aralığının da sonuna gelmiş oluyor. işte ismiyle müsemma bir ayrılık filmi de olduğundan au revoir les enfants başından itibaren dramanın dozajını yükseltmiyor, son vuruşu sona saklıyor. muadili diyebileceğimiz holocoust filmlerinden ayrıldığı nokta da burası; çünkü sondaki dramatik etkiyi yapan olay ne ölüm, ne ırkçılık, ne de savaş. çok basit bir şekilde ayrılık ve belki de daha acısı, bir daha hiçbir zaman göremeyeceğini bildiğin birine veda etmek, hem de ayrılığa kendinin sebep olduğunu bilerek.

    --- spoiler ---
  • zor bir film. ikinci dünya savaşı ve yahudi soykırımı, bu kez çakal geçinen ama temiz yürekli bir çocuğun gözünden anlatılıyor. filmin sonunda bir dramın yaşanacağı belli ama neticede bu bir film olduğu için insan daha değişik bir son bekliyor.

    --- spoiler ---

    film boyunca julien ve jean bonnet ne zaman arkadaş olacaklar diye bekledim durdum. gestapo, okulu bastığı zaman açıkçası kafamda kurduğum son, julien'i kahraman yapıyordu. ama julien'in donuk ve hüzünlü bakışları, arkadaşını ele verdi.

    --- spoiler ---
  • ilk bakışımla ben gamalı haç görsem afişte ya da nazi adını okur okumaz bir sinopsiste, hımm, derim, nazili film, nazili polisiye, mırın kırın vb, güzel yüzümü de şekilden şekle sokarım yamultup büküp. neyse, bu filmi görende de öyle olasıydım ama bu aslında kocaman bir yanlıştı. bu yanlışı, hayatım boyunca unutmayacağım o sahneyi gördüğüm ve ruhen yerle yeksan olduğum o "intended catharsis" anına dek fark etmedim ve o katarsis her ne kadar kasıtlı olsa da ve belki şaşırtıcı bir tuzak olduğunu anlasak dahi, izleyenler olarak, konuya duyarsız da olsak, filmlerde ağlamamayı prensip edinmiş olsak bile, kendimizi az da olsa vicdanımız bakımından kaptırmaktan kaçınamayız.

    zira, mösyö malle sinsice ilerliyor. elbette ki ikinci dünya savaşı bize "ırkçılığa sanatımızla karşı çıkalım ve özeleştiri yapalım" diye bolca malzeme verir, ve kestirmedir o yol, çokça yazılıp çizilir, tanıkları ve belgeleri denizde kum gibidir. bunu kabul etmekle birlikte diyorum ki sayın malle bu filmde çok farklı bir şey yapmış. pekala da o evlatçığın idealize edilmesi, meleksi figür olarak gösterilmesi yahut da olayın "çocukların gözünden" anlatılması olayın klişesi de olsa, diyaloglara, atmosfere, vakalara kişilere dikkat edersek filmin öfkesinin boyutunun vardığı o derinliği görebiliriz.

    --- spoiler ---

    birincisi, jean piyano çalmaya başladığında müzik öğretmeninin yüzündeki ifadenin nasıl değiştiğini gördüğümde bu ayrıntının filmin yapı taşı olabileceğine inanmaz gibiydim. evet, oğlan yahudi... ve yetenekli bir yahudi... ve bu üç noktadan sonrası oldukça klişe, yani sanırsın ki öyle!

    ama sonrasında nazi polisi okulu bastığında, o srogu sahnesinde, hep birlikte (yönetmen tarafından) yaşamak zorunda bırakıldığımız gerilimi ve jean bonnet'ye film boyunca duyma durumunda bırakıldığımız sempatiyi düşününce anlıyorum ki bir tokatçı film ancak bu kadar başarılı olabilirdi. otörümüz anlaşılan o ki, insanlığın ayrımcılıkta geldiği o noktadan kıyasıya tiksinmemizi ve jean bonnet'nin son bakışını hafızamıza kazımamızı istemiş bizden. işin tuhaf yanı, bu konuda sinema tarihine geçecek kadar başarılı oluyor mösyö malle. basit bir formulden yola çıkıyor (yani bu, bir çiçeğin açmasını izledikten sonra, tam da açıldığı anda, bir postalla aniden çiğnenmesini izlemek zorunda bırakılmak gibi bir şey oluyor), konusunu sade tutuyor, film boyunca seyircinin ruh halinin seyri olağan biçimde ilerliyor. ve daha da tuhafı seyirci, bütün o gözyaşını akıttıktan sonra o evlatçığın ardından, bunun tamamiyle yönetmenin kontrolünde, ajitasyonu asgaride, kocaman ve incelikli bir "ırkçılık karşıtı plan" olduğunu fark ediyor ve hayranlığı bir kat daha artıyor.

    ve o tek bakışlık ve saniyelik sahnede, o yüzleşmeyi yaşamak istemez gibiydim, sonrasını görmek istemez veya o anı yaşamamış olmayı diler gibiydim. ve bu deneyimi yaşayan bir insanın artık insanı gözetmeyen hiçbir ideolojiye kendini adamayacağını, şimdi, bu deneyimden sonra, kendimden bilirim.

    bu, michael haneke'nin das weisse band'da başardığı türden bir şeydir de. koynundaki yaralı kuşu iyileştirmek için babasından izin almak durumunda olduğu bir dizgede yaşayan küçük bir çocuğu düşünün ve gözlerinde, yakında bir ideoloji içinde o farkında bile olmadan öğütülüp yok olacağını bizim fark ettiğimiz o evrensel iyilik dürtüsünü düşünün. bu film de derdini işte öyle bir ayrıntıda, öylesine sinsice kafanıza kakıverir ve seyirciyi şekillendirir ve değiştirir.

    sinemada mesaj kaygısı meselesi işte bu anlattığım eşikten sonrası için geçerli değildir.

    --- spoiler ---

    o yüzden, size yüz yirmi defa söyledim hatta, türk sinemasının "ilk film yönetmenleri", filmlerinizi çekerken bir zahmet sinema dilinize ve bütünlüğünüze dikkat edin ve yeterince akıllı değilseniz salt mesaj vereyim, derdimi anlatayım diye film çekmeyin, lütfen ama canlarım.
  • fransızca görüşmek üzere çocuklar anlamına gelen cümle.
  • filmi aylar önce izlediğimde notumu düşmeyi unutmuşum, 10 üzerinden 10 değil "11". özellikle hayatının bir bölümü yatılı okulda geçenlerin kesinlikle izlemesi gerekir.
  • diğer bütün 2. dünya savaşı filmleri gibi izlenesi. benim dikkatimi başroldeki oyuncuların yaşları çekti. film çekildiğinde julien'i oynayan gaspard manesse 12, jean rolündeki raphael fejtö ise 11 yaşındaymış. küçük yaşlarına rağmen sergiledikleri büyük oyunculuk hayranlık uyandırıcı. respect diyorum.

    --- spoiler ---

    ayrıca fazlasıyla gerilim kaynağı bir film. bizim çocukların başına her an bir şey gelecekmiş gibi diken üstünde izliyorsunuz. ormanda kaybolduklarında, alman askerleri tarafından yakalandıklarında, sığınaklara saklanmak yerine piyano odasında kalıp piyano çaldıkları anda vs gerilimi sonuna kadar hissediyorsunuz. sonu ise beklendiği üzere trajik oluyor.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap