• insandaki gozlem yeteneginin ve keskin zekanin en ust duzeye ciktigi eserlerden biridir. insanlar "e ben zaten bunu daha onceden biliyordum, bu muymus koskoca schopenhauer?" demeden once, adamin yazilarinin cogunu 1800lerin basinda yazdigini hatirlatalim. ustelik yazdigi donemde gorusunun onculerinden oldugu icin, zekasinin cevresinin ona uyguladigi sartlandirmalari yenebilmesi ayrica zor. yani genetik, evrimsel biyoloji ve sayisiz ilgili bilimin etkisinde yetismis bizlerin bile hala "ask icin olmeli ask o zaman aaaassskk" diye bagirarak eski sevgililerimizin kapilarina dayandigimiz dusunulurse, schopenhauer efendinin o zamanlar kalkip bu isin romantizmle alakasi olmadigini, hatta aslinda romantizmin bile olmadigini, tek gercegin turun hayatini idame ettirmesi oldugunu soylemesi epey devrimci.

    ilgili bilimler en iyi ihtimalle o zamanlar daha yeni yeni olusmaya basladigindan, turun iradesinin bireyi etki altina alirken uyguladigi yontemi, bunun mekanizmasini cozememis olmasi, onun felsefesenin geri kalaninda onemli yer kaplayan dogu mistisizmini daha kuvvetli benimsemesini saglamis olabilir. ureme isteginin nasil butun bireylerde mevcut oldugu, bu istegin nasil evrim yoluyla dogdugu, aslinda son derece basit molekuler duplikasyondan bugunlere nasil gelindigini ve bu en temel gudunun nasil bilincimizi kolelestirdigini anlamak bugunku bilgilerimizle cok daha kolay. her ne kadar her sey hala teori veya varsayim seviyesinde kalsa da schopenhauerin cevabi bir tur mistisizmde aramasini gerektirecek kadar caresiz oldugumuz gunlerden cok daha iyi durumdayiz.

    bu sahane adam ve bu sahane eseri olmasaydi da bilim sayesinde bu goruslere ulasacaktik ama muhtemelen iki, uc jenerasyon kaybimiz olurdu. ne de olsa koskoca freud, nietzsche, tolstoy, wagner, jung, turgenyev, proust, conrad, cehov, wittgenstein, shaw ve daha nicesini derinden etkilemistir bu kisa eserindeki gorusleri. bu kadar unlu ve etkin insani etkileyen filozoflar olsa olsa platon, aristoteles, locke ve kanttir.
  • sayın schopenhauer'ın (ki kant gibi daha kolay yazılabilen ve tabi okunabilen bir adı olsa eminim çok daha ünlü olacaktı rahmetli) bu nadide eseri, "neden bize benzemeyenlere aşık oluruz, mutsuz olacağımızı bile bile neden bizi mutsuz edecek o arzu nesnesini arzular dururuz, neden çok daha fazla ortak noktayı paylaştığımız insanlar yüzünden değil de her allah'ın günü kavga ettiklerimiz yüzünden midemizde demir bir külçe varmış gibi hissederiz" tarzı beşbenzemez sorulara, herşeyi ilerde doğma ihtimali olan bir bebeğin (ki günahsız insanlara bu kadar ızdırap çektirdiği için kısaca "piç kurusu" demek istiyorum ben kendisine) "kusursuz genler istiyorum ulan" talebine bağlayarak çok da fazla itiraz kapısı bırakmayacak bir şekilde yanıt olmaktadır. anlayacağınız dostlarım, bu kitaba göre bizde ne yoksa, ne eksikse karşımızdakinde onu arıyoruz ki böylece mustakbel piç kurusu birbirini tamamlayan bu iki gen deposunun birleşimiyle ebeveynlerinden daha güçlü, daha akıllı, daha yaratıcı, daha güzel, daha sağlıklı yani sözün kısası daha az kusurlu bir birey olabilsin.
    tamam kabul ediyorum, akıllı bir adamsın hatta dahisin ve muhtemelen bu konuda da sonuna kadar haklısın arthur'cuğum ama yine de bu sana ve o boktan gerçeğine karşı öfkemi dindirmiyor. o yüzden kusura bakma, söylemeden geçemiycem: "senin o gotik götüne koyayım"*
  • schopenhauer nin bir kitabi. ozetle; askin, soyun devami icin uygun genlere sahip insanlara doga tarafindan oynanan bir oyun oldugunu, ugrunda her tur hede hodo ye gogus gerilip savaslar verilen, herseyden vazgecilen insanin, nihai hedef olan cocuk un uretiminden sonra pek bir numarasinin kalmayacagini, mantik uzerine kurulu iliskilerin kisileri daha mutlu edecegini, fakat bu kez de soyun devami icin gerekli olan saglikli bebelerin uretilememesi sonucu insanligin mutlu yarinlarinin tehlikeye dusebilecegini anlatir. (bkz: yamuluyorsam duzeltin)
  • ask,kadin ve erkek iliskileri hakkinda degisik ve kismen dogru saptamalarla aska matematiksel acidan bakilmis bir kitap.

    "...sadece oznel bir ihtiyac olan cinsel durtu, cok akilli bir tarzda nesnel bir hayranlik maskesini takmayi ve bu yoldan bilinci aldatmasini cok iyi bilir."
    ....
    "erkegin dogasi geregi askta vefasizliga, kadinin ise surekli sadakata egimli oldugu andan itibaren belirgin bir bicimde azalir.hemen hemen butun oteki kadinlar onu, sahip olmus oldugu kadindan daha fazla cekerler.erkek degisiklik ozler.kadinin aski ise , ozellikle o andan sonra artmaya baslar.
    ...
    bundan oturu erkegin esine sadakati yapaydir. kadininki dogaldir.dolayisiyla da , kadinin ihaneti ,nesnel olarak , sonuclari bakimindan oldugu kadar ,oznel olarak dogaya aykiriligi bakimindan da erkeginkinden cok daha az bagislanabilir bir ihanettir. " *
  • sonradan koku deneylerinde de kendimizdeki kusurlu genleri dengeleyen karşı cinsi seçiyor olduğumuz da belirlenince (bkz: feromon) (bkz: biyokimya) bir nevi "kanıtlanan" eser. yani sağlıklı insanların anne babalarının birbirine aşık olarak evlendikleri gibi bi sonuç ortaya çıkarmak çevresel etkenler ve büyüme koşullarının farklılıkları yüzünden kontrollü bir araştırma olmaktan uzak da olsa aşkı arayan kitlelerin tabi bilmeden insanlık adına iyi birşey yapıyor olduğu düşünülebilir.
    bir de schopenhauer zevksiz sikiş mamülü ya da gonulsuz sikisten burunsuz cocuk dogar laflarını duysa kıs kıs güler miydi acaba merak ediyorum.
  • -bizler arzu edilenden ziyade arzulamaya aşığız..

