• "içini dökecek arkadaşı olmayan kişi, kendi yüreğini kemiren bir yamyamdır."
    (francis bacon, "denemeler"den)
  • eleştirmenleri ikiye bölen bir başka yılmaz güney filmidir. o güne dek bu çapta politik bir film çekilmemesine karşılık birçok yamuk kafa filmi ajitatif bulmuş, sosyalist propagandacılığa soyunduğu için topa tutmuştur. şu soru sorulabilir: kemalist propaganda yapsaydı, acaba nasıl karşılanırdı?

    türk aydını ütopiktir ama gel gör ki birçok iyi filmi ve romanı ilk yayımlandığında derinlemesine okumaktan, dahası anlamaktan aciz kalmıştır. arkadaş da o filmlerden biridir. filmi hakkıyla değerlendirenlerden biri de gene aynı yıllarda topa tutulan ve anlaşılmayan tutunamayanlar'ı öven ilk yazılardan birini yazan murat belge'dir. ileri görüşlülüğü için kendisini kutlamak gerek.

    edit: imla
  • sözlükten tanıştım, o zaman kendi renault premiumu vardı. hayatımda direksiyon dersi hariç tıra binmemişken, beni pendik'ten aldı ve mehmetçik tesislerinde "geç hadi sen sür" dedi, vay amısına goyum krala bak. hereke'de tır sürdürdü adam bana, yüzmeyi öğreneyim diye okyanusa attı aq. hala nefret ederim hereke'den.

    yakın zaman sonra ben kendim bir işe girdim. verdiler altıma kız gibi man, arkada tırsan dorse, cınnnnncık gibi ha. neyse baba, arabayı aldım destur demeden "abi antep'e gidiyorsun, lifti kaldır, 2.70'lik bobin saracaksın" dediler.

    lan ben bu kelimelerin hiçbirini bilmiyorum ki, bir tek antep'i biliyorum oraya da hiç gitmedim.

    aradım dedim "olm lift ne lan, bununla başlayalım" velhasıl ben o 2,70'lik bobinleri sarıp antep'e doğru yola çıktım, bana yardımcı olmasalar nasıl gidilir onu bile bilmiyorum.

    o bobinlerin ne menem bir şey olduğunu da eskişehir çıkışında kantara gelmeden anladım, ince ve uzun oldukları için arabayı devirecek gibi sarsıyorlar, tırstım tabi, çektim kenara aradım dedim "olm bu araba devrilecek gibi oluyor, napayım ben?"

    dedi "oluktandır, asfalt tonajlı arabalar yüzünden bozuluyor oluk oluyor"

    ben çok idealist tırt bir adamdım, beynimin kökünü sikeyim, başladım yardırmaya "sikerler, yolu niye düzeltmiyorlar, denetim niye yok, nerde bu devlet" falan.

    dedi ki "olukla savaşma"

    bugün yine oluğa girdim de aklıma geldi, olukla savaşma. bu hem literal manada doğru, hem de hayatın gidişatıyla ilgili bir metafor. olukla savaşırsanız yolculuğunuz rahatsız geçer, salın gitsin veya şerit değiştirin.

    metaformuş, imgelemmiş, anekdotmuş hepsinin taaaa götüne koyum.

    srcnkbts sen çok kral adamsın reis, bu yazı sercan üzerinden hepinizedir. hepimizin dostluğu ve yoldaşlığı baki olsun.
  • eskiden de vardı da son zamanlarda listemdekiler tarafından paylaşılmaya da başlandı çok. görseller değişiyor lakin cümle şu: ben birlikte bir ceset saklayacağınız türde bir arkadaşım. ama bana ihanet ederseniz, bir cesedin nasıl saklanacağını bildiğimi unutmayın.

    altında da illa ki bir sürü beğeniler, bravolar, alkışlar gırla. bence arkadaşlık bu değil. bu bir tehdit ya hu. sizi tehdit eden biriyle mi arkadaş olmayı düşünüyorsunuz? ayrıca benim arkadaşım bir cinayet işleyip beni çağırsa, sürecin başından sonuna kadar yanında olurum; lakin aklına başına devşirmesini ve sorumluluk alıp teslim olmasını öneririm. eğer bensem o durumdaki, arkadaşım bana bunu önersin isterim.

    arkadaş dediğin budur. sorumluluktan kaçmana değil, dimdik ayakta durabilmene yardım edendir.
  • çok değerli bir şey.