    -ben iki insanın daha yüce bir hakikati bulmak için, bir ihtirası paylaştığı bir aşk düşünüyorum..

    (nietzsche)
  • bu mükemmel kitapta o kadar kaybetmek istemediğim tespit vardı ki okurken bunları tek tek not ettim:

    bütün aşk serüvenlerinin son amacı, gelecek kuşağın ortaya çıkmasından başka bir şey değildir (13).

    cinsel içtepi kendinde ele alındığı zaman tepeden tırnağa öznel(subjektif) bir gereksinim olduğu halde, nesnel(objektif) bir hayranlık kılığına bürünmesini ve böylece bilincimizi aldatmasını çok iyi bilir (14).

    sevildiğimizden emin oluşumuz, sevdiğimize sahip olmayışımızın yerini tutamaz hiçbir zaman. nitekim bu duruma düşen kimselerin canlarına kıydıkları sık sık görülmüştür. buna karşılık çılgınca aşık olan ve sevgilerine karşılık görmeyen kimselerin, sevdiklerine sahip olmakla, yani fiziksel zevk duymakla yetindiklerini ve hiçbir eksiklik duymadıklarını görüyoruz. zoraki evlenmelerle; istek duymayan bir kadının armağanlarla ve başka fedakarlıklarla sık sık satın alınması olaylarıyla ve hatta ırza geçmelerle doğruluğu açıkça ortaya konmuş bir düşüncedir bu. belli bir çocuğun dünyaya getirilmesidir asıl amaç. kadın da erkek de bilmese bütün aşk hikayesinin amacı işte budur. bu amaca varılırken şu ya da bu biçimde davranılmış olmasının pek önemi yoktur (14-15).

    birbirlerine aşık olan erkek ve kadının gittikçe şiddetlenen yakınlıkları, ortaya çıkarabilecekleri ve çıkarmak istedikleri yeni bir bireyin yaşama iradesinden başka bir şey değildir. hatta istek dolu bakışlarınd bile, bu yeni varlığın hayatı ışır ve derlitoplu, uyumlu bir gelecek bireysellik olarak duyurur kendini. aşık erkek ve kadın, tek bir varlık halinde birleşmek ve kaynaşmak ister; amaçları böyle tek bir varlık olarak yaşamaktır; aktardıkları nitelikleri, birleşmiş ve kaynaşmış bir biçimde taşıyan tek bir varlığı, yani çocuklarını ortaya koymakla bu isteklerini gerçekleştirmiş olurlar. nitekim, bir erkek ile bir genç kız arasındaki karşılıklı, kesin ve sürekli bir soğukluk duygusu da, onların ortaya çıkarabilecekleri çocuğun, biçimsiz, çirkin ve mutsuz bir varlık olabileceğinin işaretidir sadece (15-16).

    iki bireyin, karşılıklı olarak çeşitli bakımlardan birbirlerine uygunlukları ne kadar eksiksizse karşılıklı tutkuları da o kadar güçlü olacaktır (18).

    aşk tutkusu, gerçekte, ortaya çıkacak varlığa ve niteliklerine çevrilmiş olduğu ve temeli bu çevrilişte bulunduğu için, aynı cinsten iki genç ve güzel insan arasında, eğilimleri, karakterleri ve düşünüş biçimlerinden ötürü, içine cinsel sevginin karışmadığı bir dostluk bulunabilir. bunun nedenini, sözü geçen iki insanın ortaya koyacağı çocuğun, uyumlu olmayan fizik ve manevi nitelikler taşıyabilmesi olasılığında; kısaca bu çocuğun özünün ve varlığının, türden dile gelen yaşama iradesinin amaçlarına uygun düşmemesinde aramak gerekir (18).

    bunca tutku ve heyecanla peşinden koşulan şeyin ve bundan doğan dikkatli seçişin, seçen kimseyle değil, gerçek amaçla, yani ortaya çıkarılacak varlıkla; yani bu varlığın, türün en katışıksız ve doğru tipini edinmesiyle ilintisi vardır. oysa seçen, bunların kendisiyle ilintisi olduğunu sanır. binlerce fiziksel aksaklık ve manevi sapıklık yüzünden, insan yapısı ve biçimi çeşitli bozukluklara uğramıştır. bununla birlikte, gerçek tip, bütün ayrıntılarıyla, her zaman yeniden ortaya konmakta ve yaratılmaktadır. bu iş, cinsel içtepiyi her zaman yönelten ve tiksindirici bir ihtiyaç olmaktan kurtaran güzellik duygusunun kılavuzluğunda gerçekleşir. bundan ötürü her erkek önce, en güzeli ötekilere kesin olarak tercih edecek ve tutkuyla arzulayacaktır. yani, önce türün karakterlerinin en güzel biçimde kendisinde dile geldiği insanları tercih edecektir. ama bundan sonra kendisinde bulunmayan yetkinlikleri öteki insanın güzelliği olarak görecek, hatta kendi kusurlarının karşıtı olan kusurları bile güzel bulacaktır. ufak tefek erkeklerin iri kadınları; esmerlerin sarışınları sevmesi işte bundan ötürüdür (20).

    her çeşit cinsel sevginin temelinde, yaratılması gereken varlığa yönelmiş bir içgüdünün bulunduğunu kesin olarak anlatabilmek için daha derin çözümlemeler yapmak gerekir. şimdi bunu yapmaya çalışalım. her şeyden önce, aşkta, erkeğin, yapısı gereği vefasızlığa; kadının ise vefalı bir davranışa eğilimli olduğunu söyleyelim. erkeğin aşkı, doygunluğa erdiği andan sonra, gözle görülecek biçimde azalır; önüne çıkan her kadın elde ettiği kadından daha çekici gelir ona; çeşitliliği arzulamaya başlar. kadının aşkı ise, doygunluğa erdiği andan sonra artmaya başlar. bu, doğanın amacının, türün sürdürülmesi ve elden geldiğince çoğaltılması olmasının bir sonucudur. erkek, bir yılda, yüzden fazla çocuğu kolaylıkla yapabilir; oysa kadın, ne kadar erkekle sevişirse sevişsin, yılda ancak bir çocuk yapabilir (bir batında, birden fazla çocuk dünyaya getirme durumunu saymazsak.). işte bundan ötürü, erkeğin gözü her zaman başka kadınlardadır; oysa kadın, bir tek erkeğe iyice bağlanır. çünkü doğa onu, kendisi farkına varmaksızın, gelecekte doğacak çocuğun besleyicisi ve koruyucusunu elde tutacak biçimde davrandırmaktadır. bu bakımdan, evlilik hayatında erkeğin gösterdiği sadakat yapay, kadınınki ise doğal ve kadının kocasını aldatması, hem sonuçları bakımından nesnel olarak hem de doğaya aykırı bulunmasından dolayı öznel olarak, erkeğin aldatmasından daha güç bağışlanan bir suç olarak görülmüştür (24).

    güzel olmasa da, gençliğin çekici bir yanı vardır; oysa gençlik niteliğinden yoksun bir güzelliğin çekiciliği olduğu söylenemez. burada farkına varmadığımız halde bizi yönelten şeyin, çocuk yapmak olduğu besbellidir. herhangi bir bireyin, çocuk doğurma ya da gebe bırakabilme için en uygun dönemden uzaklaştıkça, karşı cinsten bir bireyin hoşuna gitme olanağını da kaybetmesi işte bundan ötürüdür (25).

    kadınlar insan güzelliğini en kusursuz biçimde dile getiren delikanlılardan çok, otuz ile otuz beş yaş arasındaki erkekleri ve bu yaşları tercih ederler. bunun nedeni, kadınların hazdan çok, içgüdüyle hareket etmeleri ve yukarıda sözü geçen yaş döneminin doğurtucu gücün en yüksek noktasını gösterdiğini kavramalarıdır. kadınlar genel olarak güzelliğe ve özellikle yüz güzelliğine önem vermezler. çocuğa güzellik vermek işini, sadece kendilerinin ödevi sayıyormuş gibi davranırlar. kadınları genel olarak büyüleyen şey, erkeğin kuvveti ve buna bağlı olan cesaretidir. çünkü bu özellikler, sağlam çocukların ortaya çıkarılabileceğinin ve bu çocuklar için cesur bir koruyucunun bulunduğunun işaretidir (27).

    cinsel aşkın temelinde yatan ikinci çeşit düşünceler, manevi nitelikleri değerlendirren düşüncelerdir. bu konuda kadınların, erkekte, babadan gelen manevi niteliklere ya da karaktere önem verdiklerini görürüz. kadınları büyüleyen şeyler, özellikle irade kuvveti, kararlılık ve cesarettir. namuslu olmanın ve iyi kalpliliğin de kadınlar üstünde olumlu etkisi vardır. öte yandan, babadan kalıtım yoluyla çocuğa geçemeyeceği için, entellektüel üstünlüklerin, kadınları doğrudan doğruya etkilemedikleri görülür (28).

    evliliğin aradığı şey, entellektüel bakımdan hoş vakit geçirmek değil, çocuk dünyaya getirmektir; kafa bakımından bir bağlanış değil, gönül bakımından bir bağlanıştır evlilik. bir kadının, sırf kafası ve kültürü yüzünden bir erkeğe aşık olduğunu söylemesi, saçma ve beyhude bir iddiadır; ya da yozlaşmış bir mizacın sonucudur. erkekler ise, içgüdüsel aşklarında, kadın karakterinin özelliklerinin etkisinde kalmazlar (29).

    iki bireyin tek taraflılıklarını tamamlayarak ortadan kaldırmaları için, erkeğin erkekliğinin kadının kadınlığına tastamam uygun düşmesi gereklidir. birinin tekyanlılığı, ötekinin tekyanlılığını ancak böylece ortadan kaldırabilir. demek ki, en erkeksi kimse en kadınsı kadını arayacaktır. bunun tersi de doğrudur (31).

    aşıklar, ruhlarının birbirlerine ne kadar uygun olduğunu ballandıra ballandıra anlatırlarken, aslında onların sözünü ettiği anlaşma ve bağdaşlık, ortaya çıkarılacak yeni varlık ve bu varlığın kusursuzluğu bakımından var olan bir anlaşma ve bağdaşlıktır ve evlenmelerinden pek az sonra yerinde yeller esen o ruh anlaşmalarından ya da bağdaşlıklarından çok daha önemlidir (31).

    ayrı cinsten iki genç insanın, birbirlerine ilk olarak bakışlarındaki derin, ama kendilerinin de fark etmedikleri ciddiyette, araştırıcı ve irdeleyici gözlemlerinde, birbirlerinin vücutlarının biçimini ve ayrıntılarını gözden geçirmelerinde, çok ilgi çekici ve özel bir yan vardır. bu araştırma ve inceleme, bu iki insan ve bu iki insanın niteliklerinin birleşmesi ile belli bir bireyin ortaya çıkabilmesi olanağı üzerinde tür ruhunun düşünmesinden başka bir şey değildir. bu iki insanın birbirinden alacağı hazzın ve birbirini arzulayışlarının derecesi, yukarıda geçen düşünmenin sonucuna göre belirlenecektir. bu arzulayış, yüksek bir dereceye ulaştıktan sonra bile, o zamanla kadar görülmemiş bir şeyin fark edilmesi ile ortadan kalkabilir. tür ruhu, çocuk ortaya koyabilecek bütün bireyler hakkında işte böyle düşünür. bu ırkın özü ve yapısı, durmadan düşünen ve hareket eden aşk tanrısı eros'un üzerinde durduğu önemli iştir. türü ve doğacak bütün ırkları ilgilendiren bu büyük iş, bireylerin bir gün bile sürmeyen işlerinin tümüyle karşılaştırılacak olursa, eros'un yaptığı bu işin ne kadar önemli olduğu ya da aşk tanrısının, bireylerin işlerini, hiç aldırmadan niçin feda ettiği kolayca anlaşılır. çünkü eros ile bireyler arasındaki bağ, ölümsüzler ve ölümlüler arasındaki bağ gibidir. eros'un ilgilendiği şeyle, bireylerin ilgilendiği şeyler arasındaki fark ise, sonsuz olanla sonlu arasındaki bağın ta kendisidir. sadece bireylerin mutluluğunu ve mutsuzluğunu ilgilendiren işlerin tümünden çok daha önemli işler yürüttüğünü bilen eros, bu işleri savaşların gürültüsü patırtısı, iş hayatının kargaşası, hatta veba gibi hastalıkların ortalığı kasıp kavurması içinde bile yüce bir biçimde sürdürür ve gerekirse, manastırların ıssız yaşamına bile sokar (35).