    kardeş gibi değil. kardeş zaten hep orada, emrine amade, zor anında yanında olmak, arkanı toplamak zorunda. bunları yapmazsa kötü olur çünkü, yaparsa ekstra bir şey kazanmaz. seçmemişsindir, vardır. iyiyse ne ala, değilse uğraş dur.

    aile gibi zaten değil. seni yetiştirmemiştir, her hatanda "ay emeklerim, vay emeklerim" diye tepene tırmanma şansı yoktur. aile verdiğini mecbur olduğu için vermiştir; ama her an bunu kafaya kakmaya da hazırdır. en iyisi bile böyledir. aileyi de seçme şansın yoktur, iyiyse ne aladır.

    arkadaş eş gibi de değildir. bu sefer seçimi sen yapmışsındır; eş, arkadaşlığı ve sevgililiği kapsayan, ortak gelecek beklentin ve çıkarlarının olduğu epey geniş bir kümedir. eşine gelen tehdit ya da saldırı, doğrudan sana gelmiş gibi olur. eşinin başarısını senin başarınmış gibi sahiplenirsin. hayatındaki en önemli kişidir.

    arkadaşlıkta ise, mecburiyet yoktur, toplumun iteklemeleri yoktur, doğuştan / seçimsiz değildir, öyle aman aman bir çıkar da yoktur; ortak hayallerin, maddi beklentilerin yoktur. bunlara rağmen vardır arkadaşlık. sadece aynı müzik tarzını ya da kedileri sevdiğiniz için doğabilir mesela. sonra alır oradan, yürür de yürür. güzel şeydir.
  • yılmaz güney'in ilk siyasi içerikli filmi. hatta türk sineması'ndaki ilk yoğun siyasi mesaj taşıyan fim. sinema olarak oldukça yavan gelebilir. siyasi mesajları yapmacık ve abartılı bir şekilde göze sokar. ancak sınıf mücadelesini ön plana çıkarması ve geniş kitleleri etkilemesinden dolayı önemi ve görülmesi gereken bir dönem filmidir.
    yılmaz güney'in biraz da kendi başına sürüklediği ahlaklı, delikanlı kominist abi ideolojisinin dibine vurur film. belki de hala sokaklarda yılmaz güney posterleri satılmasının nedeni budur; güney, 'koministler karılarını paylaşıyor canım' inancının toplumda kol gezdiği bir dönemde müthiş ahlakçı ve halk dilinde 'delikanlı' bir çıkış yapmış ve bunu hem filmleriyle hem de hayatıyla devam ettirerek idol olmuştur.
    bu arada bu film sol cenap genç erkeklere, 'kızlara şiir kitabı verirsen sana verirler' umudun aşılayan filmdir ayrıca. oysa filmde güney vermek isteyen kızlara dokunmamakla delikanlılık yapmaktadır. tabie sol cenap gençleri de türk değil mi, delikanlılık yılmaz abiye kalsın, ben mala vuruyo muyum, ona bakarım demişlerdir...
  • filmde arkadaşının*karısı düzenlerini bozduğu için sinirlenir ve yılmaz güneye tokadı patlatır, yılmaz güney de o bildik bakışıyla
    "bu tokadın hesabını bir gün mutlaka soracağız"
    der.
    sonra.. sonra tokat manyağı oldu türkiye işçi sınıfı.
  • filmin sonunda yilmaz yani azem evden uzaklasirken silah sesi duyulur. arkadasi ya kendisini ya karisini vurdu bize gösterilmez o kısım. evde de azem'e aşık 18 yaşında genc kız var. azem silah sesini duyar ve mutlu olur. 2 dakika önce evdeyken dönüp bakma ihtiyacı duymaz, yardıma gitmez. tam o ara mahallenin uzun saçlı serseri genci gelir sözünü dinledim saçımı kestim solcu oldum der azem'in mutluluğu daha da artar. ayrıca bu azem evli kadınlarla seks yapmaktadır, arkadaşı da orospuları zikmektedir. bunu sorun yapmaz. arkadasinin karısı baska erkeklerle yattigi için arkadasina pezevenk der gaz verir. silah da o yuzden patlar. yani erkek aldatirsa sorun yok kadin aldatirsa ise sorun var. zihniyet bu. sorunu gectim bosanirsin ayrilirsin hayir o silah patlayacak. bu azem filmde kötü karakter olsa dersin ki normal. psikopat sonuçta. hayır azem filmin başından beri bize rol model olarak gösterilmektedir. yani filmin iyi adamı bu. ve bu filme utanmadan altın portakalda ödül verdiler. solcuyum deyip sıçsan bile ödül alırsın bu ülkede.