    ilk önce olanak haline gelen şey, doğacak bireyin varlık haline girmek konusundaki şiddetli isteğidir. bu istek, bütün varlıkların ilk kaynağından çıkmakta ve fenomenler dünyasında, geleceğin ana-babasının birbirlerine duydukları yüce aşk tutkusu olarak dile gelmektedir. bu şiddetli istek, kendi dışında bulunan her şeyi küçümsemektedir. gerçekten de, bir benzeri daha bulunmayan bu hayal ve kuruntu yüzünden, aşık bir erkeğin, sevdiği kadını ele geçirmek için yeryüzünün bütün değerli şeylerinden vazgeçebileceğini biliyoruz. oysa bu kadın, aşık erkeğe, bir başka kadının verebileceğinden farklı bir şey vermemektedir. bu çeşit en yüce tutkuda bile, asıl göz önünde tutulan amacın, sevilen insanı elde etmek olduğu; bu tutkunun da başka tutkuların da, giderildikleri ve doygunluğa eriştikleri zaman ortadan kalkmalarıyla açıkça belli olmaktadır. öte yandan, bu tutkuya kapılmış kimseler, tutkunun, giderilmesi ve doyurulmasıyla birlikte ortadan kalkması karşısında şaşkınlığa düşmektedirler (37).

    türün kazancı, tek tek bireylerin menfaatlerinden bile daha önemlidir. demek ki şeref ödev duygusu ve sadakat, her çeşit yoldan çıkarmaya ve hatta ölüm duygusuna karşı koyabildikten sonra, cinsel aşk karşısında yenilgiye uğramaktır. nitekim cinsel aşk söz konusu olunca, vicdan dediğimiz şeyin her zamankinden daha az etkisiz hale geldiğini görüyoruz. tutkulu bir aşka yakalanan namuslu ve haksever kimselerin, bu niteliklerini kaybettikleri ve türün menfaatinin aracı olarak hiç korkmadan zina işlediklerini görüyoruz (40).

    kendisini türde nesnelleştiren iradenin buyruğu, aşkın bilincinde, sevdiği kadınla birleşmesinden doğacak sınırsız mutluluğun önceden hisedilmesi biçiminde dile gelir. imdi, aşkın en şiddetli derecelerinde, bu aldanış (kuruntu), öylesine parlak ve çekici hale gelir ki, sevgilinin elde edilmesi gerçekleşmeyecek olursa, hayat bütün çekiciliğini kaybeder ve kasvetli bomboş bir şey gibi gözükür; hatta bu durumda, yaşamaya karşı duyulan tiksinti öyle bir dereceye varır ki, kimi zaman hayata bile son verilir. böyle bir kimsenin iradesi, türün iradesinin girdabına kapılmıştır; ya da türün iradesi birey üzerinde öylesine bir egemenlik kurmuştur ki, böyle bir adam, türün temsilcisi olarak davranmazsa, kendi adına davranmaktan vazgeçer. bu durumda, birey belli bir nesne üzerinde yoğunlaşmış olan tür isteğini taşıyamayacak kadar dayananıksız bir araçtır. bundan ötürü, sözü geçen durumda yapılacak tek şey, intihar etmektir. kimi zaman da tek çıkar yol, her iki aşığın da birlikte canına kıymasıdır; ta ki doğa, bu umutsuz durumun bilincini örten deliliğin araya girmesine izin versin. yukarıda anlattıklarımızın gerçekliğini kanıtlayan çeşitli olaylar, her yıl mutlaka kendini duyurmaktadır (43).

    türün iradesi bireyin iradesinden o kadar daha güçlüdür ki, aşık, hoşuna gitmeyen nitelikleri görmezlikten gelir; sanki hiçbirini görmüyormuş, bilmiyormuş gibi davranır ve kendini, tutkusunun çevrildiği nesneye bağlar. türün iradesi doyurulur doyurulmaz ansızın ortadan kalkan ve geriye tiksinilecek bir hayat arkadaşı bırakan bu kuruntu ve aldanışa, böylesine kapılmıştır işte! çoğu zaman, akıllı ve üstün niteliklere sahip kimselerin bir cadaloza ya da şeytan gibi bir kadına bağlı olduğunu görmemizi ve böyle bir adamın nasıl olup da bu çeşit bir kadını seçmiş olduğunu anlayamamamızı, ancak böyle açıklayabiliriz. bundan ötürü eskiler, "aşk kördür" demişler. gerçekten de bir aşık, kendisine çekilmez bir hayat getirecek olan karısının mizacının ve karakterinin kusurlarını apaçık bir biçimde görüp bunun acısını çektiği halde, korku duymayabilir. çünkü onun arzuladığı şey, kendisine ait bir şey değil; var olması gereken bir üçüncü insana ait bir şeydir. asıl arzuladığı şeyin kendine ait bir şey olduğunu sanması ve bakımdan yanılması da, işin aslını değiştirmez (44).

    cinsel aşkın bu aşkın duyulduğu varlığa karşı en şiddetli nefretin hissedilmesiyle de bağdaşabileceğini söyleyelim. platon'un bu çeşit bir aşkı, kurdun kuzuya karşı bir düşkünlüğe benzetmesi bundan ötürüdür. bu durum, tutkulu bir aşığın bütün çabalarına ve yalvarmalarına rağmen, ne yaparsa yapsın, elverişli bir cevap alamadığı zaman ortaya çıkar: i love and hate her. (shakespeare, cymb., iii., 5.) sevilen insana duyulan nefret o dereceye varabilir ki, aşık, sevdiğini de kendini de öldürmekten çekinmez. bu çeşit olayların örneklerini her yıl görüyoruz. gazetelere bakmak yeter de artar bile (44 - 45).

    bir aşık, sevgilisinin soğuk davranışını ve acı çekmesine yol açan gösterişseverliğini, gaddarlık olarak anlatırsa, laf abartması yapmış sayılmaz. çünkü aşık, böceklerinkine benzeyen bir içtepinin etkisi altındadır ve bu içtepi, akla yatkın bir şey olmadığı halde, onu, her ne olursa olsun amacının peşinden koşmaya ve her şeyi değersiz görmeye zorlar. aşık bu içtepiden kurtulamaz (45).

    türün ruhu koruyucu bireylerin ruhu bireylerin koruyucu ruhlarına her yerde savaş açar; onların düşmanı ve kovalayıcısıdır; kendi amaçlarını gerçekleştirmek için kişisel mutlulukları hiç aldırış etmeden yıkmaya hazırdır. hatta, ulusların zenginliği ve rahatı bile, onun huysuzluklarının kurbanı olabilir. bütün bunların nedeni, varlığımızın temeli olan türün bizim üzerimizdeki hakkının bireyin hakkından çok daha derin ve eski olmasıdır. bunu sezdikleri için, eskiler, türün ruhunu, çocuksu görünüşe rağmen, kötü kalpli, gaddar ve bundan ötürü kötü bir ün salmış oln eros'la; yani huysuz ve zorba olmasına rağmen yine de tanrıların ve insanların efendisi eros'la dile getirmişlerdir: sen insanların ve tanrıların efendisi, aşk! eros'un özellikleri arasında, öldürücü oku, körlüğü ve kanatları dikkati çeker. sonuncu özellik vefasızlığı anlatır ve vefasızlık, genel olarak doygunluğa erişmenin ardından her zaman gelen hayal kırıklığı ile birlikte ortaya çıkar (45 - 46).

    benim aşk metafiziğim, aşk tutkularına kapılmış insanları ne kadar sinirlendirirse sinirlendirsin, yine de, karşısına düşünceye dayanan eleştiriler ve doğruluğunu çürütüyor gibi görünen gerçekler çıkarılsa da, açıkladığım temel hakikat, bu tutkuyu gemlemek bakımından, bir kimsenin işine, her şeyden daha fazla yarayacaktır. ama, şu eski söz, doğruluğunu koruyacaktır yine de: qoues res in se neque consilium, neque modum habet ullum, eam cosilio regere non potes. (kendinde ölçü de düzen de bulunmayan şeyi, akılla yönetemezsin.) (46)

    aşk evlenmeleri, bireylerin kazancı için değil, türün kazancı için yapılmıştı. ama bu biçimde evlenen kimseler, kendi mutluluklarını gerçekleştirmeye yöneldiklerini sanmaktan geri kalmazlar; oysa onların yöneldiği gerçek amaç, kendilerine yabancı bir amaçtır; çünkü bu gerçek amaç, ancak onların aracılığıyla gerçekleşebilecek bir bireyin dünyaya getirilmesidir. bu amaçla biraraya getirilmiş olan erkek ve kadının, elden geldiğince bir süre, birlikte yaşamaya çalışmaları gerekir. ama tutkulu aşkın özü olan bu içgüdüsel aldanış (kuruntu) ile biraraya getirilmiş olan erkek ve kadın, çoğunlukla, başka bakımlardan birbirlerinden çok farklıdırlar. kuruntu ortadan kalktığı zaman, bu farklar da ortaya çıkar; zaten başka türlü olamaz. bundan ötürü, aşk evlenmeleri, genel olarak mutsuzluklarla sonuçlanır; çünkü onların aracılığı ile, gelecek kuşaklar, şimdiki kuşağın zararına, bir amaç gibi ortaya konmuştur. quien se casa por amores, ha de vivir con dolores (aşk yüzünden evlenen mutsuz bir hayat sürmek zorundadır), diyor ispanyol atasözü. genel olarak ana-babanın seçmesiyle ve rahat bir hayat sürmek amacı göz önünde tutularak yapılan evlenmelerde, durum bunun tam tersidir. böyle bir evlenmenin temelinde bulunan düşünceler, ne türden olurlarsa olsunlar, hiç olmazsa gerçektirler ve kendiliklerinden ortadan kalkmazlar. buunla birlikte sözü geçen evlenmelerde, bugünkü kuşağın mutluluğu, gelecek kuşapın mutluluğunun zararına olarak göz önünde tutulmuşsa da, kesin bir biçimde sağlanmış değildir. eğilimini doygunluğa ulaştırmaktan çok, para sahibi olmak için evlenen kimse, türden çok bireyde yaşıyor demektir. oysa bu davranış, doğru olan davranışa aykırıdır ve bundan ötürü doğal olmayan bir şey gibi görülür ve küçümsenir. ana-babanın öğütlerine rağmen, zengin ve yaşlı olmayan bir adamın evlenme teklifini, rahat etme düşüncesinden yüz çevirerek, içgüdüsel eğilimine uygun davranabilmek için reddeden bir genç kız, bireysel zenginliğini ve rahatını, tür yoluna feda etmiş olur. ama sırf bu davranışından ötürü; genç kızı kınamak doğru olmaz. çünkü o en önemli olanı tercih etmiş ve doğanın özüne uygun (daha doğrusu türün özüne uygun) davranmıştır. oysa ana-babanın öğütleri, bireysel bencilliğin özüne uygun olarak verilmiş öğütlerdir. bütün bunlar, bir evlilikte ya bireyin ya da trün menfaatlerinin zararlı çıkması gerektiğini ileri sürer gibi görünüyor. gerçekten de, genel olarak böyle olmaktadır. çünkü rahat bir hayatla, tutkulu aşkın birarada bulunabilmesi, güzel rastlantıların en az gerçekleşenlerinden biridir (48).

    mutlu evliliklerin pek az olduğunu hepimiz biliriz. bunun nedeni, evliliğin temel amacının şimdiki kuşağın mutluluğu değil, gelecek kuşağın mutluluğu olmasında aramak gerekir (48).

    cinsel içtepinin doygunluğa ulaştırılması için yapılan dikkatli seçimin ( bu seçim çeşitli dereceler göstererek tutkulu aşka kadar ulaşabilir), gelecek kuşağın yapısı konusunda duyulan çok ciddi bir ilgiye dayandığını görmüştük. bu dikkate değer bilgi, başka yerlerde açıkladığımız iki hakikati pekiştirmektedir. bu hakikatin birincisi, gelecek kuşakta yaşamaya devam eden gerçek insan özünün ortadan kaldırılmazlığıdır. çünkü bunca hırslı ve canlı olan; üstelik düşünce ve niyetlerimizden değil de özümüzün en derin karakteristiklerinden ve eğilimlerinden gelen bu ilgi, insanoğlu mutlak olarak ortadan kalkabilir ve kendisinden bambaşka bir ırka zaman içinde yerini bırakabilir olsaydı, bizi bu kadar kuvvetle etkilemez ve bunca sağlamlıkla ortada olmazdı. hakikatlerden ikincisi, insanın gerçek özünün, bireylerden çok türde bulunduğudur. geçici hoşlanmalardan en ciddi tutkulara kadar her çeşit aşkın kökü olan ilgi, yani türün özel özü için duyulan ilgi, herkes için gerçekten en önemli şeydir. onun başarıya ulaşması ya da başarısızlığa uğraması, insanı derinden derine etkiler; bu bakımdan ona "gönül meselesi" denmesi çok yerindedir. bundan başka, sözü geçen ilgi kendini kesin ve kuvvetli bir biçimde dile getirdiği zaman, insanın kendi kişiliğini ilgilendiren her şey geriye atılır ve onun uğruna feda edilir. böylece insan, türün, kendisine bireyden daha yakın olduğunu ve türde, bireyde olduğundan daha dolaysız bir biçimde yaşadığını gösterir. aşık, sevgilisi uğruna her fedakarlığı yapmaya hazırdır! çünkü, sevgilisine çevrilmiş olan ve sevgilisini isteyen yanı, aşığın ölümsüz olan yanıdır. sevgilisinden başka şeyleri isteyen yanı ise, ölümlü yanıdır. demek ki, belli bir kadına yönelmiş olan sınırsız ve şiddetli istek, varlığımızın çekirdeğinin ortadan kalkmazlığının ve türde devam edeceğinin kanıtıdır. bu devam eden varlığı, önemsiz ve yetersiz bir şey gibi görmek, büyük bir yanılgıdır. bu yanılgı da, hayatın sürüp gitmesi kavramı içinde, bize tıpatıp benzemeyen, ama birçok bakımdan benzerimiz olan varlıklardan başkasının düşünülmemiş olmasıdır (49 - 50).