    edit = linkini de vereyim son sahnenin. 01:31den sonraki 2 dakikada oluyor bu dediklerim.

    edit 2 = inci taneleri dizisindeki azem karakteri de bu filmden alinmadir. yılmaz erdoğan'ın adı da bildigim kadariyla yılmaz güney'den geliyor.
    (bkz: #161275583)
  • 28 mayıs tan beri telefonlarım susmuyor, sanki ben chp myk üyesi, tip gençlik sorumlusu bir adım ötesi hdp eşbaşkanı... herkes hem siyasi analiz yapmak hem de karşısındaki siyasi analiz yapsın istiyor.
    kurduğu en büyük hayalin kılıçdaroğlu nun cumhurbaşkanlığı olduğu insanlar, biz dev bir umut heykeli dikelim, kırmızı kurdeleli açılışına da bunlar makas tutsunlar beklentisi içinde, yıpranmışlığıma yıpranmışlık katıyor ama üzgünüm. yenildik! güzel de yenildik bence... aslında adil olmayan bir yarışa katılmak abuk ama malum sokak öcü, sandık kendinden kerameti olan bir nesne gibi anlatıldığı için, sokaklar ruh gibi gezinen insan dolu.

    walla açıkçası ehveni şer diye nitelendirdiğimiz ehven olmadı diye karalar bağlamak yerine mücadeleye devam etmeyi öneriyorum herkese ama benim daha önemli bir sorunum var.

    ya benim panpam, kardeşim, bazen iki elimi boğazına dayamak sureti ile gırtlaklamak istediğim ama aslında, gerçek bir hayvan olan eski sevgilisinin çektiği bıçak için kendisine siper olabilecek kadar sevdiğim arkadaşım taşınıyor bu şehirden...

    bunun hüznü öyle büyük ki içimde walla ülke gidişatı zerre ipimde değil. hoş ipimde olacak zaman da olmadı bir iki güne normalleşirim de şimdi kolidir, bantıdır, pıt pıtıdır, emlakçılarla görüntülü görüşmelerine eşliktir, çok yoğunuz...

    aslında her şey nisan ayında başladı. kadıköy ün şahane sokaklarından birinde oturan arkadaşımın ev sahibi yaklaşık yirmi yıldır tanıdığı, canımın içi dediği bir dostu. yani dostuydu... bazı dostluklar mezara kadar değil konut kiralarının geldiği noktaya kadarmış, bunu da gördük bu yaşımızda. hali hazırda 6000 tl olan kirasını önce 22.000 tl ye çıkarıp sonra jest yapıyormuş gibi görünerek 20.000 tl ye indirdiler. neden? çünkü evlerinin bir pazar değeri varmış zaten onlar da yani benim arkadaşımın dostu olan karı koca da çok iyi biliyorlarmış ki; '' bizim kız onların evinde pazar değerinden aşağı oturmayı zaten içine sindirmezmiş. '' 60.000 tl maaş alsaydı ya da belki bekar bir anne olmasaydı sindiremeyebilirdi o sıçtığım pazar değerini içine ama hayvan gibi çalışan, ex kocasının süründürerek verdiği 5000 tl nafakayı da o hayvan gibi emek verdiği işinden gelen gelirin üstüne koyup, hataları ile artıları ile bazen dehşet salaklıkları ile şu istanbul denilen efsunlu ama bir o kadar da korkunç şehirde tek başına ayaklarının üstünde durup bir çocuk yetiştirmeye çalışan bir kadın bu yazının öznesi, benim arkadaşım.

    çok ağladı inanamazsınız, bir koca nisan ayı boyunca ağladı hıçkıra hıçkıra. bir koca nisan ayı boyunca gündüz seçim meçim ajitasyonu yapıp orada burada, akşamları türlü şebeklikler, türlü soytarılıklar ve elbette mevcut kiloma artı 4 olarak yazılan türlü alkol şişeleri ile yanındaydım. onlarca ev gezdik, telefonlarımızda bin tane emlakçı numarası kayıtlı, iki tanesi her cuma, cumamızı hayırlı kılıyor sağolsunlar, öyle bir müşteri ilişkisi yönetimi...

    ev bulamadık! oturabileceği, eşyasını, canını, oğlunu güvenle çatısının altına sokabileceği bir ev bulamadık 25.000 tl nin altında...

    radikal bir karar ile tayin istedi, radikal bir karar ile tayinini vermeyeceklerini söyleyen şirketinden istifa etti ve radikal bir karar ile izmir de iş buldu, gidiyor... hoş izmir' de de kiralar çok farklı değil ama benim panpa sanırım istanbul a ve içindekilere küstü komple...