    hayatın günlük gürültü patırtısına göz atacak olursak, bütün insanların, yaşamanın gereklilikleri ve zavallılıklarıyla uğraştıklarını, bütün güçleriyle bu yaşamanın bitmek tükenmek bilmeyen gereksinimlerini gidermeye ve çeşitli acılarını uzaklaştırmaya çalıştıklarını ve buna karşılık, bu acı çeken varlığı daha bir süre devam ettirmekten başka bir şey ummaya bile kalkışmadıklarını görürüz. bununla birlikte, bu gürültü patırtının içinde aşıkların, istek dolu bakışlarla birbirini süzdüklerini de görürüz. peki, bu aşıklar niçin gizli, ürkek ve kaçamaktır? çünkü aşıklar, bütün bu yoksunluğu ve düşkünlüğü sürdürmek isteyen hainlerdir; onlar olmasa, yoksunluk ve düşkünlük sona erer. aşıkların boşa çıkarmak istediği, tıpkı kendilerinden öncekilerin çıkardığı bu sona eriştir işte! (51)
  • gün be gün doğruluğu bilimsel olarak kanıtlanan teorileri ihtiva eden kült eser. okuyup idrak ettiğinizde kendinizi hamam böceği gibi hissetmeniz kaçınılmazdır.

    üstad, bir erkeğin kadında arayacağı şeyleri şöyle sıralar:

    1-yaş
    2-sağlık
    3-iskelet, kemik yapısı
    4-etin dolgunluğu
    5-yüz güzelliği
    6-güzel gözler ve alın

    biraz abuk bir sıralama gibi gelsede biraz düşününce gerçeği yakaladığını itiraf etmek gerekiyor.
  • sevgili schopenhauer'un bu muhteşem eseriyle ilgili ne zamandan beri konuşmak istiyor ve aslında bileniyorum. yani ne kadar kolay amına koyayım ya. ne kadar kolay: "anasını sevmemiş, anası da onu sevmemiş, anasına öyle kızgınmış ki tüm kadınlardan nefret etmiş, bu nefretini de bu eserinde kusmuş." gibi yorumlarla şu başlığın altını bir foseptik çukuruna çeviren onlarca yazar. bu kadar kolay mı amına koyim? bu nasıl alçakça bir kaçış, bu ne haysiyetsizlik, bu ne tüketim kültürü, bu nasıl bir linççilik. ha ha, tamam, şimdi şu salakları düzgünce sikelim, böyle histerileri terk edelim. zaten hepsi bir roldü. başlıyoruz.

    schopenhauer'un aşkın metafiziği eseri bütünüyle "aşk işte budur," diyen bir eser değildir. schopenhauer adını her seferinde yazmanın zorluğundan dolayı bu muhteşem insandan artık "şopi" diye bahsedeceğim. sevgili şopi'nin bu muhteşem eseri gerçeğin sadece bir bölü üçüdür değerli dostlar. bunu bir oturtmak lazım. şopi bu eserini daha ortada evrim teorisi diye bir şey yokken insanın evrimsel sürecini bir şekilde çözmüş ve ona göre yazmıştır. o meseleyi böyle açıklama ya da meselenin sadece bu kısmını açıklama işine girişmiştir. şopi'nin genel tezleri nelerdir? çok fazladır ama bu tezlerin hepsinin temellendirilmesi aynıdır: insan bir hayvandır, bilinci vesairesi olsa da özde hayvani güdüleri vardır ve bu güdüler doğa tarafından belirlenir. doğa ürememizi söyler. diğer hayvanlara da aynısını söyler ama diğer hayvanlar neyi niye yaptıklarına dair bir muhakemeden, yani akıl yürütmeden yoksundurlar. onlar bir refleks olarak ürerler. insanlar ise bu meseleyi aşmışlardır. ne var ki insan belli şeyleri ne kadar aşmış olursa olsun hâlâ o kahrolası hayvani dürtülerin etkisindedir ve ne yaparsa yapsın insanı doğa belirlemektedir. şopi, işte buradan yola çıkmıştır. yineleyelim anlamamakta ısrar eden eşşoğlueşşekler için: bu, gerçeğin tamamı değildir, bu, gerçeğin belki de bir bölü üçüdür ama gerçektir. şopi buradan hareketle bir dizi meseleyi sadece ve sadece bugün "evrimsel biyoloji" denen şey üzerinden açıklamaya girişmiştir.

    peki şopi bütünüyle haksız mıdır? hayır, şopi eserinde en sondaki eşcinsellere nefret kustuğu bölüm dışında haksız ve dolayısıyla temelsiz değildir. ancak şu gerçekten son derece kayda değerdir: bugün bu eserle ilgili olarak "kadın düşmanı" yorumu atıyorum bir milyon ise, "abi hiçbir suçu ya da anormalliği olmayan eşcinsellerden ne istedin?" siteminin sayısı bin falandır. yani bence şopi asıl eşcinseller konusunda fazla coşmuştur ve 2020 yılının, yani bugünün aklı başındaki okurlarına, bir gay, trans, interseks, lezbiyen, bok püsür olmasalar da "lan keşke şu bölümü hiç yazmasaydın," dedirtmiştir. buna rağmen şu başlığın altında karılar zır zır ağlamakta, nefret kusmakta, "ya kardeşim her kadını genelleyemezsin ya, ya ananla sorunun var diye bizi sikemezsin ya," ile sınırlı, dünyanın en temelsiz, en saçma sapan şeyleriyle herife gömmektedirler. bunu kabul edemeyiz.

    aynı kadınlar, kendilerine bir ayrıcalık bahşeden "biyolojik" özelliklerine de sarılmaktadırlar ama zaten bir yerinden tutsak diğeri elimizde kalacağı için onları boşverelim şimdi. biz olaya dönelim. ne demiştik? şopi'nin yazdıkları gerçeğin üçte biridir ama gerçektir. adam çok farklı konularda çok farklı şey söylemiş olsa da hepsinin yükseldiği zemin bir tanedir, yineleyelim o zeminin ne olduğunu: doğa insandan güçlüdür, doğanın kendine ait bir yasası vardır konu özelinde ve doğa o yasaya göre devinmektedir, insan da o yasanın emrindedir. doğa bize istediğini yaptırmak için diğer hayvanlardan daha bilinçli, bilinç diye bir şeyi olan insanı aldatma yoluna gitmiştir. nedir bu aldatma? nasıl vuku bulmaktadır? şopi tezini şuradan kurar: tüm mesele türün devamıdır. ancak bu "doğur da taştan olsun" şeklinde bir yasa değildir. her doğum bir öncekinden daha iyi olmalıdır. bu yüzden doğa uzunla kısa ama uzundan daha akıllı, akıllıyla aptalı ama akıllıdan daha uzunu ve iyi genle iyi geni bir araya getirmek için belli tezgâhlar peydahlamıştır. kadınların hoşlandığı erkek tipi tam bir erkektir örmeğin, güçlü, kudretlidir. erkeklerin hoşlandığı kadın tipi tam bir doğurgandır, tam bir bebektir. bunun nesi yanlıştır ayrıca? bir erkeğin ne denli kudretli olduğunu gösteren kimi detaylar vardır ve karılar buna vurulmaktadır. bir kadının ne can alıcı bir afet olduğunu vurgulayan detaylar vardır ve erkekler buna vurulmaktadır. bugün de sürmektedir bu. her yerde binlerce kez yazıldı: meme severiz, doğurganlıkla doğrudan ilgili. göt severiz, doğrudan ilgili. güzellik ararız, iyi bir gen demek bu. erkek için zeka, irilik, güç, vesaire. hepsi henüz doğmamış ve belki asla doğmayacak olan veletin selametinin garantisidir ve karılar buna bakmaktadır. şartlar değişmiştir, höyt höyt eden erkeğin yerini zengin erkek almıştır söz gelimi. yani bir güç faktörü vardır. hiçbir kadın ağlayan erkeği sevmemektedir vesaire. erkekler bile ağlayan erkeği sevmemektedir. ağlamak: bir metafor. ağlamak: sızlanmak, tembellik, uyuşukluk, kolay pes ediş, numara yapmak bok püsür demek. her neyse. şopi'nin mantığı buralarda da geçerlidir: abi en ufak zorlukta oturup ağlayan bir erkek ileride çocuğu olursa o çocuğu nasıl yetiştirecek? doğa bunu bilmektedir. ve kadınlara bunu bilmelerini sağlamıştır. sonuç itibariyle aşk denen saçmalığın gerçekliğinin üçte birlik kadarlık diliminde böyle şeyler mevcuttur, gerçektir, geçerlidir, doğrudur, şopi'nin anasıyla yaşadığı problemlerle hiçbir ilgisi olmayan gerçeklerdir bunlar. sizin (bu başlığa gelip nefret kusan kadınlar, sizlerin) kendinizi tanımıyor ya da yanlış tanıyor olmanızın bedelini şopi ödemek zorunda değildir. ödetemezsiniz. yineleyelim: ne kadar kolay amına koyim, ya bu adam annesiyle çok bozuşmuş da işte ondan tüm kadınlardan nefret etmiş de o yüzden yazdığı her şeyi komple çöpe atmalıymışız da. karşınızda çocuk mu var sizin? siz hangi gerçeği yaşıyorsunuz? siktirtmeyin belanızı. kaçmayacaksınız. devam ediyoruz.

    şopi'nin yaşadığı dönemdeki kadın algısı, yazdıklarının içeriğindeki o üçte birlik gerçeği asla ama asla yok saymasa da bizim sevimli şopi'mizin kimi yükselişlerini açıklamak açısından önemlidir. kadın dediğimiz canlı, bırakalım şopi'nin dönemini, bundan yüz yıl önce bile insan yerine koyulmayan, okumasına gerek olmayan, önündeki boşlukla sefilliğin bir anıtı gibi görülen ve kabul edilen bir yaratık olarak ele alınıyordu. doksanlarda büyümüş yaşıtlarım iyi bilirler, "kız gibi ağlıyor" gibi bir kalıp vardı. kızlar bile ağlayan erkeklere "kız gibi ağlıyor hehe" diye gülerlerdi. yani kadın dediğimiz canlı, bakın geçiyorum şopi dönemini, yakın tarihte bile zayıflıkla, saçmalıkla, herhangi bir işi doğru düzgün yapamamakla falan ele alınıyordu. doğru muydu peki bu? hayır, değildi. bizim muhteşem kadınlarımızın heyecanları, herhangi bir konuda erkeğe oranla belki de daha fazla paniklemeleri işte o hep süren ve bugüne gelen yapıdan kaynaklanıyordu. kimi muhteşem bebekler aralardan sıyrılmayı bilmiş, toplum onu nerede görürse görsün kendisini zirvede görebilmişti ve sonunda zirveye çıkabilmişti ama çoğu kadın bu saçma sapan ve vicdan kabul etmez yarraklıktan dolayı neredeyse doğuştan yaralanmış bir şekilde hayatını yaşıyordu. uzatmayalım. böyle bir bokluk yakın tarihte bile vardı ve sizlere eski tarihte kadının yerini ifade edeyim: kadın, bir hiçti. öyle ele alındığı için birkaç istisna dışında hiçbir kadının ufku geniş değildi. bir kölenin köle olduğunu bildiği için köle kalması misali, kadın da bir kadın olduğunu biliyor ve ben bir bok değilim zaten gibi bir bokun içine düşüyordu. dolayısıyla böyle bir trajediden başka trajediler doğuyordu. örnek: hiç söz hakkı verilmemiş bir kadın günün birinde "haydi sen de konuş nisanur, artık medeniyiz," gibi bir laf duyduğunda saçmalıyordu amına koyim. işte şopi'nin çağı buydu. kadınların da insan oldukları yeni yeni ve çok ilerici bir hamleymiş gibi en azından entelektüel çevrelerde dillendirilmeye başlanmıştı. ama kadınlar, son derece doğal olarak, bir anda birisi onlara "haydi çık da bize bir şarkı söyle," demişler gibi afallamışlardı. işte bu afallama "kadının bir hiç olduğunun" onaylanmasıydı o dönemin insanları için. şunu diyorlardı muhtmelen: "abi çık konuş diyoruz, konuşamıyor, çünkü kadın, çünkü bunlar salak, en başından bunu dememeliydik." ha ha. eşşoğlueşşek, sen başından beri bir çocuğa "sen aptalsın," dersen o çocuk bir anda nasıl çıkıp kendini düzgünce ifade etsin? biraz mahalle ağzına kaydık, olsun, devam ediyoruz. her neyse babaerener ve bacıerenler, şopi, kadının piyasaya ilk adımını atışındaki doğal fiyaskoyu da görmüştü, o çağdaydı. ve duruma yüreklice başkaldırıyordu: "bir de başımıza hanımefendi sikini çıkarttılar, o kadın değil, hanımefendi" gibi iğnelemeler vardı metinlerde. şopi kadınların bir hiç olduğu bir dönemde böyle bir hareketin sonuçlarına bakıyor ve yanılmadığına, asla yanılmayacağına hükmediyordu. ilk nokta burası. şimdi anasına gelelim.