    çok tanıdığı, çok arkadaşı ama az dostu olan bir insan olarak çok üzgünüm, aslında temelde çok farklı iki birey olan biz, oğullarımızın başlattığı bizim de zevkle devam ettirdiğimiz ben boşanınca, bekar anne parantezinin getirdiği her çeşit zorluk ama bunun yanında konforla güle eğlene, tartışa tersleşe bugüne taşıdığımız dostluğumuzu başka bir sınava sokacağız, başka şehirlerde yaşayarak biz yine biz olabilecek miyiz sınavı bu. oysa canım sıkıldığında '' hadi bir kadeh bir şey içelim '', '' kadıköy e gidip dolaşalım mı '', '' starbuckstayım gelsene bir şey anlatacağım '' rahatlığı olmayacak ya da hava şahane iken '' oğlanları çayıra çimene salalım, polonezköy e gidelim ben et tavuk hallediyorum sen de meyve alsana aaa bir de yeşil doritos '', '' çocukları sinemaya sokalım biz de oturur geyik yaparız '' aramaları da...

    paran yoksa cüzdanın, sevgilin yoksa sığınağın, yalnız hissediyorsan kalabalığın arkadaşın...

    küçük bir balkonda saatlerce oturup demlik demlik çay içip, yağan karı izleyerek yaşamlarımızı, yaşadıklarımızı bir operatör titizliğinde en ince kılcal damarına dek incelemek ve görüneni, görünmeyi anlatmak arkadaşlık... sesinin tonuna değil tınısına, yüzünün mimiğine değil minicik bir çizgisine bile hakim olmak ve ne yaşanırsa yaşansın hep omuzunu vermek yanındakine, bazen ağlaması için bazen de düşmemesi için...

    ben onu, oğlunu, salak saçma aşklarını anlatırkenki heyecanını, tüm iş arkadaşlarını her türlü ayrıntıları ile bilmem gerektiği konusundaki gereksiz çaba ve ısrarını, sıçışlarını, başarılarını, sevdiklerini, nefret ettiklerini, temmuz akşamı urla da çorapla yatacak kadar üşümelerini, hızlıca yaptığı yemekleri ama asla kahve oranını tutturamadığı gibi, köpüğüne hasret kaldığımız türk kahvelerini, gittiğimiz meyhanelerde çarçabuk sarhoş oluşunu ve o sarhoşlukların bedelini hep benim ödeyişlerimi, beş bin yıllık banyo yapmak söz kalıbını '' banyo etcem şimdi '' demek sureti ile kulağımı tırmalaya tırmalaya tekrarlamalarını, saç savuruşlarını, ağlamalarını, gülmelerini aman işte her şeyini çok ama çok özleyeceğim...

    sözlük, bana arkadaşımın aynısından bul allahsız!!!
  • yilmaz guney'in arkadas filminde bir sahne "dost aci soyler" fikrinin en saglam orneklerinden biridir;

    arkadasi cemil'in karisinin baska erkeklerle dusup kalktigini ogrenen azem (yilmaz guney) daha fazla dayanamaz ve bu gercegi arkadasina aciklar. sirtini "dost aci soyler" dusturuna dayayan azem, bunu en usturuplu ve sakinlestirici sekilde soyle yapar;

    "cemil, sen bir pezevenksin."

    hayir arkadasim adam zaten bu olayi ogrenince cosacak, cildiracak sapitacak, bir de ustune boyle mi aciklanir yahu? "dost aci soyler" atasozunu bu kadar gercek manada kullanmana gerek yoktu arkadas. direkt adamin ustune benzin dokup yaksaydin daha az etkili olurdu, hem "yanani gorur allah" atasozunu de yadetmis olurdun.

    diger son donem yilmaz guney filmleri gibi toplumsal siniflar ve yozlasma uzerine bir filmdir, mesela bir sahnede bir hayat kadininin agzindan su siirin dizeleri dokulur, uzer insani.

    "uykusuz gecelerin getirdigi cocuklar,
    her zaman mavi degil,
    bu gokyuzu bu deniz.
    burusmus carsaflarin uzerinde,
    size aci bir dunya hazirliyor anneniz.

    kapanmis kapilardan,
    geri donup caresiz,
    hayatin ruzgarinda savrulur durursunuz.
    insanligin,
    kurus kurus satildigi bu devirde,
    dogmayin, ne olursunuz."
hesabın var mı? giriş yap