    şopi'nin anasıyla ilgili meselesi biliniyor. herkes de söylemiş. ben de sizlere daha fazlasını vermek isterim: şopi çok ama çok kıskanç ve hazımsız bir herif. hegel ondan daha fazla rağbet görüyor diye adama "bir daha halkımıza birahaneci kılıklı olduğu her hâlinden belli olan bir adamı baş tacı etmemelerini öneririm," minvalinde saldırıyor. bunu yapma biçimi de çok komik. önce insan fizyonomisiyle ilgili uzun uzun bilgiler veriyor, ruhun, karakterin, zekanın fizyonomiyi şekillendirdiğini kanıtlamak için çok uzun süre çalışıp bir şekilde bunu yapıyor, ardından hegel'i buradan vurmaya kalkıyor. neden? çünkü hegel'in derslerine yüz öğrenci gidiyor, onun derslerine on öğrenci geliyor. bir çeşit salieri kompleksi ama tam değil. çünkü şopi de hegel kadar büyüktür. kıskanıyor, kabul edemiyor, hazmedemiyor, ben buna saldıracağım deyip savruluyor. güzel. demek ki şopi'nin anasıyla münasebeti de önemli onun hayatında. gördüğünüz gibi başlığın altını dolduran kolaycı orospular gibi biz gerçekleri saklamıyoruz, her şeyi söylüyoruz. devam edelim. şopi'nin anasıyla arasındaki gerilimin onun kadınlara bakışını elbette şekillendirdiği bir gerçek. ancak burada bir orospu çocukluğuna savruluyor insanlar. bunu bir dal gibi yakaladıktan sonra adamın kadınlar ve ilişkiler ve aşk üzerine söylediği her şeyi ama her şeyi çöpe atıyorlar. bizim de itirazımız tam olarak buna.

    sağcıların elinden alarak delikanlılık kavramına tutunalım istiyorum. onurlu olalım, kolaya kaçmayalım, "ya işte anasını sevmemiş de falan" diye adamı linç etme kolaycılığına kaçmayalım istiyorum. şopi'nin kadınlarla ilgili karın ağrısı metinlerinde nerede yükseliyor? buna bakalım. örneğin şopi şunu diyor, birebir yazmayacağım, aşağı yukarı şunu diyor yani: kadınlar güçsüz erkeği sevmez. doğru bu. güçsüz erkeği erkekler bile sevmez. brotherhood felsefesi gereği biraz zaman harcarlar, oğlum kalk lan ayağa falan ama baktılar olmuyor, iyi siktir git öl derler. yani güçsüz erkek meselesi bugün de dün olduğu gibi bir sorundur. yani aslında bir kadının güçsüz erkek sevmemesi dünyanın en doğal şeyidir amına koyim. her neyse. şopi bunu diyor. sonra bunu o gerçeğin üçte birlik kısmındaki teziyle doğruluyor. türün devamı için sevmezler diyor. şopi hatayı nerede yapıyor? şurada ama çok değil: arada bir "zaten kadınlar da şöyledir, bilirsiniz," gibi bir laf ediyor. buradan şu gerçeğe ulaşabiliriz: şopi bir şeyi temellendiriyorsa ciddiye almalısınız. temellendirdi, bize gerçeğin üçte birini söyledi, sonra dayanamayıp "bunlar zaten orospudur amına koyim," yorumunu koyverdi. işte adamın anasıyla arasındaki ilişki bir tek burada, kimsenin zaten ciddiye almadığı noktalarda nefes alıyor. siz ise, aşağılık bir kolaycı olarak adamın dediği her şeyi ama her şeyi çöpe atma cür'eti gösterebiliyorsunuz. sikerler. kimsiniz? nesiniz? burada "koskoca filizofun yanında sen kimsin?" gibi bir yarraklık yok. bitch, anasını sevmemiş de ondan böyle demiş de diyeceğine, adamın tezini ortaya koyacaksın, bu tez neden yanlıştır bize açıklayacaksın, öyle konuşacaksın, kolaya kaçmayacaksın. biz bu metinde buna savaş açtık. savaşmaya da devam edeceğiz. şimdi yine yineliyoruz: ne kadar kolay değil mi? bir tane dal bul, onu ortaya sür ve her şeyi ama her şeyi tıpkı akepe gibi bir gecede yık geç. mahmut hoca'nın da dediği gibi: bak beyim, seni sikerim, sikerim ve arkama bakmam bile. bir savaş verecekseniz bunu düzgün yürütün, bir onurunuz olsun, ayıptır.

    edit: imla.
  • hamile bir kadının aşermesini şu şekilde açıklıyor;

    ''bu iştahın, embriyonun zaman zaman, beslenmek için aldığı kanın özel ya da çok belli bir değişik biçimini talep etmesinden kaynaklandığı ve bunun üzerine, bu sonucu sağlayacak besinin hamile kimseye kendini, büyük bir özlemin, can çekmesinin nesnesi olarak gösterdiği, yani burada da bir aldatmanın, yanılsamanın ortaya çıktığı görülmektedir.''

    erkeklerin ve kadınların aşkını da şu şekilde açıklıyor;

    ''erkeğin aşkı, doyum bulduğu andan itibaren belirgin bir biçimde azalır. hemen hemen bütün öteki kadınlar onu, sahip olmuş olduğu kadından daha fazla çekerler. erkek değişiklik özler.
    kadının aşkı ise, özellikle o andan sonra artmaya başlar. bu, türü koruyup onun varlığını sürdürmeye bu bakımdan da olabildiğince fazla çoğalmaya yönelik doğanın amacının bir sonucudur.''

    ayrıca şunları da ekler;

    ''güzellikten yoksun gençlik gene de çekicidir; gençlikten yoksun güzellik çekici değildir.''

    ''herkes kendi karşıtını tercih edecektir; ama elbette kendi mizacı kararlı ve kesin bir mizaçsa.''

    kitaptaki şu söz de çok derin bir anlam içeriyor;

    ''ne mantığı ne de ölçüsü olan şeyi, akıl ile yönlendiremezsin.'' (terez, eunuchus, v. 57)
hesabın var mı? giriş yap